ABD’li diplomatlar sınır dışı mı edilecek?

Yorum | Erhan Başyurt

Türkiye ve ABD ilişkileri en kritik dönemlerinden birini yaşıyor.

Türkiye’nin iki Türk konsolosluk görevlisini ‘casus’ suçlamasıyla tutuklaması ve üçüncü bir isim hakkında da gözaltı kararı alması krizi tetikledi.

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği ‘ABD tesislerinin güvenliğine ve personeline yönelik taahhütlerini’ yerine getirmediğini iddia ettiği Türkiye’de ‘göçmen olmayan tüm tüm vize işlemlerini durduğunu’ açıkladı.

Bu sıradan bir karar değil. ABD benzer kapsamlı yaptırımları şu an sadece Venezuela, Yemen, Suriye, Libya, Kuzey Kore ve İran’a uyguluyor.

‘Stratejik ortak’ diye tabir edilen ABD’nin nezdinde iktidarın Türkiye’yi düşürdüğü durum acı verici…

Türkiye’ye bir nevi ‘haydut devlet’ reçetesi yazılmış durumda.

GERİLİM PATLAMASI YAŞANIYOR

Vize krizi, aslında bir süredir biriken gerilim ve sorunlar yumağının patlaması, enerji boşalması.

AK Parti hükümetinden önemli isimler bir süredir 15 Temmuz darbesinin İncirlik’ten, yani ABD üssünden yönetildiğini iddia ediyor.

İktidarın talimatıyla manşetler atan ‘yandaş medya’ da, sık sık CIA darbesi göndermesi yapıyor ve CIA’nin Türkiye’yi karıştırmaya çalıştığını yazıyor.

Gezi Olayları’ndan bu yana ‘CIA komplosu’ sık sık tekrarlanıyor.

Güvensizlik o boyutta ki Türkiye bir süredir, İncirlik’e gelen kargolarda denetim yapıyor…

İki ülke arasındaki ilişkiler, en zayıf ve kırılgan dönemlerinden birini yaşıyor.

ŞANTAJ VE REHİNE DİPLOMASİSİ TERS TEPTİ

AK Parti döneminde ABD ile 1 Mart 2003 tezkere krizi ve 4 Temmuz 2003’de Türk askerinin başına Süleymaniye’de ‘çuval geçirilmesi’ gibi önemli krizler de yaşandı, ancak derinleştirilmeden üstesinden gelindi.

Bu kez durum biraz daha farklı gibi…

AK Parti iktidarı, uzun süredir Gülen Hocaefendi’nin ABD’den ‘delilsiz’ iade edilmesini ve İranlı Rıza Zarrab’ın serbest bırakılmasını istiyor.

Bu amaçla, arka arkaya resmi heyetler gönderildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bizatihi konuyu Beyaz Saray görüşmelerine taşıdığını açıkladı.

İktidar istediğini elde edemeyince, ‘şantaj’ veya ‘rehine alma’ yöntemine başvurdu.

Türkiye’deki Amerikalı Papaz Andrew Brunson keyfi şekilde tutuklandı ve bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açık açık ABD’ye ‘takas’ teklifinde bulunuldu.

Suçsuz insanların ‘rehin’ alınması ve hukuksuz bir takas için ‘şantaj’ amaçlı kullanılması ters tepti…

Türkiye’de hukukun askıya alınması, NASA’da çalışan bir ABD vatandaşı Türk’ün tatile geldiği sırada ‘cebinde 1 dolar bulunduğu’ için tutuklanması ve ABD’li gazetecilerin keyfi şekilde gözaltına alınması hadiseleri yaşandı.

‘CASUS’ TÜRKLERİN ABD’Lİ AMİRLERİ DE SUÇ İŞLEMİŞ OLUR!

Tüm bunlara ek olarak ABD’nin Türkiye’eki diplomatik misyonlarında çalışan Türklerin ‘casus’ suçlamasıyla tutuklanması bardağı taşıran damla oldu.

Görevi Türk güvenlik görevlileriyle ‘irtibat kurmak’ olan bir elçilik çalışanının, 10 yıldır yürüttüğü bu görevden dolayı tutuklanması akıl ve mantıkla izah edilemez.

Şayet bu Türkler ‘casus’ ise, onların isimlerini verdikleri Amerikalı amirleri de ‘Türkiye’de casusluk faaliyetinde bulunmak ve darbeye müdahil olmaktan’ suçlu hale gelir.

Şayet ABD’nin farklı diplomatik misyonlarında 3 Türk casus ise, onların amirleri 3 Amerikalı ve onların sıralı amirleri de ‘yasadışı casusluk faaliyetinde bulunmuş’ demektir.

Bu durumda, ‘persona non grata’ yani ‘istenmeyen adam’ ilan edilip hepsinin bir an önce sınır dışı edilmeleri gerekir.

Bu durum krizin görünenden derin bir hal alacağını, ABD’nin ‘personel güvenliğine’ ilişkin kaygılarının haksız olmadığının göstergesi…

‘İNTİKAM PEŞİNDEKİ’ TÜRKLER KİM?

Peki kriz neden derinleşiyor…

ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ın vize krizine ilişkin basın açıklamasında yer alan bir paragraf oldukça dikkat çekici.

Bass diyor ki:

Bu tutuklama, bazı yetkililerin, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki uzun zamandır süre gelen işbirliğini bozmak amacında olup olmadığına ilişkin soruları akıllara getirmiştir.’

Eğer doğruysa, bu durum, diplomatik tesislerimizde çalışan ve buraları ziyaret eden kişileri risk altına sokacaktır.

Bu tutuklamaların münferit bir olay mı olduğunu, yoksa başka Türk çalışanlarımızın da sadece görevlerini yerine getirirken Türk hükümeti yetkilileri ve daha geniş kapsamda Türk toplumuyla görüşmeleri nedeniyle tutuklanmalarını mı beklemeliyiz, bilmiyoruz’’.

ABD Büyükelçisi John Bass, vize yaptırımı kararını açıklamadan bir hafta önce bir grup basın mensubuna yaptığı açıklamada şu çarpıcı sözleri dile getirmişti:

‘Türk hükümetinde bazılarının bu davanın hâkim önünde mahkemede takip edilmesi yerine yargılamanın basın organları aracılığıyla yapılmasını tercih etmiş olmalarından derin bir rahatsızlık duyuyorum. Bu bana adaletin değil daha çok intikam peşinde olmak gibi geliyor.’

ZARRAB DAVASI KORKUSU VE AVRASYACI EKSEN KAYMASI

Peki gerçekten Türkiye’de ‘adalet değil intikam peşinde olan’ ve ‘Türkiye ile ABD arasındaki işbirliğini bozmak amacında olanlar’ var mı? Varsa kim bunlar?

Başka bir deyişle, ABD ile kriz çıkarılmasını kimler neden isteyebilir?

İki ‘olağan şüpheli’ öne çıkıyor.

Birincisi, AK Parti iktidarı ve Saray çevresi…

Zira Kasım ayında açık olarak yargılaması başlayacak olan Rıza Zarrab duruşmasında, iktidardan bazı isimlerin daha deşifre olması, hatta somut para trafiğinin ortaya çıkması ihtimali yüksek.

Bu nedenle AK Parti iktidarı, ABD ile bilinçli bir kriz çıkarıp, ilişkileri ‘sorunlu’ hale getirerek, bu davadan çıkacak delilleri, birer ‘iftira’ gibi kendi tabanına lanse etmek istiyor olabilir…

İktidarın ABD’de başını ağrıtan tek unsur İranlı Zarrab davası değil… Cumhurbaşkanı’nın korumalarına yönelik soruşturma, Flynn’e rüşvet ve Gülen’i kaçırma planı için 600 bin dolar ödeme gibi çok ciddi başka davalar da yürüyor…

İkincisi, 15 Temmuz sonrası hassaten TSK’da terfi alan Avrasyacı klik ve Perinçek düşüncesindeki iktidar ile temas halinde olan güçler, Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırmaya çalışıyor olabilir…

Rusya’dan S-400 füzesi alımı, Rusya ve İran ile Suriye’de ortak operasyon Avrasyacı askeri kanadın tercihlerini ortaya koyuyor.

AB ile ilişkilerini koparma noktasına getiren, Almanya ve Hollanda ile kriz yaşayan AK Parti iktidarı, ABD ile de ipleri atarsa, Türkiye’nin eksenini Avrasya’ya çevirebilir.

Hukukun üstünlüğünden uzaklaşan, totaliterleşme eğilimindeki bir hükümet için, demokrasi kulübünden diktatörler kulübüne geçiş fazlasıyla arzu edilebilir bir husus…

İKTİDAR AYAKTA KALIR AMA TÜRK HALKI KAYBEDER!

Sonuçta, ABD ile kriz ve Batı blokundan uzaklaşmak, özgürlükler ve demokrasiden daha fazla uzaklaşmaya, hukukun büsbütün yok edilmesine neden olur.

Ekonomiye ve askeri teknolojiye büyük darbe vurur.

Buna karşılık, yaklaşmakta olan tsunamiyi gören hükümete ayakta kalma ve sırtını Rusya-Çin eksenine dayama imkânı verir.

Kısaca, birileri iddia edildiği gibi ABD’yi bilinçli şekilde krizin içine çekiyor ve ‘intikam amaçlı’ hareket ediyorsa, iktidar ayakta kalmayı başarır ama kaybeden Türkiye ve Türk halkı olacaktır!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Erhan Bey,

    Son paragraftaki iktidar ayakta kalır hipoteziniz bence tartışmaya açık.
    Çünkü çok basit bir kural vardır seçim sonuçlarını belirleyen en önemli unsur ev ekonomisidir. Ev ekonomisi iyi kötü sürdürülebilir durumdaysa, politik söylemler alıcı bulabilir, aksi durumda fanantik ideolojiler bile taraftarlarını kaybeder.

    Oy deposu olan karadenizin fındık fiyatı sonrasındaki isyanı bunun küçük bir göstergesi sayılabilir.

    Erdoğan da aldığı riskin farkında ve bu farkındalık galiba onu uykusuz bırakıyor. Evet ABD krizi şuan tabanı motive ediyor ama ekonominin yakıtı bittiğinde herşey farklı olacak.

    Evet seçimlerde hile yapılacak ve YSK hilesi referandum da işe yaradı. 2-3 puanlık fark bu yolla kapatılabilir ama mesela 10 puanlık bir fark için bu çok zor olur. Üstelik metal yorgunluğunun bir sonucu olarak, cihat saikiyle sandık başında hile yapacak gönüllü sayısı da hayli azalmışken.

    Savaş vb. bahane ile seçimleri erteleme alternatifi geçici bir çözüm olsa da, iyice yoksullaşmaya ve başka sorunlara neden olacağı için ileride daha büyük bir patlamalara zemin hazırlar.

    Erdoğan’ın kriz yönetecek strajik akla ve yeteneğe sahip olmadığı çok açık. Hipnotize olmuş bir toplumda yalan/şantaj/gerilim yoluyla oy ütmeyi stratejik akıl saymıyoruz tabi. Kendini kurtarmak için refleks yoluyla attığı her adım daha kabarık bir fatura olarak önüne konuluyor. Zaman aleyhine işliyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin