Aldanmamak için…

[Kemal Ay, yazdı]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’la özdeşleşti bu ‘aldatıldık’ lafı ama aslında 2002’den 2013’e kadar onu destekleyen, fakat bu arada, AKP’nin doğal seçmeni arasında yer almayan insanlar için ‘aldatıldık’ ifadesi daha çok uygun düşer.

Zira Avrupa Birliği vaadiyle, çok kültürlü, çok sesli, demokratik bir Türkiye hedefiyle yola çıkan AKP’den geriye, ‘TEK DEVLET, TEK MİLLET, TEK LİDER’ mottosu kaldı. Hep diyorum, AKP’yi savunmakta bir beis yok. Her insanın görüşüne saygı göstermek mecburiyetindeyiz. Ancak AKP’yi ‘demokrasi’ adına savunmak, haramı helal yapmaya benziyor ki, işte bu da bir çeşit aldanmadır.

ÖNCE ALKIŞ, SONRA İDAM

hitler spotAldanmanın başka çeşitleri de var. Türk siyasetinde bir galat-ı meşhurdur: Bu millet insanın önce heykelini diker, ardından da o heykeli hakaretlerle yıkar. Aslında dünya tarihinde buna benzer örnekler çok. En bilineni, Hz. İsa’yla ilgili Hıristiyan kaynaklardaki hikâyedir. Çarmıha gerilme cezası verilmeden önce İsa Mesih, havarileriyle şehre gelir ve büyük bir teveccühle karşılanır. Kısa süre sonra hava öyle değişecektir ki, onu hayranlıkla karşılayan halkın arasından, Yehuda sokaklarında sırtındaki çarmıhla birlikte ‘cezasının’ infaz edileceği yere kadar yürütülür. Sevgi sözcüklerinin yerini, hakaret ve aşağılamalar almıştır.

Burada bir de en yakın havarilerinden birinin ona ihanet etmesi vardır ki, o da bir başka aldanma sayılabilir.

Bir diğer benzeri aldanma hikâyesini, bu kez Yahudiler yaşamış. Avrupa’da Yahudi karşıtlığı Hitler döneminde ve Almanya’da başlamış bir olgu değil. Çok daha öncesi de var. Ancak 20. yüzyıla girerken Yahudilere Avrupa’da kucak açan ve onları ‘eşit vatandaş’ sayacağını söyleyen ilk büyük ülke Almanya. Bu sebeple çok sayıda Avrupalı Yahudi, Almanya’ya göç ediyor. Orada hem ‘kabul görüyor’ hem de toplumda önemli mevkilere yerleşiyor. Yahudiler ‘göçmen’ bir millet olduğu için, çok dilli, çok kültürlü ve zengin bir fikrî mirasa sahipler. Bu da, önlerini açıyor.

1930’lara gelindiğinde, başta Hitler’in öncülüğündeki Nasyonal Sosyalist Parti olmak üzere siyasal alanda bir Yahudi karşıtlığı beliriyor. Ve 5-6 yıl içinde Yahudiler ‘makbul’ oldukları topraklarda bir anda ‘maktul’ duruma geliyor. Ama Hitler’e sorarsanız, Yahudiler Almanları aldatmıştır.

‘ALDANMA’ TEK TARAFLI MI İLLA?

Gerçekten aldanan ‘muktedirler’ yok mudur? Elbette var. ‘Taht oyunları’ dediğimiz şey, biraz da aldanma-aldatma hikâyesidir. En meşhuru yine Julius Caesar’ın çok sevdiği Brütüs’ün onu hançerlemesi.

En acı ‘aldanma’ da budur herhalde. Çok yakın görünen, ‘aileden birinin’ aldatması, öfke krizlerine yol açar. Erdoğan’ın pazarlamaya çalıştığı da bu: ‘Ne istediler de vermedik?’ diyerek başladı bu hikâyeyi anlatmaya, kısa süre sonra ‘Aldatıldık, ihanete uğradık’ demeye başladı. 15 Temmuz’dan sonra bütün toplumu Cemaat’e karşı birleştirme şenlikleri kapsamında da, ‘Allah beni affetsin’ deyiverdi, günah çıkardı. (Erdoğan’ın en büyük başarısı, politikalarını insanların kendileriyle özdeşleşebileceği hikâyeler şeklinde pazarlaması. Muhalefetin de bir hikâyeye ihtiyacı var.)

Hikâyeyi bir de şöyle ele alalım: Diyelim ki Brütüs, Senato’da hitap etmeye kalktı ve Caesar’ın kendi çıkarlarını Roma’nın çıkarlarının üstünde tuttuğunu, yolsuzluk yaptığını, Romalıların başına iş açacak eylemlerde bulunduğunu, aslında hiç de göründüğü gibi biri olmadığını delilleriyle anlattı. Sizce Brütüs yine ‘ihanet’ etmiş olur muydu? Eğer Caesar’dan yanaysanız ya da bizzat Caesar’sanız, cevabınız muhtemelen ‘evet’ olur. Ancak hakikat ortada…

Muhtemelen AKP’lileri Erdoğan’a inanmaya iten şey, onun iktidarında buldukları ‘anlam’. Dediğim gibi bunun anlaşılır bir tarafı var. Bunun için de Erdoğan’ın karşısında yer aldığını düşündükleri herkese ‘ihanet’ çerçevesinde bakıyorlar. İslamcıların bir dönem satır satır okudukları Ali Bulaç’ın ya da Ahmet Turan Alkan’ın ‘muhalefeti’ karşısında, ‘aldanmışız’ dediklerini duyuyorduk hep. Oysa her iki ismin de yazdıkları, düşündükleri ortada.

Benzer şekilde, özellikle 2007’den sonraki süreçte, iktidarın etki alanında bulunan kimselerle çok yakın ‘pozlar veren’ Cemaat’in içinde de, ‘yandaş yazarlar’ konusunda benzer bir ‘ihanet’ hissiyatı oluşmuştur. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı iftarlarında, Abant Platformlarında, Zaman’ın, Bugün’ün sayfalarında ya da STV’nin stüdyolarında ‘Allah Fethullah Hoca’dan razı olsun’ diyerek dolaşan birçok isim, şimdilerde besmele niyetine ‘F..Ö’ lafzını kullanıyor.

NASIL ALDANMAYACAĞIZ?

Size büyük bir sevgiyle, ihtiramla yaklaşan insanların asıl niyetlerini bilemezsiniz elbette. Kimsenin ‘niyetini’ sorgulama makamında değiliz. Ancak bu aldanma-aldatma meselesinde daha sonraki dönemler için alınabilecek bazı önlemler var. Naçizane gözlemlerimi maddeler hâlinde aktarmak isterim.

1: Eşit ilişkiler kurmaya gayret etmek. Yapılan işin adı ‘Hizmet’ olunca, özellikle makam mansıp sahibi, şöhretli kişilerle kurulan ilişkilerde ‘eşitlik’ dengesi sağlanamayabiliyor. Evet, hak edene hak ettiği hürmeti göstermek gerekir ancak haddinden fazlası, ilişkiye zarardır.

2: Hele ki bu insanlar sizinle ilgili ‘övücü’ ifadeler kullanmışsa, orada bilhassa dikkatli olunmalı, evveli ve ahiri ile kabullenecek bir vaziyete geçmemek gerekir. Bir insanı ‘kandırmanın’ en kolay yolu, ona ‘ne kadar iyi, güzel, doğru’ olduğunu söylemekle başlar. Kanmamak için, övgü fasıllarına aldanmamalı, karşılıklı istifadeye dayalı diyalog kurmaya özen göstermeli.

3: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçenlerde ülkesindeki yabancı basın mensuplarıyla yaptığı bir basın toplantısında kendisine ‘aşk’ ile ilgili soru sorulduğunda, çok bilinen o tespiti paylaşmıştı: ‘Aşk, çabucak nefrete dönebilir’. İşbu sebeple, aşk-nefret ilişkisinden kaçınmalı. Kimsenin bize âşık olmasını talep etmemekle birlikte, kimseye de âşık olmanın lüzumu yoktur kanımca. Neydi o söz? ‘Hüsnü zan, adem-i itimat.’

4: Nefret ilişkilerinden de kaçınmalı elbette. Dünyada barışı ve diyalogu tesis etmeyi hedefleyen bir topluluğa mensup bireylerin çocukça hislerden (kendimi kastediyorum) sıyrılması ve diplomatik nezaket olgunluğuna erişmesi beklenir. (Kişisel ilişkilerden ziyade, daha göz önünde, kamusal alanda kurulan ilişkiler için geçerli bunlar daha çok. Mesela sosyal medya…)

5: Zaten aşk-nefret ilişkilerinin temeli abartıya dayanır ve Bediüzzaman’a göre ‘abartı zımnî yalandır’. Yalan da kötü bir şey.

6: İngiliz edebiyat eleştirmeni ve şair T. S. Eliot, bir kitabın gerçek değerinin anlaşılmasını, o kitabın kendinden önceki edebiyat eserleri arasındaki yerini bilmeye bağlar. Yani ne kadar çok kitap okumuşsanız, o kadar doğru değerlendirme yaparsınız. İnsanlar için de geçerlidir bu. Çarşı esnafının ‘insan sarrafı’ olmasının hikmeti, çok insanla muhatap olmalarında aranmalı. Muhatabımızın alanında ne kadar ‘kalifiye’ olduğunu bilmek için bolca okumalı, bilgi birikim sahibi olmalı ve ona göre değerlendirmeye tabi tutmalı.

7: Çağımız popülizm çağı. İnsanlar nefislerine hoş gelen, duygularına hitap eden ‘politikacıları’ seviyorlar. Mesela Türkiye’de muhalefet halkı sürekli ‘değişmeye’ davet ederken, Erdoğan halka Avrupa’ya meydan okuma gibi afakî misyonlar biçiyor. Sonuçta, gönle hoş gelenin hangisi olduğu belli. Sadece politikacıları mı? Nefsimizi temize çıkarma, ‘bizde bir sıkıntı yok, sorun hep başkalarında’ anlamına gelebilecek cümleler kurma, kabahati hep başkalarından bilme, kulağa hoş gelse de, aldanmaya kapı aralayan en önemli husus.

8: ‘Komplekse girmeme’ ve modern psikolojide ‘özgüven’ denilen ama tasavvufta ‘kendini bilme’ (“Kendini bilen Rabbini bilir”) olarak da okunabilecek husus var bir de. Pedagoglar da şimdilerde uyarıyor, çocuklarınızı her işinden sonra ‘onay’ bekleyecek şekilde yetiştirmeyin, diye.

9: Bir keresinde mahallemizdeki bir büyüğüm, elindeki sayısal loto kuponunu yatırmam için bana uzattığında, ‘Kusura bakmayın, ben bunu yatıramam’ demiştim. Kızacağını düşünüyordum ama yüzüme gülümseyerek baktı ve ‘Aferin!’ dedi. Eskiden insanlar yanlış yoldaysa, yanlış yolda olduğunu bilirdi galiba en azından. Prensipli yaşamaya, işleri ‘arka kapıdan dolaşarak’ yapmamaya uygun bir ortam oluşturmak, hep bu ortamı beslemek ve başta inandığımız değerlere, sonra da içinde bulunduğumuz toplumun yasalarına, kurallarına uygun olmayan işlere ‘tevessül dâhi etmemek’, herhalde en önemli zenginlik olacaktır. Takva ölçüsü itibariyle, sadece yanlışlardan değil ‘şüpheli’ olan yanlıştan bile kaçınmak icap eder.

10: Bazen sanat, sanat içindir. Bir hakikati, herkes anlasın diyerek karikatür seviyesine indirmek, hakka saygısızlık olabilir. Meseleleri derinliğiyle ele almak ve kendini de o derinliğe salmak, böylece yüzeysel ve aldatıcı olandan kaçınmak mümkün. Hatta elzem.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin