Türkiye tragedyası

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi son kullanma tarihinde geriye sayım başladı. Tabanını ve partisi AKP’yi “karizmatik liderliğiyle” ikna etme ve kontrol altında tutma işlevi sona erdi. Kopuş başladı. Bu bir süreçtir ve geri döndürülmesi zordur. Danışmanlık huzur hakkı vererek kendisine bağlılık yemini ettirme gibi taktikler hazindir. Ve süreci durduramaz. İnşaat sektöründeki küçülmeden adını daha önce kimsenin bilmediği bir ilçe belediye başkanına İstanbul’u kaptırmasına, AB ve ABD ile çemberin daralmasından Suriye’de Rusya’nın kucağına oturduğunun kabak gibi ortaya çıkmasına, enflasyonun rekor kırmasından dış borçlarının faizini ödemede zorluk çeken ekonomiye kadar birçok lastik patlağı var ve artık lastik yama tutmuyor. Yaşanan bir Türkiye tragedyası aslında! Antik Yunan tragedyalarında olduğu gibi, çok renkli, çok boyutlu, iç içe geçmiş birçok teatral unsurun adeta her gün yağmur gibi yağdığı, ağır çekimde bir binanın yıkılışı gibi, her bir tuğlanın, beton kütlesinin, taşıyıcı kolon ve kirişlerin, mutfak fayanslarıyla, klozetlerle, su boruları ve mobilyalarla beraber uğultulu olarak çöktüğü bir enstantane var karşımızda.

Tüm bu olaylar sağanağına bütüncül bir perspektiften bakmak olanaklı mı? S-400’ler olayında yaşanan dramaturgiyle ABD’deki mahkemede Amerikalı eski FBI çalışanlarına rüşvet veren Türkiye profilindeki Mario Puzo’nun Baba filmindeki kurguyu anımsatan kokuşmuşluk ve kirli ilişkilerin dramatik bütünlüğünü birbiriyle aynı kontekstte ele almak mümkün mü? Boğaziçi Köprüsü’nde hunharca ve İŞİD yöntemi kullanılarak katledilen askeri öğrencilerin katil zanlısının (kendi sosyal medya itirafından sonra bile) Türkiye savcılarınca soruşturulmaması ve Almanya yargı makamlarının bu olaya el atması düşündürücü değil mi? Ankara’da MİT’in işkence merkezi konuşuluyor, devlet vatandaşlarını kaçırıyor, Demirtaş derinlere attığı “FETÖ” pasına karşın yine tahliye edilmiyor, bu arada Rusya’nın uydusu olmak vatanseverlik olarak kabul görüyor!

Fakat hiçbir emare Ahmet Davutoğlu’nun çıkışı kadar alarm verici değildir sanırım. Davutoğlu hiç kimsenin bu güne kadar söyleyemediği netlikte, Türkiye’nin Suriye politikasının iflas ettiğini söylüyor: “Bütün Suriye politikasından benim sorumlu olduğum fikri, Sayın Cumhurbaşkanının çevresi tarafından serdediliyor. Bu siyasi ahlaksızlıktır. Emevi Camii’nde namaz kılma sözünü kimin söylediğini biliyorsunuz”. Suriye politikası başarılı olsaydı eski başbakan Davutoğlu böyle bir cümle sarf eder miydi? Davutoğlu elbette Erdoğan’ın çevresi diyor. Ama herkes esasında Erdoğan’ı kast ettiğini biliyor. Davutoğlu Suriye’nin bir devlet politikası olduğunu belirtmiş. İyi de sormak lazım değil midir, hangi Suriye politikası diye? Çünkü bilindiği üzere 15 Temmuz sonrası ortaya net olarak çıktığı şekliyle Suriye politikasında Davutoğlu-Erdoğan tarafından Sünni-cihatçı fanatiklere oynayarak Esad rejimini devirme politikası çoktan terk edildi. Bu kararı Erdoğan mı aldı? Davutoğlu 15 Temmuz öncesindekini mi yoksa sonrasındakini mi “devlet politikası” olarak görüyor? Hangisi? “Bütün dış politika başarıları onlara ait, başarısızlıklar bana atılıyor. Böyle bir şey olabilir mi?” diyor Davutoğlu! Eski bir başbakanın bu cümlesindeki ezikliğin dışa vurumundan çok daha dramatik olan, Suriye politikasının başarısız olduğu itirafının bu kadar net bir şekilde söylenerek kayda geçirilmiş olmasıdır! Kim kuruyor bu cümleyi, lütfen hatırlayalım: eski başbakan, dışişleri bakanı! Bahsedilen dönemin önemli bir bölümünde masa başında alınan kararların üzerinde en etkili isimlerden biri!

Erdoğan tüm bu olayları pasif bir şekilde izliyor. Olayları yönetme ve yönlendirme kudretinin sona geldiğini görüyoruz. Rejimin retoriği muhalefetçe de kabul edildiği oranda Erdoğan kendisini giderek daha da önemsiz bir konuma indirgenmiş olarak bulacak. Yapılan her, ama her hatanın hukuki karar alıcısı olacak, ona bu kararları aldıranlar gemiyi usulca birer-birer terk edecek. Gezi’nin de, 17/25 Aralığın da, 15 Temmuz’un da, Rusya yörüngesine girişin de, ekonomik çöküşün de hesap sorma adresi Erdoğan ve resmi görevde olan siyasetçilerle bürokratlar olacak. Herkeste kendini sağlama alma gayretleri başlaması bundandır. Günah çıkartan köşe yazarlarına, parti kurma girişiminde bulunan AKP içi “muhalif kanada”, Batılı basın yayın organlarına bilgi sızdıran kurnaz bürokratlara, adet yerini bulsun türü 15 Temmuz kontrollü darbesi söylemini yeniden gündeme getiren Kılıçdaroğlu’na onlarca, yüzlerce, binlerce irili ufaklı “gemiyi terk eden fare” olayına tanık oluyoruz, olmaya devam edeceğiz.

Evet, yaşananlar bir tragedyadır. Gidilen yönde daha birçok durak var. Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun “FETÖ’nün” siyasi ayağı olduğunu söyleyen Doğu Perinçek, düşüncelerini dillendirdiği kesimlerin daha sahneye konacak çok piyesi olduğunu, verecek çok figüran rolleri bulunduğunu söylüyor. Ve toplum daha fazla dram, daha fazla gözyaşı, daha fazla heyecan bekliyor! Kimse 1 milyar dolar yatırım yapılan, 1000’e yakın Türkiye’de üretilen parçası bulunan F-35 savaş uçağı projesini, 10 milyar dolar kazanç beklerken, 2,5 milyar dolara Rus S-400’ü alarak çöpe atmanın dramını düşünmezken, daha çok prim yapan “Batı’ya kafa atan Türkler!” türü bir şaklabanlığın dramaturgi değerinden etkileniyor. İleride bu saçma sapan kararların da “FETÖ” tarafından alındığını veya aldırıldığını duyarsanız ve kanalizasyon medyasında elleri arkadan kelepçeli birkaç savunma bakanlığı bürokratı falan görürseniz şaşırmayın sakın! Çünkü seyirci senaryonun tutarlı olmasını falan beklemiyor. Dram oranı artsın, yarın yeni heyecanlara uyanalım derdinde. Bir tımarhanede doğup oranın “normalite” olduğunu düşünen insanlar gibi, Türkiye’deki bu hal ve gidişat – az sayıda düşünebilen insan dışında – belli ki kimseyi rahatsız etmiyor.

Bir tür komisyoncu, avantacı “vatan pazarlama” şirketi devlete sinmiş ve toplumun değerler evrenini enfeksiyona tabi tutmuş gibi, adım-adım bir çürümüşlük ve kokuşmuşluk, bir lime-lime oluş ve sapır-sapır dökülüş hali hâkim. Ve prodüksiyonda herkesin en fazla dikkat kestiği drama unsuru Erdoğan! Erdoğan’ın raf ömrü ve sonrasında neler olabileceği üzerine hayaller kuran ve tabiatıyla birbirinden farklı beklentiler içerisinde olan çok geniş bir kitle var. Rejim mağdurları her şeyin düzelmesini bekliyor, ulusalcılar “Kemalist fabrika ayarlarına” geri dönülecek bir 1930’lar Türkiyesi düşü kuruyor, Kürt hareketi yeni bir çözüm süreci arzuluyor. AKP içi “muhalefet” 2002 ruhu için dua ediyor, AB yanlıları yeni bir Helsinki Zirvesi bekliyor.

Oysa bu antik Yunan tragedyalarını andıran Türkiye’nin çöküşü temalı drama bir gerçek! Bir şey son bulmadan yeni bir şey başlamaz! Ve tüm bu senaryoda her halükarda rejim devam ediyor. Galiba bu tragedyada tragedya bitmediği müddetçe mutlu son olmayacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin