12 Eylül Darbesinin mağduriyetleri nasıl giderildi?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Türkiye’de devlet marifetiyle yaşatılan ağır dramlar, bir süre sonra “af” düşüncesini ortaya çıkarmış ve kısmî veya genel aflarla mağduriyetlerin giderilmesine çalışılmıştır.

Devletin bir “lütfu” olarak algılanan bu afların, Osmanlı padişahlarının tahtta çıkışlarında veya tahta çıkış yıldönümlerinde suçluları affetmelerine benzer şekilde çıkarıldığı görülmektedir.

1933’de cumhuriyetin onuncu yılı dolayısıyla kapsamlı bir genel af çıkarılmış, 1938’de de cumhuriyetin ilanının on beşinci yılı vesilesiyle en büyük rejim düşmanı olarak görülen “Yüzellilikler” affedilerek yurda dönmelerine izin verilmiştir.

1974 Affı 

27 Mayıs Darbesi sonrasında Yassıada mahkumlarının haklarına kavuşmaları için verdikleri mücadeleler uzun bir süre devam etti. Müebbet cezalar da dahil olmak üzere ceza indirimleri, dönemin cumhurbaşkanları Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay’ın “af yetkilerini” kullanarak hasta mahkûmları affetmesi, cezaların tamamen affı, mesleklerini icra etmelerine imkân tanınması ve siyasi hakların iadesi gibi aşamalar şeklinde, 1974’e kadar geçen uzun bir zamanda gerçekleşti. Böylece 27 Mayıs’ın yaraları bir nebze sarılmış ama bu sefer de 12 Mart Muhtırası nedeniyle yeni bir mağdur kitle ortaya çıkmıştı.

1973 yılı cumhuriyetin ilanının ellinci yılıydı. CHP-MSP hükümeti de 1974’de sadece 12 Mart döneminin değil daha önceki dönemlere ait mağduriyetleri de gideren “genel af” çıkardı. 1974 Affıyla idam ve müebbet cezaları ağır hapse çevrilmiş, hapis cezalarına indirim getirilmişti. Ama siyasi hesaplarla AP-MSP ittifakıyla “solcuların bir kısmı” kapsam dışında tutulmuş ve ancak Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla genel aftan yararlanabilmişlerdi.

Affın kapsamına Osmanoğulları hanedanı da alınmış ve elli yıldır sürgünde olan hanedanın erkek üyelerine Türkiye’ye giriş izni verilmişti. Hanedanın affı, devletin “beka” açısından düşman gördüğü kişileri bile affettiğini göstermesi bakımından ilginç bir örnektir.

12 Eylül’ün Ağır Faturası 

Önceki dönemlere benzer dramlar 12 Eylül darbesinde de yaşandı. 1980’de 44 milyon nüfusu olan Türkiye’de İHD’nin rakamlarına göre 1.683.000 kişi fişlenmiş, 650.000 kişi gözaltına alınmış ve 7.000’i idam talebiyle olmak üzere 230.000 kişi yargılanmıştı.

Darbeciler 388.000 kişiye pasaport vermediler ve 14.000 kişiyi de vatandaşlıktan ihraç ettiler. 30.000 civarında Türk vatandaşı “siyasi mülteci” olduğu gibi 300 kişi şüpheli bir şekilde öldü. 171 kişi işkenceden hayatını kaybederken 43 kişinin intihar ettiği açıklandı.

İdamlar ve işkenceler çok büyük dramlara yol açarken yıllarca süren yargılamalarla telafisi imkânsız mağduriyetler oluşturuldu. Örneğin 12 Eylül yönetimi “11 Eylül 1980 günü” legal olan MHP ve MSP’nin yöneticilerini yıllarca yargıladı. Sadece MHP davasında 246 sanık hakkında idam cezası istendi ve karar ancak 1987’de verilebildi. Bir başka facia da “Asmayalım da besleyelim mi” diyen zihniyetin, “bir sağdan bir soldan” olmak üzere beş yüz on yedi idam kararından ellisini infaz etmesiyle yaşandı.

12 Eylül aynı zamanda işçi, memur ve akademisyenleri de işsiz bırakarak bir başka mağduriyet çeşidi oluşturdu. 1402 Sayılı Kanun’a darbecilerin eklediği bir maddeyle sıkıyönetim komutanının onayıyla, ilgili sıkıyönetim bölgesindeki kişileri “sürgün etme veya memuriyetine son verme hakkı” tanınmış ve büyük bir tasfiye yaşanmıştı.

Normalleşme Süreci 

12 Eylül sonrasında normalleşme çok kolay gerçekleşmedi. Darbecilerin etkisi, 6 Kasım 1983’de darbe sonrasının ilk seçimleri yapılmasına rağmen Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı ve diğer MGK üyelerinin de Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelikleriyle devam ediyordu. Seçimlerin galibi Turgut Özal ise normalleşmeyi zamana bırakmış görünüyordu.

En önemli konulardan birisini 1402’liklerin mağduriyetleri oluşturuyor, Özal Hükümeti bunu kanun çıkararak çözmek yerine bir yargı konusu olarak değerlendiriyordu. Hukukçulara göre sıkıyönetim döneminde verilen kararlar sadece o dönemde geçerliydi ve sıkıyönetim kalktığında sona erecekti.

Mağdurlar ve avukatları önce yerel mahkemelere başvurdular. 1985’de sıkıyönetimin kalkmasıyla başlayan hukuki süreçte bazı mahkemeler “yasağın ömür boyu geçerli olduğuna dair karar verseler de” mağdurlar, 1986’dan itibaren işlerine kavuşmaya başladılar.

Kırılma noktası, İstanbul’da bir mahkemenin ihraçların sıkıyönetim süresiyle geçerli olduğuna dair karar vermesi oldu. Danıştay bu kararı bozsa da yerel mahkemeler benzer kararlar vermeye devam edince 1989 Aralık ayında Danıştay Başkanı Nuri Alan’ın girişimleriyle içtihatları birleştirme kararı alındı.

Böylece 1402’liklerin mağduriyetleri darbeden dokuz yıl, Özal’ın hükümet kurmasından beş yıl sonra sona erdi. Danıştay’ın karar verdiği sırada Cumhurbaşkanı Evren’in ve Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin görev süresinin sona ermiş olması, 9 Kasım 1989’da da Özal’ın cumhurbaşkanı seçilmesi bir diğer ilginç noktaydı.

Siyasi Hakların İadesi 

12 Eylül yönetimi bütün siyasi partileri kapatarak 11 Eylül 1980’de siyaset yapan kişilere siyaset yasağı getirmişti. Böylece partilerin genel merkez yöneticileri on yıl, milletvekili ve senatörler beş yıl süreyle “siyasi yasaklı” olmuşlardı.

Bu kapsamdaki kişiler arasında 12 Eylül öncesinin başbakanları Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’le Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş de yer alıyordu.

Darbeciler 1983 seçimlerinde milletvekili adaylarına onay şartı getirmişler ve birçok ismi “sadece kendilerinin bildiği gerekçelerle” veto etmişlerdi. Bu sırada 1980 öncesinin liderleri, kendileri yasaklı olsa da kurdurdukları yeni partilerle siyasi mücadeleye başlamışlardı.

ANAP iktidarı siyasi baskıların artmasıyla siyasi yasakları referanduma taşıdı. Daha önce Demirel’in Demokrat Partililerin siyasi haklarının iadesine karşı çıkması gibi Özal ve Anavatan Partisi de referandum sürecinde siyasi yasakların devamı yönünde propaganda yaptı. Buna rağmen 1987 referandumunda 75.000 oy farkla “evet” çıktı ve 12 Eylül darbecilerinin “hain” ilan ettiği siyasi liderler yedi yıl sonra partilerinin başına geçtiler.

141, 142 ve 163. Maddelerin Kaldırılması 

12 Eylül döneminin normalleşme aşamalarından birisi de fikir hürriyetinin önünde önemli bir engel olarak gözüken Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. Maddelerinin kaldırılmasıdır. 12 Eylül döneminde 71.000 kişi bu maddelerden dolayı yargılanmış, binlerce kişi de yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştı.

141 ve 142. Maddeler 1936’da yenilenen Ceza Kanununda, faşist Mussolini İtalya’sından esinlenerek yer almış ve bununla “komünizmi önlemek için bir sosyal sınıfın diğer sınıflar üzerindeki tahakkümüne engel olmak” amaçlanmış ayrıca komünizm, anarşizm, diktatörlük, ırkçılık ve milli duyguları yok etmeyi amaçlayan cemiyetler kurmak ve bu amaçlarla propaganda yapmak yasaklamıştı.

163. Maddedeki “Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (…) propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse, beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır” hükmüyle de dini faaliyetler çeşitli bahanelerle “irtica” suçlamasına dönüşmüş ve bu madde dindar kesim için “Demokles’in Kılıcı” olmuştu.

Bu maddeler 1991’de Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde kaldırıldı. Böylece Türkiye’nin normalleşmesi yolunda önemli bir adım atıldığı gibi 12 Eylül döneminde bu suçlardan ceza alanlar da cezalardan kurtuldular.

12 Eylül’ün Mağdurlarından 15 Temmuz Mağdurlarına  

12 Eylül darbecilerinin “vebalı” muamelesi yaptığı siyasetçilerden Demirel daha sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanı olurken Ecevit ve Erbakan da yıllar sonra başbakanlık koltuğuna oturdu. Türkeş partisinin başında yeniden TBMM’ye girerken yine idamla yargılanan Muhsin Yazıcıoğlu da meclise girmeyi başardı.

Diğer taraftan 12 Eylül rejiminin kapattığı CHP ve MHP gibi siyasi partiler yeniden kuruldu. 1402’likler de uzun süren bir mücadeleden sonra mesleklerine ve memuriyetlerine yeniden kavuştular.

15 Temmuz sonrasında da cumhuriyet dönemi boyunca yaşanan bu örneklere rağmen AKP yargısının kararlarıyla binlerce kişi benzer acılara maruz kaldı. Çıkarılan KHK’larla da yine on binlerce kişi sokağa atılarak “ağaç kökü yemeğe” mahkûm edildi.

Bütün bunlar Türkiye’de hukuksuzluklar nedeniyle önce mağduriyetler oluşturma sonra da af veya başka kanuni düzenlemelerle bunları gidermeye yönelik çabaların bir klasik haline geldiğini gösteriyor. Bundan hareketle 15 Temmuz’un mağdurlarının da geleceğe umutla bakmaları mantıklı görünüyor.

Peki bu mağduriyetlere neden olanlar yargı önüne çıkarılıp hesap verir mi? Geçmişte yaşananlar Türkiye’deki işkence ve hukuksuzlukların, yapanın yanına kâr kaldığını gösteriyor ve bu da güç sahiplerinin hukuksuz uygulamalarına ve işkencelere, tasfiyeye, suçlu suçsuz ayrımı yapmadan binlerce kişiyi mahkûm etmelerine zemin hazırlıyor.

Seçilmiş Kaynakça: TBMM Tutanak Dergisi, Millet Meclisi Dönem 4, Toplantı 1; Resmî Gazete, 18 Mayıs 1974, S. 14890 (Mükerrer); T. Bora, “1402’liklerden KHK’lılara”, Birikim, 15 Ekim 1919; Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararı -Esas No:1988/6, 7 Aralık 1989; C. Örnek, “TCK’nın 141 ve 142. Maddelerine İlişkin Tartışmalarda Devlet ve Sınıflar”, AÜ SBF Dergisi, C. 69, N. 1, 2014.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin