ABD’nin üç ayaklı Putin stratejisi

HABER ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ikinci haftasını bitirdi ve sahadan gelen yıkım haberleri ürkütücü boyutlara ulaştı.

Putin artık sivil-asker ayrımı gözetmeden, üstelik yasaklı mühimmat kullanmaktan bile çekinmeden saldırıyor.

Buna karşılık Ukrayna her geçen dakika dünyanın daha çok sempatisini kazanan bir direniş gösteriyor.

Peki ama bu tablo nereye evrilecek?

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Sonuçta Rusya’nın ezici bir askeri gücü var. Ukrayna nereye kadar direnebilir ve ABD önderliğindeki Batı bloku Putin’e karşı ne yapabilir?

Bugünlerde başta Washington olmak üzere Batılı başkentlerde en çok tartışılan konu bu.

Putin’e karşı izlenecek strateji nasıl olacak?

Washington’un politika yapıcılarının olaylara nasıl yaklaştığı, AB ile nasıl bir strateji yürüttükleri ile ilgili öne çıkan noktalar şöyle…

Öncelikle, Putin’in bu saldırısı sadece Ukrayna’ya değil uluslararası normlara karşı yapılmış bir saldırı olarak görülüyor.

Dolayısıyla sanattan spora, bilişimden tarıma her alanda uygulanan yaptırımlar böyle bir görüşün yansıması.

Mesela McDonalds’ın Rusya’da bulunan tüm şubelerini geçici olarak kapatmasının ardında böyle bir anlayış yatıyor.

Dahası Putin’in bu saldırısı ile birlikte daha geniş çerçevede Avrupa ve dünya düzeninin tehlikede olduğu anlaşılmış oldu.

Bugün Batılı başkentlerin tamamında “Putin Ukrayna’yı ele geçirdikten sonra Baltık devletlerine ve Polonya’ya musallat olacaktır” anlayışı hakim.

ABD-AB önderliğindeki liberal demokratik koalisyonun üç hedefi olduğunu söylemek mümkün.

Tabi ki en belirgin amaç Ukrayna’nın kurtuluşu, restorasyonu ve yeniden inşası, daha sonra benzeri bir saldırıya karşı güçlendirilmiş bir ülkeyi garanti etmek.

Batılı başkentler de yapılan projeksiyonlara göre Putin’in içeriden halk ayaklanmaları ve kamuoyu baskısı ile devrilmesi, yaptırımlarla yıkılması çok mümkün değil. Çünkü ne muhalefetin sokağa çıkacak hali var ne de medyanın gerçekleri yazacak hali. Yani ufukta bir “Rus devrimi” gözükmüyor.

O yüzden Batı’nın hedefi Rusya’yı yaptırımlarla derinden sarsmış, askeri açıdan sakat, böyle bir saldırıyı tekrar yapacak yeteneklerden uzak ve tecrit edilmiş hale getirerek kendi içinde olabildiğince bölünmesini sağlamak.

Bir başka ifadeyle sadece Putin’i değil, onu doğuran ve besleyen sistemin de çökertilmesi gerektiği inancı yaygın.

İkinci aşama ise Ukrayna’nın askeri olarak desteklenmesi.

Putin’in hedefi ilk 24 saatte Kiev’e girmek ve Ukrayna’yı kolaylıkla teslim almaktı ancak masa başında yapılan stratejiler işe yaramadı.

Ukrayna uzun sürecek bir şehir savaşına sahne olacak gözüküyor.

Bu yüzden Ukrayna ordusunun etkili silahlarla desteklenmesi kritik öneme sahip. Nitekim krizin ilk günlerinde çekingen davranan Batılı ülkeler sonradan askeri yardım konusunda öne çıktılar. Böylece hem Ukrayna halkına karşı ahlaki sorumlulukları yerine getirilirken hem de Putin’i dizginlemek için en etkili yöntem hayata geçirilmiş oluyor. Öte yandan ABD’nin bu konuda hayli tecrübeli olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Mesela Afganistan’daki Sovyet karşıtı direnişi desteklemek için oluşturulan CIA programının beyni Michael Vickers’ın kitabı bu konuda iyi bir kaynak. Vickers diyor ki: “İyi silahlanmış ve kararlı bir halk acımasız bir süper gücü yenebilir.”

Batılı uzmanlara göre Ukrayna coğrafyası böyle bir direnişi organize etmek için Afganistan’a göre daha avantajlı.

ABD’nin önderliğinde yürütülen sürecin ikinci ayağı ise yaptırımlarla Rusları köşeye sıkıştırmak. Rusya her ne kadar çok büyük bir ülke ve coğrafya olsa da ekonomik büyüklüğü İtalya kadar.

Putin ve oligarklara yönelik yaptırımların amacı ise sadece Putin’i köşeye sıkıştırmak değil aynı zamanda sakat bırakmak. Öyle ki yaptırımlarla Rusya ve Rus halkı hareket edemez hale getirilecek.

Halihazırda Rusya’ya karşı uygulanan stratejinin üçüncü ayağı, NATO’nun güçlendirilmesi, güçlü bir ‘Doğu Cephesi’ kurulması olarak tanımlanabilir.

Putin’in Ukrayna işgali sonrası ortaya çıkan şartlar NATO için güçlü bir doğu cephesi inşasını kaçınılmaz kıldı. Bu noktada Polonya çok kilit bir ülke haline geldi. Diğer bir kritik nokta ise Baltık Ülkeleri.

Hem bu ülkelerin savunma alanında güçlendirilmeleri hem de ABD başta olmak üzere NATO’nun buralarda üs kurması kaçınılmaz olarak gündeme gelecek.

ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası başlattığı yardım programına benzer bir programın başlamasını savunanlar da az değil.

Ukrayna’nın işgali sonrası Almanya’nın aldığı radikal kararlar yazının başından bu yana anlattığım politikanın bir parçası. Almanya güçlü bir ordu kurmak için devasa bir yatırım programı yaptı ki bu devasa ve güçlü bir Alman ordusu geliyor demek.

Bu üç ayaklı strateji birbirine paralel olarak uygulandığında Rusya yavaş yavaş güçsüzleşecek ve aniden çökecek.

Rus ordusu ve ekonomisinin bu yaptırımlara ne kadar dayanacağı henüz net değil.

Fakat yaygın bir yaptırım sonrası uzun süre direnmesi de çok mümkün gözükmüyor.

Putin’in sistemi tamamen çökmese bile müzakere masasına geldiğinde nefesi kesilmiş halde olacak. Putin her ne kadar eski bir KGB subayı olarak akıl oyunları konusunda birikimli olsa da ABD-AB önderliğindeki demokrasi bloğu karşısında işi hiç kolay değil.

Sonuç olarak Putin’in Ukrayna’yı işgaliyle birlikte dünya yeni bir döneme girdi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin