93 Harbi felaketini hatırlarken

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı tarihinin en ağır mağlubiyetlerinden birisi, daha çok 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’dır. 

Her ne kadar zihinlerde Plevne ve Erzurum savunmalarıyla yer etse de sonuçta felakete dönüşen büyük bir mağlubiyet yaşanmış ve Osmanlı Devleti siyasi, askerî, sosyal ve ekonomik yönden büyük problemlerle karşı karşıya kalmıştır. 

SAVAŞA GİDEN YOL

Rusların Osmanlı topraklarında yayılma siyaseti, 1853-1856 Kırım Harbi’nde İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne destek vermesiyle durdurulmuş hatta Paris Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü Avrupalı devletlerce garanti edilmişti. 

1870-1871 Savaşlarında Prusya’nın Fransızları yenmesi ve Alman birliğinin kurulmasıyla Avrupa’da güçler dengesi değişikliğe uğradı. Fırsattan yararlanmak isteyen Rusya, Paris Antlaşması’nın Karadeniz’in tarafsızlığıyla ilgili hükmünü tanımadığını açıkladı. Londra Antlaşması ile de Karadeniz’de donanma bulundurma ve tersane kurma hakkını yeniden elde etti. 

Rusya’nın bundan sonraki hedefi, Osmanlı topraklarındaki tarihi emellerini elde etmekti. Bunun için de Osmanlı Devleti’nin diplomatik yalnızlık içinde olması gerekiyordu. 

Osmanlı Devleti ilk defa Kırım Savaşı sırasında dış borç almış ve kısa sürede borçların faizini bile ödeyemeyecek duruma düşmüştü. Abdülaziz’in sadrazamı olan ve Rus yanlısı siyasetinden dolayı “Nedimof” denilen Mahmut Nedim Paşa,  Avrupalı devletlere olan borcun ödenmeyeceğini ilan etti. Bu karar büyük tepkiyle karşılandığı gibi Osmanlı Devleti’ni siyasi destekten de mahrum bıraktı.

Ruslar ise Panslavizm politikası çerçevesinde Balkan toplumlarını Osmanlı yönetimine karşı kışkırtma politikasına ağırlık verdiler. İlk isyan 1875’te Bosna-Hersek’te vergi meselesinden dolayı çıktı ve isyancılar ıslahat talebinde bulundular. Ardından Bulgarlar Osmanlı yönetimine karşı ayaklandılar. Bu şekilde başlayan “Balkan Bunalımı” kısa sürede bir Avrupa sorununa dönüştü. 

Rusların kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti’ne bağlı “özerk prenslik” olan Sırbistan ve Karadağ, Mayıs 1875’te savaş açtılar. Sırp kuvvetlerinin başında “Taşkent Aslanı” denilen Çerniayev bulunmaktaydı. Ancak Osmanlı kuvvetleri, Sırpları mağlup etmeyi başardılar. 

Osmanlı kuvvetlerinin başarısı üzerine Rusya, İngiltere ve Fransa devreye girdiler. Özellikle Osmanlı kuvvetlerinin Bulgar isyanını bastırması sırasında yaşananlar, Avrupa’da tepkiyle karşılanmıştı. 

Ayrıca Müslüman olan bir Bulgar kızının evlenmek için geldiği Selanik’te Amerikan konsolosluğuna götürülmesi üzerine Müslüman halk, galeyana geldi ve çıkan olaylarda Alman ve Fransız konsolosları öldürüldü. Bu durum da Avrupa kamuoyunun tamamen Osmanlı aleyhine dönmesine neden oldu. 

Rus tehlikesinin kapıya dayandığı sırada padişah Abdülaziz, bir askeri darbeyle tahttan indirildi ve yerine V. Murat tahta çıkarıldı. Ancak psikolojik rahatsızlığı şiddetlenince doksan üç gün sonra Abdülhamit padişah yapıldı. 

İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Almanya ve Avusturya İstanbul’da toplanan Tersane Konferansı’nda Balkanlarla ilgili çok ağır taleplerde bulundular. Osmanlı yönetiminin bu talepleri reddi üzerine son olarak Londra Protokolü adı altında teklifler yapıldı. 

Osmanlı yönetiminin bunu da reddi üzerine elçiler İstanbul’u terk ettiler. Bunun anlamı daha yirmi yıl önce Paris Antlaşması’nda Osmanlı toprak bütünlüğünü onaylayan devletlerin, bu kez Osmanlı Devleti’ni yalnız bırakmasıydı.  

BALKAN CEPHESİ

Bu gelişmeler üzerine Rusya, 24 Nisan 1877’de Osmanlılara savaş açtı. Ruslar savaş planlarını önceden hazırlamış ve Prusya usulü kesin sonuç alacağı yerlere hızla ulaşmayı hedeflemişti. 

Asıl hedef olarak gözüken Edirne, Osmanlı’nın tahkimat yaptığı kale ve mevzilerle karşılaşmadan ele geçirilecekti. Ruslar sonraki adımda İstanbul’a ulaşmayı planlamışlardı. 

Rus planının ağırlık noktasını “sonuç alınacak bölge” kabul edilen Balkanlar oluşturuyor, Kafkas cephesi tali cephe kabul ediliyordu. Rusların Balkanlara sevk ettiği kuvvetler için 200.000, 350.000 gibi farklı sayılar verilmiştir. Top sayıları da sekiz yüzün üzerindedir. 

Osmanlı Devleti de tarihinin en büyük seferberliklerinden birini yapmış ve 180.000 kadar kuvveti Balkan cephesinde toplamıştı. Osmanlı ordusunun Tuna Ordusu serdarlığına Abdülkerim Paşa tayin edilmişti. Paşa cesur ve tecrübeli olsa da yaşlı ve ata binemeyecek kadar hastaydı.

İstanbul’da “Meclis-i Ali-i Askerî” adındaki bir heyet savaşla ilgili kararları veriyor ve padişahın onayından sonra komutanlara bildiriliyordu. Abdülhamit ayrıca sarayda askerî müşavirlerden oluşturduğu bir heyet vasıtasıyla savaşı yakından takip ederek komutanları yönlendirmekteydi.  Savaş süresince de bu durum devam edecek ve yenilginin nedenlerinden birisini oluşturacaktır.  

Osmanlı ordusu Şumnu, Varna, Silistre, Dobruca, Rusçuk ve Vidin kuvvetlerine ayrılmıştı. Bu dağınık kuvvetlerle savunma yapılması zor olduğu gibi bütün inisiyatif Ruslara bırakılmıştı. Daha da kötüsü, Osmanlı ordusunun savaşın başında bir harp planı bile yoktu.

Başlangıçta savunmanın Plevne-Lofça hattında toplanacak bir ordu vasıtasıyla yapılması ve asıl ağırlığın Vidin’deki Osman Paşa kuvvetlerinde olması planlanmıştı. Ancak padişah bunu kabul etmemiş ve düşmanın Osmanlı topraklarına çekilip bir meydan muharebesi yapılmasını istemişti. Abdülhamit’e göre Tuna’yı geçtikten sonra uygun bir zamanda Ruslara hücum edilmeliydi.

Ruslar kısa zamanda önce Ziştovi sonra da Tırnova’yı ve Şıpka geçidini ele geçirdiler. Bu durum İstanbul’da büyük bir ümitsizliğe hatta başkentin Bursa’ya taşınacağı söylentilerine neden oldu. Yenilginin nedeni olarak görülen Serasker Redif Paşa ve Abdülkerim Paşa görevlerinden azledilerek divanı harbe verildiler.

Bundan sonra da Rus kuvvetlerini durdurmak mümkün olmadı. Önce Niğbolu, binlerce askeri esir vererek teslim oldu. Aslında komuta kademesi daha önce buranın tahliyesini talep etmiş ancak İstanbul bu teklifi kabul etmemişti. 

Artık sıra büyük bir kahramanlık destanına sahne olan Plevne savunmasına gelmişti. Ruslar 20 Temmuz 1877’de Plevne’yi kuşattılarsa da ilk muharebede başarılı olamadılar. 30 Temmuz’da ikinci defa hücuma geçen Rus kuvvetleri, çok iyi hazırlanmış Osmanlı mevzileri ve şiddetli topçu ateşi karşısında binlerce askerlerini kaybettiler. Hatta Rus askerinin bir kısmı paniğe kapılarak kaçmaya başladı.

Ruslar bu durum karşısında Romanya ordusundan yardım istediler. Gerek Rus gerekse Romen kuvvetleriyle takviyeli bir şekilde yeniden saldırıya geçtiler. Bu sırada Lofça’yı da alan Rusların hedefi Plevne’yi kesin olarak alıp Edirne yolunu açmaktı. 

Üçüncü Plevne Muharebeleri denilen bu saldırıda bizzat Rus Çarı Aleksandr da bulunuyordu. Ruslar bu hücumda yaklaşık 20.000 kayıp verdiler ve bundan sonra Plevne’yi kuşatmayla teslim olmaya zorladılar. 

Burada Osman Paşa’nın çekilen düşmanı neden takip etmediği sorusu akıllara gelebilir. Bunun en önemli nedeni, kuvvetlerinin savunmada başarılı olsalar da bir hücumda başarılı olacaklarına inanmamasıydı. 

Paşa, Plevne’yi terk ederek diğer kuvvetlerle beraber hareket edebileceği bir yere çekilebilirdi. Ancak tahliye talebini başlangıçta İstanbul’a onaylatamadığı gibi onay geldiğinde esir düşmüştü. 

GAZİ OSMAN PAŞA

Osman Paşa, 9 Aralık 1877’de günlerdir hazırladığı kuşatmayı yararak Plevne’den çıkma planını uygulamaya koydu. Ancak Osmanlı kuvvetleri Ruslar karşısında başarılı olamadılar. Paşa, atının vurulması ve kendisinin yaralanması sonrasında Ruslara teslim oldu. Sonuçta otuz binden fazla kuvvet Ruslara esir düştü. 

Balkan cephesinde bunlar yaşanırken Ruslar, Kafkas cephesinde de Kars, Ardahan ve Doğu Beyazıt yönlerinde ilerlemeye başladılar. Doğu Beyazıt’ı ve Ardahan’ı aldıktan sonra on yedi bin askerin teslim olmasıyla Kars’ı işgal ederek Erzurum’a yöneldiler. Ancak Erzurum’da Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki birlikler, Nene Hatun başta olmak üzere halkın da katkısıyla Rusları püskürttüler.  

RUSLAR İSTANBUL’DA

Osman Paşa beş ay dirense de Plevne savunmasının sona ermesiyle Balkan cephesinde Osmanlı yenilgisi kesinleşti. Rusların bundan sonraki hedefi Edirne idi. Burada aylarca savunma yapılabilecekken Vali Eyüp Paşa, mühimmat depolarını yaktırarak geri çekilince, şehir 10 Ocak 1878’de Ruslara teslim oldu. Böylece Ruslara İstanbul yolu açıldı ve Ruslar o zamanki adıyla Ayastefanos’a yani bugünkü Yeşilköy’e kadar geldiler. 

Abdülhamit çaresiz bir şekilde Avrupalı devletlerden yardım istediyse de destek bulamadı ve mecburen Rus çarından ateşkes talebinde bulundu. 

GAZİ AHMET MUHTAR PASA

Bu yenilgi tam bir felaket olsa da Osmanlı toplumunda Şıpka, Plevne, Aziziye Tabyaları, Nene Hatun, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Gazi Osman Paşa, Süleyman Paşa adları ve menkıbelerin etkisiyle önemli bir yer tutmuştur. Hatta savaşta “Gazi” ünvanı alan Abdülhamit, Plevne kahramanı Osman ve Kafkas cephesi kahramanı Ahmet Muhtar paşalara da “gazi” unvanı vermiştir. 

Yeni çalışmalar, iki ordunun cephede asker sayısı itibarıyla bir dengeye sahip olduklarını hatta silah teknolojisi itibarıyla Rusların daha kötü durumda olduklarını göstermektedir. Ancak savaşta strateji ve taktik olarak üstün olan Ruslar galip gelmişlerdir.

Rus çarı, Grandük Nikola, Mihail ve Rus genelkurmayı cephedeyken Osmanlı ordusu İstanbul’dan ve bizzat padişahın müdahalesiyle yönetilmiş, bu da felaketin nedenlerinden birisi olmuştur.

Ayrıca Osmanlı ordusu çok geniş bir cepheye dağıtılmış ve Rusların asıl amacının Edirne yolu ile İstanbul’a ulaşmak olduğu bilinmesine rağmen komuta heyetinin beceriksizliği ve öngörüsüzlüğü yüzünden buna uygun bir harekât planı uygulanmamıştır. 

Halbuki Edirne ikinci bir Plevne olmasa da düşmanı bir süre daha oyalayabilirdi. Bunun yanında Rus donanmasından çok daha iyi durumda olan donanmadan hem Tuna hem de Karadeniz’de yararlanılamamıştır.  

İlave olarak Osmanlı ordu komutanları arasında büyük bir rekabet olması, komutanların sürekli değiştirilmesi ve yaşlı komutanlar, facianın diğer önemli nedenidir. Bütün bunlar aslında felaketin asıl nedeninin Osmanlı askerî ve siyasi sisteminin yetersizliği olduğunu göstermektedir.  

Savaş sonunda çok ağır şartlar taşıyan Ayastefanos Antlaşması yürürlüğe girmese de Berlin Antlaşması ile de Osmanlı Devleti çok ağır kayıplara uğradı. Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olurken içişlerinde bağımsız ve Osmanlı askerinin bulunmadığı Bulgar prensliği ve Şarki Rumeli eyaleti oluşturuldu. 

Osmanlı Devleti ayrıca Makedonya, Girit ve Doğu Anadolu’da ıslahat yapmayı kabul ederken Bosna-Hersek, Avusturya idaresine bırakıldı. Ayrıca Kars, Ardahan ve Batum Ruslara verildi. 

Abdülhamit Ayastefanos’un uygulanmaması için Kıbrıs’ı İngilizlere verirken Osmanlı Devleti ayrıca Rusya’ya 802.500.000 Frank savaş tazminatı ödemek zorunda kaldı.

Abdülhamit, ağır eleştirilere uğrayıp mağlubiyetin sorumlusu olarak gösterilince, çareyi kendi ilan ettiği meşrutiyeti sona erdirip parlamentoyu feshetmekte ve yine kendi yaptırdığı anayasayı askıya almakta buldu. Bundan sonra ülkeyi 1908’e kadar bir danışmanlar ordusuyla Yıldız Sarayı’ndan yönetti.

Mağlubiyetin diğer acı yönü, yüzbinlerce Müslümanın bir taraftan katliamlara maruz kalırken diğer taraftan yüzlerce yıllardır yaşadıkları toprakları “muhacir” olarak terk etmeleri oldu. Balkanlar ve Kafkaslardan göç eden ve “93 Harbi Muhacirleri” denilen göçmenlerin iskânıyla Anadolu’nun demografik yapısı büyük bir değişikliğe uğradı.

Savaş sonunda Ruslar, Abdülhamit başta olmak üzere Osmanlı devletine mesaj olarak Ayastefanos’ta bir abide diktiler. İçinde kilisesi, papazı ve silahlı birliği olan bu abide, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinden sonra bir askeri birlik tarafından dinamitlenerek ortadan kaldırılmıştır. 

Kaynaklar: İ. H. Sedes, “1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı”, BTTD, 1987-1988, S. 33-37, 42; F. Nuza, “Plevne Savaşlarının 100. Yıldönümünde 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı”, Türk Kültürü, 1977-1978, S. 179- ; M. Uyar, “Bir Yenilginin Askeri Hikayesi”, HTD, 2021, S. 4; M. Aydın, “Doksan Üç Harbi”, DİA, C. 9.  

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Aşağıdaki hadislerle birlikte tarihi daha dikkatli irdelemeniz ve yazdığınız hususlarda daha hassas olmanız gerektigini hatırlatmak istiyorum:

    Ölülerinizin iyiliklerini, güzelliklerini anın ve kötülüklerini sarfı nazar edin.” (Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 33, II/215; Ebu Davud, Sünen, Edeb, 49, IV /275.)

    “Bir arkadaşınız öldüğü zaman onu bırakın, onu gıybet edip ayıplamayın.” buyurmuştur.(Ebu Davud, Sünen, Edeb, 49, IV /275)

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin