Ahirzamanın üç günü ve tecdidin üç dinamiği (2)

YORUM | SEYİD NURFETHİ ERKAL

Naim b. Hammad, İbni Mes’ud’dan tahric etti, O şöyle dedi: “Ticaret ve yolların kesildiği ve fitnelerin çoğaldığı zaman, muhtelif beldelerden yedi alim her birinin beraberinde üçyüz on küsur kişi olduğu halde, birbirlerinden habersiz bir şekil Mekke’de bir araya gelirler. Biri diğerini “Burada ne arıyorsun?” diye sorar. Ona şöyle derler“Biz O şahsı aramak için geldik ki, fitneler O’nun eliyle sönebilir. Konstantiniyye O’nunla feth edilir. Biz O’nu ismi ile ve anasının, babasının ismiyle ve ordusu ile tanırız, Mekke’de olduğunu da biliyoruz”. Bu yedi alim bu konuda birleşirler O’nu ararlar ve Mekke’de bulurlar. Ve kendisine “Sen falan oğlu falansın” derler. O ise “Ben sadece Ensar’dan birisiyim” der. Onların elinden kurtulur. O’nu tanıyan ve bilenlere anlatırlar, bunun üzerine “aradığınız sahibiniz O’dur ve Medine’ye gitmiştir” denilir. Bu defa O’nu ararlar, halbuki O tekrar Mekke’ye dönmüştür. O’nu tekrar Mekke’de bularak yine, “Sen falan oğlu falansın, annen de filan kızı filanedir, sende şu şu alametler vardır, birinci defa bizden kurtuldun uzat elini sana biat edelim” derler. Bunun üzerine O “Ben aradığınız değilim” der ve tekrar Medine’ye gider. Medine’de yine aranınca tekrar Mekke’ye döner. Mekke’de kendisini Rükun’da bularak şöyle derler: “Eğer biatlarımızı kabul etmezsen, bizi aramakta olan ve başında Haddam’dan birisinin bulunduğu Süfyani ordusuna karşı korumazsan, günahlarımız Senin üzerine ve kanlarımız da boynuna olsun.” derler. Bunun üzerine o Zat, Rükun ile Makam arasında oturur ve elini uzatarak biatları kabul eder. Allah’da O’nun muhabbetini insanların sinelerine yerleştirir. O daha sonra gündüz aslan, gece ise abid olan bir kavimle beraber olur.”

Malum olduğu üzere gelecekten haber veren bu nevi hadisler tevil edilmelidir. Bu hadiste bahsi geçen bir şahısdan ziyade Efendimiz’in Mekke dönemindeki imanı anlatma, Medine dönemindeki hayata tatbik ve Mekke’nin fethi sonrası hicaz sınırlarını aşan en geniş dairede icra gibi misyonlarının temsilcileri olan üç farklı şahsa bakması muhtemeldir. Zira Hz. Üstad’ın belirttiği gibi bu zamanda bu üç misyonun kemaliyle bir şahısta ictiması bir ömür müddetine sığması mümkün görünmemektedir. Zira bunlar adetullah gereği takip edilmesi gereken fıtri, sosyolojik süreçlerdir.

Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) Mekke, Medine ve fetih sonrası dönemleri bu cihetten okunabileceği gibi Üstad Hazretleri tarafından vaz’ edilen ahirzamandaki tecdid hareketinin üç devresini de bu cihetten ele almak mümkündür. İlk inen Mekkî âyetlerin daha ziyade imana dair olması, şer’î hükümlere dair âyetlerin ise Medine’de inzal olması bu hakikatlerin tâlim sırasını bize ders verirken, Medine’de cemiyet hayatına ait esasların vaz’ edilmesi ve şer’î hadlerin belirginleşmesi İslam’ın hayata hayat olmasının ancak ilâhî hukuk çerçevesinde mümkün olduğunu göstermektedir.

İman/akaid, İslam/fıkh ve ihsan/tasavvufa dair bu sıralamayı İslam tarihinin yanısıra İsrailoğullarına, ulü’l-azm nebilerden Hazreti İbrahim vasıtasıyla iman hakikatlerinin, Hazreti Musa ile şer’î hükümlerin ve Hazreti İsa vesilesiyle tasavvufî hikmetlerin ders verilmesi çizgisinde takip etmek de mümkündür. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’deki, Hazreti Lokman’ın oğluna öğüt verişindeki sıralama hatırlanacak olursa; irşad sürecinde, itikattan amele, amelden, ahlâka doğru devam etmesi gereken seyr açıkca görülebilecektir.

Tebliğ ve irşad hareketlerinin bütününde de bu olgunlaşma süreci gözlemlenmektedir. İşin başlangıcında bulunanların bağlandıkları hakikate kesin inanç ile sâfiyet derecesindeki sadâkati, takip edenlerin bu inanç esaslarını tatbik ile hayatın geniş alanına yaymaları şeklinde sürerken, nihai aşamada yer alanlara, meseleyi incelik ve derinlikleriyle en kâmil bir surette ortaya koymak düşmektedir. İnanç döneminde, bir dünya görüşü ve ideali etrafında birleşen küçük ama mütesânid bir kadro her türlü zorluğu göğüslerken; takip edenler o hareketi belirli bir düzen ve sistem çerçevesinde fedakârlıkla omuzlayıp, daha geniş bir daireye taşıyıp, tatbik etmiş; sonda gelenlere ise rahat ve rehavete kapılmadan meseleyi mütekâmil bir surette vaz’ ve icrâ etme vazifesi kalmıştır.

Medeniyetlerin tarih sahnesine çıkışında “kabile”den “devlet”e, devletten “medeniyet”e yürüyüş sürecilerine genel bir bakış atıldığında da bu üçlü sıralama göze çarpacaktır. Tarih boyunca milletler kabile, devlet ve medeniyet aşamalarından geçerken, metafizik/inanç, etik/hukuk, estetik/sanat sürekliliği içinde normlardan formlara doğru yürümüş, varoluş vetirelerinin her durağında kendilerini ispat etmekle mükellefiyetlerini yerine getirmişlerdir. Çekirdekten çiçekli, meyveli bir ağaca doğru devam eden bu sürecin her dönemindeki vazife, kendi vaktine göre benzersiz bir kıymette ve ihmale gelmeyecek ehemmiyettedir ancak diğer dönemleri de belirlemesi yönüyle çekirdek aşamasındaki yani inanç/itikad dönemindeki sâfiyet ayrı bir önemi haizdir. Hazreti Ebubekir’in, Hazreti Ali’ye Mekke döneminin zorlu atmosferini hatırlatışına da bu noktadan bakmak gerekir.

Zaman üstü iman hakikatleri/itikad esasları değişmezlikleriyle ve devam eden dönemlere renk ve şekil vermeleriyle sadece bulundukları devirle değil umum devirlerle doğrudan alâkalıdırlar. Bunu evvelde bulunan çekirdeğin içinde sakladığı programla, genetik yapısıyla ağacın her aşamasını belirlemesine benzetmek mümkündür. Bu ilk mevhibe (tıpkı sahabe-i kiram efendilerimiz gibi) kesin inançlı, sağlam itikat sahibi saf bir cemaatin elinde ortaya çıkmakta, devamında gelen “ashab-ı yemin” ise “es-sâbıkûne’l-evvelûn” denilen bu saf kadronun yürüdüğü yola ve yürüyüş nizamlarına riayetleri ölçüsünde bir kıvam kazanıp, nihai başarıya ulaşabilmektedir.

İman, İslam, ihsan şuurunun bir İnsan-ı Kamil ve etrafındaki saf bir kadro tarafından bu seviyede temsili Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzüne “nazar-ı merhametini celb etmek” adına vazgeçilmez bir şarttır. Anlaşılan o ki; varlığın rahmet ile devamı noktasında ilâhî şefkate vasıta olan Kâmil İnsan ve etrafındaki saf kadronun, hakikatin temsili ve tebliği adına ortaya koydukları performans, en geniş varlık dairelerinde dahi değişimin belirleyici çarkı olmaktadır.

Özellikle bu hakikatlerin cemiyet hayatında kökleşmesi ve toplumun geneline yayılıp, devam edebilmesi dinin emir ve yasaklarının kabul edilip, uygulanmasıyla mümkün olmaktadır. Zaman boyutunda itikat esasları insanlık ve tarihinin değişim ve dönüşümünde nasıl bir rol oynuyor ise zemin boyutunda, yani dünyaya ait meselelerin hallinde, dinin pratik uygulamaları da aynı rolü oynamaktadır. Ancak ibadet ve muamelata dair hükümlerin hayata tatbiki ile fesadın önünün alınması, yeryüzünün selâmette kalması ve neticede insanların selâmete yani “dâru’s-selâm” olan cennete doğru yol alması mümkün görünmektedir.

(Devam edecek)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Yazınızın devamını heyecanla beklemekteyim. Çünkü cevap arayan sorularım var bugüne dair. Elle tutulur müşahhas yani benim gibi bir avamın anlayacağı seviyeden cevaplar aramaktayım.
    “Bu üçlü vetirenin neresindeyiz ve yol kazası mı oldu?” gibi cahilce sorduğum sorulara cevap arıyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin