2002 Dünya Kupası ve Bâbıâli’nin tavrı

YORUM | RECEP ATICI

2002 Dünya Kupası maçlarının yapıldığı Güney Kore’de, Türkiye milli takımı Brezilya’ya 2-1 yenilmiştir. Bâbıâli’den gelen acımasız eleştiriler sonrası toplantı odasındaki taktik tahtası, adeta moral ve motivasyon köşesi haline gelir. 

İlk yazıyı Hakan Şükür yazar: Güneş balçıkla sıvanmaz 

Arkasından Rüştü, Meyve veren ağaç taşlanır 

Nihat, İşleyen demir pas tutmaz” 

Alpay, Ekonomi ve siyasette söz sahibi olmayanlar yükselen değerleri önleyemez ve biz gençlerin şevkini kıramazlar 

Hasan Şaş, Koşalım ve kazanalım” 

İlhan Mansız, Savaş, oyna, kazan” 

Ve Tayfur, Zafere giden yol dikenli gül bahçelerinden geçer” diyerek son noktayı koyar. 

O günleri bilenler hatırlayacaktır. Aslında Millilerimiz sahada Brezilya’ya değil, maçın Koreli hakemi Kim Yong-Joo’ya yenilir. Takımımız oynadığı futbol ile tüm dünya basını nezdinde büyük alkış almasına rağmen Bâbıâli’nin spor yazarları tarafından ağır eleştirilere maruz kalır. FIFA’nın görevlendirdiği bu hakem, dışarıdaki bir pozisyonu ceza alanına taşır ve Millilerimize öldürücü darbeyi vurur. Verdiği penaltı ile maçı Brezilya’ya armağan etmekle kalmaz, ayrıca Alpay ve Hakan Ünsal’ı da kırmızı kartla oyun dışı bırakır. Haksız yere maçı kaybetmenin hüznünü yaşayan Futbolcular, yapılan bu gerçek dışı eleştiriler karşısında tam bir hayal kırıklığı yaşar ve moralleri alt üst olur. Dolayısıyla yazdıkları bu tür sözlerle hem eleştirilere cevap verirler hem de motivasyonlarını geri kazanmaya çalışırlar. 

Yazılan bu cümlelerden sonra Brezilya maçının olumsuz havası biraz olsun silinir ve yeniden birbirlerine kenetlenirler. Bu kenetlenmeye katkı sağlayanlardan biri de kuşkusuz Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’dur. Kendisi, FIFA Hakem Komitesi Başkanı Şenes Erzik’e; “Sizin atadığınız hakem yüzünden hakkımız yendi. Böyle bir hakemi nasıl bizim kritik maçımıza verirsiniz?” diyerek tepki gösterir. Erzik de: “Tamam yanlış düdükler çaldı ve hiç beklenmeyen kararlar aldı. Ancak biz onu Güney Kore-Türkiye dostluğuna güvenerek görevlendirdik. Bundan sonra böyle hakem hatalarıyla karşılaşmayacaksınız” der.

İşte, bu hakem, tüm dünya medyası tarafından yerden yere vurulurken, Necip Fazıl’ın ifadesiylefikrin fahişesi ve zamparası’ olmuş Bâbıâli’deki bazı spor yazarları Millilerimize ver yansın ederler. 

Bâbıâli’nin milli takımı eleştirme sebeplerinden biri, takımda “alnı secdeli” üç beş futbolcunun olması ve turnuvanın açılış günü Cuma namazı kılmalarıdır. Zira, Cuma namazı kılarak başlamanın manevi motivasyon adına iyi olacağını düşünürler. Ancak futbolcuların kaldığı Ulsan şehrinde cami yoktur. En yakın cami, Türk Şehitliğinin de bulunduğu 1,5 saatlik mesafedeki Pusan şehrindedir. Ancak maç öncesi antrenmanlara ara vermek doğru olmaz, diyerek bu fikirden vazgeçilir. Bütün bunlara yakından şahit olan milli takımın resmi tercümanı Sinan Bey, Seul’de görevli Faruk Sümbül Hoca’dan bahseder. Bunun üzerine onu kaldıkları otele davet ederler. Faruk Hoca, tarifeli uçakla Ulsan’a gelir ve takımın kaldığı Hyundai otelin üst katında Cuma namazı kıldırır. Hutbede Allah’ın memnun olacağı kimselerin vasıflarından bahsettikten sonra hiçbir rakibi gözlerinde büyütmemeleri ve aynı zamanda küçük de görmemeleri gerektiğini vurgular. Hutbeyi, “Sizlerin galibiyeti sadece Türkiye’yi değil bütün İslam dünyasını ve mazlumları da sevindirecektir” diyerek bitirir. 

Namazdan sonra Şenol Hoca, “Keşke bütün arkadaşlar katılsaydı, benim söylemeyi düşündüğüm şeyleri siz söylediniz” diyerek memnuniyetini ifade eder.

Gazetelere ‘Çin Seddini de turu da geçtik’ manşetleri attıran takım

Cuma sonrası Faruk Hoca havaalanına gider. Kontrolden geçerken milli takımın hazırlıklarını takip için gelen Akşam gazetesinden Deniz Gökçe ve Alaattin Metin’le karşılaşır. Takımın menajeri Can Çobanoğlu’ndan Cuma namazı kıldırmak için bir hocanın geldiğini öğrenen bu kişiler, Faruk hocanın imam olduğunu öğrenince kendisine hutbede ne anlattığını sorarlar. O da kısaca “maçı kazanın ve herkesi sevindirin, insanımız sizden zafer bekliyor” şeklinde özetler. Ertesi günkü makalesine Metin; “Milli takıma cuma namazı motivasyonu” başlığını atar. Spor sayfası ise “Millilere özel imam” manşetiyle çıkar.

Bu arada Millilerimiz Kosta Rika maçı için Seul’e döner. Bu maç öncesi takımdan bazıları tekrar Cuma namazına gider. İmam yine Faruk Hoca’dır. Millî takım o gün Güney Kore ve Pakistanlı Müslümanlarla beraber Cuma namazı kılar. Dua faslında Milli takımla beraber Müslüman ülke takımlarının da başarılı olmaları için dua edilir. Ertesi gün tüm basın haberi sürmanşetten, “İmamdan taktik” başlığıyla verir. 

Kosta Rika maçının berabere bitmesi Bâbıâli’nin eline büyük bir koz verir ve bunu fırsat bilen Tuncay Özkan, “Milli Takım kampından yazılmayanlar” başlığıyla bir yazı kaleme alır. Alt başlıklar ise, “Namaz krizi ve Özel uçakla imam” şeklindedir. Yazar yazısını, “Hele bir kafile dönsün, bakın daha neler çıkacak ortaya neler” tehdidiyle tamamlar. 

13 Haziran günü Çin’le oynanan maçta 3 gol atan takımımız Japonya’ya gitmeye hak kazanır. Bu durum karşısında Bâbıâli’nin tavrı şimdi ne olacaktır? Tuncay Özkan, bu sefer “Duanın gücü, namazın kerameti ve Milli Takım” başlıklı ikinci yazıyı kaleme alır. Yazısında, “Sahaya futbolcular ve teknik adamlarımızın yerine imamlardan oluşan, tarikat ve cemaatlerin seçtiği bir kadroyu sürseydik bu durumda, sevincimizi son dakikaya hapseder miydik?” gibi ifadeler kullanır. Yazısını da şöyle tamamlar: Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz, derler. Bu söz doğru değildir. Başarıyı veya başarısızlığı nasıl, niye elde ettiğiniz çok önemlidir. Bazen zaferler kazanıldığında utanç bile verir. Kötülük tohumu eker. Bazen yenilgilerden geleceğin zaferleri doğar ve insanın başını taçlandırır.” Yazar, bu ifadeleriyle aslında, “Çin’den zaferle dönmek yerine Dünya Kupası’ndan elenip dönseydiniz ve böylece takımdaki hoşumuza gitmeyen futbolcular elenseydi daha iyi olurdu” temennisini dile getirir.

22 Haziran’da Senegal ile oynanan çeyrek finalde milli takım, İlhan Mansız’ın attığı altın golle yarı finale yükselince, Habertürk Televizyonu Hakan Şükür’e gönderme yaparak “İmanlı atamadı, İ. Mansız attı” şeklinde alt yazı geçer. Bu haber Mansız’ın dedesini çileden çıkarır ve “Torunuma imansız diyenlerin imanından şüphe ederim” der. Böylece 48 yıl aradan sonra 17. Dünya Kupası turnuvasına katılan Millilerimiz, yarı finale çıkar.

Güney Kore ile oynanacak üçüncülük maçına Türkiye’den çok az taraftar katılır. Ancak tribünlerdeki taraftar boşluğunu hissettirmemek için Kore-Türk Dostluk Derneği, organize ettiği Koreli gençlerin ellerine bayrak vererek centilmenlik gösterisinde bulunmalarını sağlar. Türkiye’den gelenler arasında bu süreçte kapatılan (PASİAD) Pasifik iş adamları derneğinin yöneticileri de vardır. Bu yöneticiler daha çok pasifik ülkeleriyle ticari bağlantıları olan ve Hizmet hareketine gönül vermiş insanlardır. Bu üyeler, maçın yapılacağı statta dalgalandırılmak üzere çok büyük bir bayrak getirirler. Bayrak, 20×30 metre ebadında ve 70 kg ağırlığındadır. Maçı izlemek için gelen az sayıdaki taraftarın koltuk numaraları da farklı olunca bayrağı açmak imkânsız hale gelir. Ancak maç başlamadan önce Pasifik iş adamlarından üç kişi, Koreli gençlerin de yardımıyla kale arkasında bu bayrağı binlerce Korelinin omuzlarında dalgalandırmayı başarır.

Maçın başlamasına saniyeler kalmıştır, heyecan doruktadır. Maç başlar başlamaz daha 11’inci saniyede İlhan Mansız’ın attığı pası Hakan Şükür gole çevirince milli takım olağanüstü bir motivasyon yakalar. Hiç beklenmedik kısa zaman aralığında atılan bu gol, millilerimizi rahatlatır. Hakan Şükür attığı bu golle dünya kupaları tarihinin en hızlı golcüsü olarak tarihe geçer.

O gün tüm Kore halkı maça odaklanmış ve şehir meydanlarında kurulan dev ekranlardan maçı canlı olarak izlemektedir. 

Faruk Sümbül Hoca şunları anlatıyor: “Seul’deki İstanbul Kültür Merkezi’nin camları kırılır mı, Türk dostluğu zarar görür mü diye endişe etmedik değil. Bu endişeleri gidermek için Kore dilinde 2 pankart hazırlamayı planladık. Bunlardan ilki; meşhur bir Kore filminde geçen dramatik bir sahnedir. Bu sahnede iki çocukluk arkadaşı yaşadıkları onca badireye rağmen birbirlerine sarılır ve “Biz kan kardeşi değil miyiz!” demektedirler. Bu pankart ile hiçbir hadise bizim dostluğumuzu bozamaz mesajı vermeye çalıştık. Diğer pankart ise, “Maç 90 dakika ama dostluk ebedi” şeklindeydi. Maç esnasında TV kameraları bu pankartlara odaklanınca tüm Kore bu güzel mesajı gördü.”

Artık maç bitme noktasına gelmiştir. Millilerimiz sahada 3-2 galip gibi durmaktayken Faruk Hoca ve arkadaşları; “Acaba maçtan sonra millerimiz seyircilere bir selamlama yapabilirler mi?” diye düşünürler. Bu arada maç bitmiş ve millilerimiz üçüncülük kupası almaya hak kazanmıştır. Taraftarlar adeta heyecandan bayılacak gibidirler. Ancak bu arada Koreli futbolcular kendi evlerinde yenilmenin mahcubiyetinden dolayı yere kapanmışlardır. Şükür ve arkadaşları bu mahcup Koreli futbolcuları da aralarına alarak seyircileri selamlar. Maç bitmiş olmasına rağmen dünya medyası hala yayına devam etmektedir. Koreli seyirciler de Millilerimizi ayakta alkışlamaktadır. Kore dilinde hazırlanan pankartlar meyvesini vermiş ve bunun neticesinde çok büyük bir sevgi ve kardeşlik atmosferi oluşmuştur. O günü doruk noktada izleyen Faruk Hoca, bu sevgi atmosferini izah ederken; “Bu tarif edilmez ancak yaşanır.” diyor ve ekliyor: “Her karşılaştığımız Koreli bizi tebrik ediyordu. Stadın dışına çıkmamız saatler aldı. Dışarı çıkınca gördüğüm bir manzarayı hiç unutamıyorum. Bazı basın mensuplarının inadına Mehmet Ali Birand sevincinden yerinde duramıyordu. Bu arada yabancı basın mensupları yenilen Kore’nin böyle bir tepki vermesini anlayamıyor ve buldukları her Koreliye mikrofon uzatıyorlardı. Kendisine mikrofon uzatılan her Koreli nerdeyse ağız birliği yapmış gibi: ‘Bizim dostluğumuz 1950’li yıllara dayanıyor. Onlar Kore Savaşı’nda bize çok büyük destek oldular’ şeklindeydi.” 

Bu maç sonrası FIFA, Millilerimizi 2002 Dünya Kupası Fair Play ödülüne layık görür. Kore halkının Türkiye’ye olan ilgisi artar, Seul-İstanbul hattında direk uçuşlar başlar ve haftada üç ayrı firma on uçak seferi ile tam doluluk oranına ulaşır. 

Evet, bugün ülkeyi idare edenler, ülkenin en büyük golcülerinden biri, milli takımda başarıdan başarıya koşmuş, UEFA kupası kaldırmış, rekorlar kırmış, saha içinde ve dışında hep örnek gösterilmiş, ve dünyanın alkışladığı “Kral” ünvanlı Hakan Şükür’ü, hiç akla hayale gelmedik iftiralarla suçlasalar da bunlara zerre kadar inanan tek bir Koreli yok. Eskilerin, “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” dediği gibi bir gün hesap döndüğünde haksız yere bu zulmü yapanlara Cenab-ı Hak, Yusuf’un kardeşlerini söylettiği, “Allah’a yemin olsun ki O, her yönüyle seni bize üstün kıldı” (Yusuf, 91) sözünü söyletecektir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin