Ahirzamanın üç günü ve tecdidin üç dinamiği (4)

YORUM | SEYİD NURFETHİ ERKAL

Bediüzzaman, kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye’nin ifrat ve tefritlerini (Eflatun’dan bugüne olduğu üzere) insanoğlundaki ahlaki sapmanın kaynağı olarak ele almaktadır (11. Lem’a). Düşünce tarihi boyunca kişisel ahlakın ölçüsü olarak değerlendirilen bu üç kuvve, Ene Risalesinde ise (benzerine rastlamadığımız orijinallikte) makro düzeyde, insanlık çapındaki taşkınlıkların kaynakları olmaları itibariyle incelenmektedir (30. Söz).

Hatırlanacağı gibi Eflatun öfkeyi beyaz at, şehveti siyah at olarak ele almış ve at arabacısı konumuna aklı koymuştur. Ancak adalet, denge ve hikmete ulaşmada Bediüzzaman (Eflatun’dan beri gelen bütün stoacı ve meşşai filozoflardan farklı olarak ibn-i Sina’ya benzer şekilde) aklı da dizginlenmesi gereken üçüncü bir at olarak ele almaktadır. Dizginleri elinde tutması gereken arabacı konumuna ise dinin pratik aklı diyebileceğimiz sünneti yerleştirmektedir.

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi kat’î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinap etmiştir. Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm فَاسْتَقِمْ كَمَۤا اُمِرْتَ emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvâlinde istikamet, kat’î bir surette görünüyor.

Meselâ kuvve-i akliyenin fesat ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabâvet ve cerbezeden müberrâ olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gadabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-i kudsiye ile kuvve-i gadabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffâ olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, âzamî mâsumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hâkezâ, bütün Sünen-i Seniyyesinde, ahvâl-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer’iyesinde hadd-i istikameti ihtiyar edip, zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinap etmiştir. Hattâ tekellümünde ve ekl ve şürbünde iktisadı rehber ve israftan kat’iyen içtinap etmiştir.” (11. Lem’a)

Bu noktada beşeri akıl ve tecrübenin iyi, doğru ve güzeli bizzat kendi kendine bile(bile)n değil, bildirilmekle uyan konumuna yerleştirilmesi, geleneksel dini düşünce ile felsefe arasındaki temel, belirleyici farkı teşkil etmektedir. Malum olduğu üzere (11. Lem’a’da izah edildiği üzere) farzlar, nafileler ve güzel adetlerden oluşan sünnet-i senniye dinin bir parçası değil bizzat kendisidir, aslıdır, tamamıdır.

Gerek “nereden geliyorum, nereye gidiyorum, neciyim?” gibi metafizik suallere iman esaslarıyla tatmin edici, mukni cevap vermesi; gerek “böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” tereddütlerini İslami pratiklerle gidermesi; gerekse de “kâinattaki masnuatın mehasiniyle kendini hadsiz bir surette sevdiren Zat’ın sevdirmesine sevmek ile mukabele etmede” ihsan şuuruyla biricik vesile olması cihetleriyle Allah’ın Elçisine (s.a.s.) uymak, insanoğlu için saadete ulaşmada biricik, alternatifsiz yoldur.

Tarih boyu iyi, doğru ve güzelin peşinde eşya/tabiat, toplum/tarih, insan/ruha dair sorular sorup, cevaplar arayan insanoğlu, ilk insan ve ilk nebiden bugüne hiçbir zaman kendi başına bırakılmamış gerek o mustakim yola hidayette gerek o yolda devam edip yürümede her daim nebiler, sıddıklar, şahitler ve salihlerle teyid edilmişlerdir. Bu rabbani rehberliğe rağmen, âdemoğlu bu eğitmenlerinden yüz çevirdiğinde tarih boyu çeşitli inhiraflar yaşamış; akıl, öfke ve şehvetinin itme ve çekmeleriyle bu yoldan uzaklaşıp “mağdup” veya “dallin” patikalarından uçurumlara doğru yol almıştır.

Zaman/istikbal”, “zemin/dünya” ve “insan/nefs” şeklinde iç içe geçen üç dairenin merkezinde yer alan insanoğlu, nimet verilen rehberlerin sözüne kulak verip, kendi akıl ve tecrübesini bu nebevi bilgiye uyma istikametinde istimal ettiğinde ise “iman”, “İslam” ve “ihsan” nimetleriyle gerçek anlamda aydınlanarak eşya, hadiseler ve benliğin esrarını marifetiyle aydınlatan bir ışık kaynağı hüviyetini almıştır.

“Hem insaniyeti verdi. O insaniyetle o nimet-i vücut mânevî ve maddî âlemlerde inkişaf ederek insana mahsus duygularla o geniş sofralardan istifade yolunu açtı.

Hem İslâmiyeti bana ihsan etti. O İslâmiyetle o nimet-i vücut âlem-i gayb ve şehadet kadar genişlendi.

Hem iman-ı tahkikîyi in’âm etti. O imanla o nimet-i vücud, dünya ve âhireti içine aldı.

Hem o imanda mârifet ve muhabbetini verdi. Ve mârifet ve muhabbetle o nimet-i vücut içinde daire-i mümkinattan âlem-i vücuba ve daire-i esmâ-i İlâhiyeye kadar hamd ü senâ ile istifade için ellerini uzatabilir bir mertebe ihsan etti.

Hem hususî olarak bir ilm-i Kur’ânî ve hikmet-i imaniye verdi. Ve o ihsanıyla çok mahlûkat üstüne bir tefevvuk verdi.” (4. Şua)

Bu asra yani ahirzamana gelindiğinde her asırda olduğu gibi insanın önünde hidayete giden yol, iman, İslam ve ihsan boyutlarıyla, temsilcilerinin yol göstericiliğinde aydınlanırken; kendi akıl, öfke ve şehvetinin peşinde kendi fikrini, hissini ve zevkini mutlaklaştıran bireyler ve toplumlar için gerek tabiat gerek tarih gerekse de benlik insanı mağdup ve dallin yönlerine sevk eden manyetik çekim alanları olmuştur.

“Tabiat” (kozmolojik örtü) denilen umum mahlûkat, Hakk’ın âyetlerinden oluşan bir kitap iken, nasıl “varlık” âlemi genişliğinde bir perde hüviyetini almakta ve “ene” (psikolojik örtü) kıyas için verilmiş bir ölçü aleti iken, “insan”ın iç âleminde Hakk’ın yüzünü örten bir peçe şeklini almakta ise, “tarih” (sosyolojik örtü) dahi hadiseleri mutlak bir sebep sonuç ilişkisine bağlı okuyan zihinlerin elinde “zaman” boyutunda hakikati örten kara bir şal suretine bürünmektedir.

“Tabiat/varlık”ın “kuvve-i akliye”nin yüzeysel nazarıyla, naturalist “kozmoloji” disiplinleri çerçevesinde, “Darwnist/Evrimci” okumaya tâbi tutulması ya da “nefs/insan”ın “kuvve-i şeheviye”nin sınırsız istimaliyle, analitik “psikoloji” prensipleri cenderesinde, “Hedonist/Freudyen” kabullerle ele alınması ne surette dalâleti netice veriyor ise “tarih/zaman”ın “kuvve-i gadabiye” perspektifinden, birtakım materyalist “sosyoloji” kaideleri doğrultusunda, “Marksist/Hegelyen” bir anlayışla ele alınması da inkâra sapan bir yol olmaktadır.

Her türlü “küfr/inkar”a karşı iman hakikatleri çerçevesinde, her çeşit “fısk/isyan”a karşı İslam esasları çizgisinde ve her nevi “nifak/riya”ya karşı da ihsan şuuru içerisinde mücadele etmek gerektiği mâlum olduğundan, biz burada iç içe geçen bu dairelere dair inkar endeksli bakışların geniş tahliline girişecek değiliz. Ancak gelecek yazılarda ahirzamanda ifsat cereyanlarına karşı dinin birinci dava vekili olan Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin ve o şahs-ı maneviyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı manevisinin rehberliğinin ve o rehberlere uymanın, insanlık tarihi meydanındaki bu son çarpışmada ilmi, ameli ve manevi mücadelede adına neden vazgeçilmez olduğunu ele almaya gayret edeceğiz.

(Devam edecek)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. yazarin umrundaysa eger; bilginize saygim var ama 4 bolum gecti hala ne anafikir ortada ne de saded. Keske daha anlasilir yazsaniz ve kisa ozetlerle aciklayici fikirler verseniz. Yaziniz kes kopyala yapistir gibi birsey. Tekrar ediyorum, bilginize ve emeginize saygim var ama yazdiklariniz karsidakinin anlayabildigi kadar karsilik bulur, ben bisey anlamadim. Umarim daha aciklayici ve anlasilir yazarsiniz.

    • Allah razi olsun hocam, giris kismini gectik. Simdi son cumlede soylediginiz meseleyi insaallah genisce ele almaninizi bekliyorum. Allah kolaylik versin.
      “Ancak gelecek yazılarda ahirzamanda ifsat cereyanlarına karşı dinin birinci dava vekili olan Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin ve o şahs-ı maneviyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı manevisinin rehberliğinin ve o rehberlere uymanın, insanlık tarihi meydanındaki bu son çarpışmada ilmi, ameli ve manevi mücadelede adına neden vazgeçilmez olduğunu ele almaya gayret edeceğiz.”

    • Ozellikle son iki yaziyi anlamamanin verdigi kizginlikla yazari elestiri ifadelerimde ileri gitmis olabilirim, ozur dilerim. Aceleci davranmisim. Daha anlasilir yazilar beklentisindeyim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin