1941’den günümüze ‘Zorla kaybetme’ Türkiye örneği 

YORUM | Av. SÜLEYMAN YILDIRIM 

Neyin ‘terör’ faaliyeti, kimin ‘terörist’ olduğuna kendisi karar verecek devlet(ler)den daha korkunç bir terör kaynağı olamaz. Hukuki kriterler yerine siyasi kriterlere göre terör tanımlandığı an korkunç bir devlet terörüyle karşı karşıya kalınacak demektir. Dünyanın değişik ülkelerinde devlet terörü yaşandığı gibi günümüz Türkiye’sinde de iktidarın belirlediği ‘terör’ tanımına göre bir mücadele yapılıyor. Bu mücadelede kamu görevlileri gündüz vakti insanları evlerinden alıp kaybetmekte ya da yurtdışında yaşayan insanlar yasadışı yöntemlerle kaçırılarak Türkiye’ye götürülmektedir. 

1940’lı yıllarda Nazi Almanyası’nda görülmeye başlanan bu devlet şiddeti, 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’de de görülmeye başlandı. 2000’li yılların başlarında unutulmaya başlayan bu insanlık suçu 2016 yılından itibaren tekrar Türkiye’nin gündeminde.     

Nazi Almanyası’nda sistemin muhaliflerini, yahudileri ve diğer azınlıkları hedef alan bu yöntem, 1960 ve 1970’lerde pek çok Latin Amerika ülkesinde de devlet terörünün yıkıcı bir biçimi olarak uygulandı. 

Nazi Rejimi tarafından 1941’de yürürlüğe konulan ‘Nacht und Nebel Decree’ kararnamesiyle Fransa, Belçika ve Hollanda’daki direnişçiler gece geç vakitlerde tutuklanıp Almanya’ya götürülmüşler, burada özel mahkemelerce yargılanarak ölüme ya da hapse mahkum edilmişlerdi. Nacht und Nebel Kararnamesi’yle kaçırılan kurbanların sayısı hiçbir zaman tam olarak belirlenememiştir. 

Türkiye’de de 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ertesinde görülmeye başlayan, Olağanüstü Hal’in damgasını vurduğu 90’lı yıllarda zirve yapan, 2016 yılından itibaren ise, “kurgu/tiyatro darbe” olduğu iddia edilen girişimden sonra sistematik bir devlet şiddeti olarak uygulanmaktadır.

Türk Tabipler Birliği’nin kurduğu inceleme heyetinin gözlemlerine göre: Hakkari’den Tunceli’ye kadar çok geniş bir coğrafya’da yüzlerce toplu mezarda gömülü kimliği belirsiz binlerce ceset söz konusudur.” 

Hayatına son verilenlerin cenazelerinin dahi ailelerine verilmediği, kayıpların kendilerine ait bir mezarının bulunmadığı, ailelerin, yakınlarının akıbetine ilişkin hiçbir bilgiye ulaşamadığı büyük bir travmadır. 1995 yılından beri, “Cumartesi Anneleri” olarak kayıp yakınlarının ‘kemiklerinin’ bulunması isteyen anneler var. 25 yıldır yakınlarının ‘kemiklerini’ arayan ailelerin bu arayışı, AKP iktidarı tarafından yasaklanmıştır. Oysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan 8 Şubat 2011 tarihinde Meclis’te yaptığı konuşmada, ‘ biz bu analar için çetelerle mücadele ediyoruz’ demişti. 

Türkiye, “Birleşmiş Milletler Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Sözleşme”yi halen imzalamadı.‘Zorla kaybetme’ suçuyla mücadele etme isteğini ortaya koyan her ülke gibi bu sözleşmeye taraf olması, kayıp vakalarını, tarihi bir vicdan hesaplaşmasıyla soruşturmaya başlaması, yüzlerce aileye, en azından kaybedilen yakınlarıyla vedalaşma hakkını tanıması ve daha önemlisi bir daha bu tür acılar yaşanmaması için  mücadele etmesi gerekir. Ancak, ne yazık ki Türkiye ‘zorla kaybetme’ vakalarının engellenmesi için değil, bu insanlık suçunun sistematik hale gelmesi için mücadele ediyor görüntüsü vermektedir. 

Özellikle son dönemde Gülen Hareketi ile bağlantılı olduğu söylenen 24 kişi siyah transporter ile güpegündüz kaçırılmış, aylar sonra Emniyet birimlerinde ortaya çıkmışlardır. İlk ifadelerinde kaçırılmadıklarını, kendi istekleriyle Emniyete geldiklerini söyleyen kişilerden beşi, tüm baskı ve tehditlere rağmen, nasıl kaçırıldıklarını, ne tür işkencelere maruz kaldıklarını ve kaçıran kişilerin cezaevinde kendilerini halen tehdit etmeye devam ettiklerini anlattılar. Ancak, sorumluların bulunup cezalandırılması için halen etkili bir soruşturma yapılmadı, suçun failleriyle ilgili herhangi bir işlem de başlatılmadı.

Bu suçları işleyen faillerin er yada geç, Türkiye’de, başka bir ülkede veya uluslararası yargı veya denetim organları nezdinde hesap vermeleri kaçınılmazdır. 

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın neresinde olursa olsun zorla kaybetme vakalarına karşı gerekli bilincin oluşması, bu tür olayların önlenebilmesi ve faillerinin bulunup cezalandırılması için mücadele eden kişi ve kurumların desteklenmesi, sessiz kalınmaması insani bir sorumluluk olarak herkesin üzerine düşen bir yükümlülüktür. 

Türkiye’de son dönemde kaçırılan ve kendisinden 395 gündür haber alınamayan Yusuf Bilge Tunç’un gözü yaşlı ailesi de kendilerine uzatılacak bir yardım eli ve kayıplarına kavuşmayı bekliyor…  

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin