Türk bilimi ve Türk üniversitesi

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Arkadaşlar, bazen sizinle e-mail adresime düşen mesajları paylaşıyorum ya. İşte yine bir mesaj geldi dün. YÖK başkanının rektörler konferansında yapacağı konuşma olduğunu düşündüğüm bu önemli mesajı gazetecilik görevi çerçevesinde sizlerle paylaşmayı uygun gördüm. Değerlendirme ve görüşlerinizi bekliyorum. Yaşasın ilerleyen, büyüyen, gelişen Türkiye’miz. Bu arada bu konuşma metnini mümkünse sesli olarak eş, dost, çoluk-çocuk, konu komşu, herkese sesli olarak okuyun, eğer imkânınız olursa, fon müziği olarak da mehter vermeyi ihmal etmeyin.

“Sevgili meslektaşlarım, değerli rektörler, üniversitelerimizin çok kıymetli mensupları. Hepinizi en kalbi duygularımla selamlıyor, kurumumuz adına hoş geldiniz diyorum. Mehmet Hocam, özellikle de size. Lütfen Bilal Beyefendi hazretlerine en kalbi hürmetlerimizi iletin. Atıf Hocam, eserleriniz atıf almasa ne yazar, sizin isminiz yeter azizim. Siz de Berat Beyciğime en kalbi teşekkürlerimi iletin. Bizim oğlanın şey işinde yardımları… dur yahu, ne diyorum ben, sekreter kız metnin kenarına aldığım notları Word ortamına aktarırken metne ilave etmiş. Ben kendisini bilahare şükranlarımı sunmak için bu akşam bir rahatsız edeyim, vakitleri olursa. Söyleyiverirseniz memnun olurum Atıf Bey. Değerli rektörler, rektör yardımcıları ve diğer hoca arkadaşlarımız. Hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Efendim, YÖK bildiğiniz üzere sonunda yeni bir düzenleme yaptı ve akademisyen atamalarında merkezi dil sınavı ve merkezi bilimsel yeterlik sınavı türünden sınavlardan geçme / yeterli not alma ölçütünü kaldırdı! Şimdi notu falan bırakayım, biraz da dobra dobra konuşalım, değimli ya? Ne ya öyle, sınav, sınav, sınav? Gayet de yerinde bir karardır, adeta bir çığır açan reformdur, ülkenin milletin bilimsel ilerlemesinin önünde engel olan bu tür şeylerin reisimiz ve partimizin kararlı duruşlarıyla aşılması, yerli ve milli bilime ulaşma yolunda dev adımlardır. Alkışlıyorum bu kararı! Yani demek istiyorum ki, metne dönersek, YÖK’ün almış olduğu bu karar, yeni Türkiye’nin tıpkı yeni İstanbul havaalanı gibi, bilimsel kalkışında son derece mühim bir başlangıç olacaktır.

Özellikle rektör atamalarında profesör olma gerekliliğini ortadan kaldıran devrimden sonra bu sınav safsatasının kalkmış olması da, Türkiye üniversitelerinin sıç… (gözlerim bozuldu, okurken zorlanıyorum) yani sıçrama yapmaları hususunda son derece önemli bir eşiğin aşılmasında önemli bir rol üstlenecektir. Bilal Bey’in kulaklarını çınlatalım şimdi. Yani Mehmet Bey’in atamalarında son derece atılımcı bir hamle yaparak, kadroların gençleştirilmesi nokrasında cesur bir karar alarak, ilk Doktor Öğretim Üyesi (eskinin yardımcı doçenti) rektörümüzü atadık. Efendim, doçent yardımcısıymış da, nasıl profesör atarmış da, tanıdıkmış torpilmiş de. Ya geçin bunları geçin! Kız çocuklarımıza zulmedenler, onları üniversitelerin nizamiyelerinde mağdur edenler, camilerimizi ahıra çeviren, halkımızı göbeğini kaşımakla itham eden bu zihniyet var ya bu zihniyet. Bildiniz değil mi? Hah. İşte onu yerle yeksan ettik inşallah, ve dahi etmeye devam ediyoruz, yılmadan, bıkmadan usanmadan, tuğlaları teker-teker aradan çekerek, Allah’ın izniyle, vesayeti tümden ortadan kaldıracağız.

Bakın, Mehmet Bey atandı, ne oldu? Bar-bar bağırdılar. Aradan onu atayıverdik, o iş tamam ama, sonrasında daha elimize gelen listede… neyse yani değerlendirmek istediğimiz daha birçok, efendime söyleyeyim, kıymetli arkadaşlarımız vardı, rektör atayacağımız, onları da atayamadık ama, ne haber? Yani bakınız, bu CHP zihniyeti devleti adeta bir örümcek gibi, efendim, sarmış ve bunu bakın analitik olarak, objektif ve metodolojik olarak, efendim tüm bilimsel kriterleri göz önüne alarak söylüyorum. Öyle ezbere konuşmuyorum. Alanım edebiyat benim. Ben konuşurken efendim, bir harfin bile mananın içine edeceği… yani mananın anlamına etki edeceğini bilir, ona göre cümle kurarım efendim. Beyefendi benim bu özelliğimin bizim biraderle çok benzediğini bilir. Beni de en az onun kadar sever. Ha, o sever de, efendim, gerektiğinde döver de. Metne dönecek olursak, değerli rektörler, bakın bu reform ve diğer reformlarımız, yerlileşme ve millileşme konusunda memleketimizin üniversitelerinin az zamanda kat ettikleri yolu göstermeleri bakımından çok ama çok mühimdir. Dikkat buyurunuz lütfen:

Mesela diyelim ki müspet bir arkadaşı bir kadroya atamak istiyor sayın bir rektörümüz. Olur, atar, ister atar ister satar. Ama dur. İş o kadar da kolay değil. Yani mesela, tamam, ilanda arkadaşın askerlik yaptığı yeri korsun, efendim, çocuk sayısına göre, dersin mesela iki çocuğu olmak, çocuklarından biri kız olmak, erkek olanla kız olan arasında yaş farkı en az dört olmak, oldu mu? Yani istediğin gibi, üniversitenin ilgili bilim dalının gereklerine göre efendim, formüle edersin ilanı. Oldu mu? Yani, fotoğrafı haricinde her şeyi korsun, adayın holografik görüntüsü çıkar ilanı okudun mu, değil mi? Tamam. Buraya kadar, eski Türkiye ile yepyeni gıcır-gıcır Türkiye arasında akademinin ahval ve şeraiti perspektifinden, efendim, derinlemesine analiz ettiğinizde, son tahlilde yani, bir fark görebilir misin? Göremezsin. Bu arada arkadaşlar, retorik sorularıma toplu halde evet diye cevap vermeyin, gerek yok. Cevabını biliyoruz bu soruların. Zati biz bu süreçlerden hepimiz geçtik. Bu akademik gelenek, bu tarihimizin derinliklerinden süzülüp, ilim afakımızın ana hatlarını bir hat sanatı gibi işleyen teamüllerimiz, çok şükür ki bakidir efendim. Fakat, ki bakın burası çok önemli, atamak istediğimiz arkadaşımız dil bilmiyorsa ne olacak? Efendim, diyorlar ki dil bilmeyen akademisyen olamaz. Yahu kim demiş birincisi dil bilmiyor diye? Türkçe biliyor ya! Ama onu dilden saymıyor namussuzlar. Çünkü bunlar yurtdışında okumuş, kendi değerlerine, ananelerine (anneannelerine değil be arkadaşım, eleştirel akıl bu değil yani, senin yaptığın cidden saygısızlık, alın bu arkadaşın adını-soyadını, bakın bir “FETÖ” mahrem imamı vs. bir sıkıntısı var mıymış)! Ne diyordum, ananelerimize saygılıyız. Türkçe biliyor Türkçe! Yerli ve milli bir üniversite ve onun yerli ve milli hocalarla dolu olmasından hicap duyuyorlar, dertleri odur.

Neymiş hocası tezini yazmış bilmem ne!

Bakınız, ufak meselelere takılmamak lazımdır. Neymiş, yabancı dil bilmiyormuş, neymiş doktorası içindekiler ve bibliyografyadan mütevellitmiş, neymiş hocası tezini yazmış bilmem ne! Ya da, efendim son vakitler bulup çıkartmışlar, yok Hitler’i sosyalizmin kurucusu olarak göstermiş de falan filan. Geçiniz bunları! Hitler sosyalizmi kursa ne olur kurmasa ne olur. Bayan gayet müspet, efendim, kimseyle hırı gürü olmamış, gayet uyumlu çalışıyor, yöneticilerine saygıda kusuru yok, ocu değil bucu değil, gayet efendim hanım hanımcık biri. Ya da yabancı dil bilmeyen hocaymış da tezi oymuş da buymuş. Ya yazsa tezi de sahasının feriştahı olsa, o tezi alıp okuyan mı var allasen. Bunların amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Matah bir şey olsalar sanki kendileri! Elitist bunlar elitist. Milletin inandığı değerlerden uzak olanların, milletin taleplerine burun kıvıranların, milletin çocuklarını bu okullarda okutmamak için zülüm yapanların üniversitelerimizin istikbalinde söz sahibi olmalarına mı izin vereydik! Bu reform işte bu minvalde gayet yerindedir. Bunlar reisimize bile diploması ve sair diye dil uzatmadılar mı? Sayın Berat Beyefendiye doktora tezini hocası yazmış falan diye efendim kuru iftiralarda bulunmadılar mı? Sayın Bilal Beyefendiye yok İtalya’da tez hocasına hediye götürmüş, olmamış Sicilya mafyasıyla babası efendim görüşmüş, hocasını ikna etmişler tatlı dille, yani olacak şeyler midir bunlar! Bu yabancı dil meselesini de bu çerçevede ele alıyoruz. Üniversiteleri yeniden yapılandırıyoruz. Üniversitelere zarar veriyormuşuz da bilmem neymiş. Yahu nerede zarar? Aldık da üniversiteleri bir yere mi görürdük birader? Olduğu yede duruyor işte binaları, otoparkları, kantinleri, kütüphaneleri, rektörlük binaları, fakülteleri. Kadir kıymet bilmezler! Amma: elbette ki içini ne yaptık, değiştirdik, efendim, eskisi gibi değil. Tabiatıyla arkadaşlarımız var, açıktan doktora verdiğimiz, bu arkadaşlarımızı istihdam etmeyelim mi? Bu yetişmiş âlimleri, bilginleri, mucitleri, görmezden mi gelelim? LES, ALES, YDS bilmem ne. İngilizce bilmiyor Almanca bilmiyor Fransızca bilmiyor, ama adam efendim Erenköy, Menzil, bilmem ne, yani referansları var akademik manada diyorum! E almayalım mı bunları? İşte vizyonerlik ruhuyla, tamamen saydığım akademik prensiplere tekabül eder şekilde, efendim, bu arkadaşlarımızı akademiye kazandırıyoruz. Yerli ve milli üniversite hayırlara vesile olsun inşallah.

Cahil halkın feraseti bu oyunları bozuyor, çok şükür!

Yoksa bu dış mihrakların yetiştirdiği bilimum cıfıt yıllarca anamızı ağlattı bizim. Yok kuramlarmış da, yok terminolojiymiş de, yok tinin görüngü bilimiymiş de, yok o okulu bu okulu bilmem ne zırva işlermiş de. Ama sorsan mesela, hayatlarında bir Fatiha okumamış, ezansız semtlerde büyümüş ateist-deist tipler. Amma, değiştirdik elhamdülillah, illa ki sancılı oldu, ama az değil, sekiz binini attık, daha da atıyoruz. Zati kalanları da rızkı kimin verdiğini öğrendi. Ne dedi arkadaşımız, farzdır dedi farz. O reise kurban olun be siz kurban. Az bile demiş değerli meslektaşım. Ekmek veren eli ısırmayacaksın, anladın mı? Pavlov var ya Pavlov! Onu okuyun, şartlı refleks neyin. Yok Deniz Ülke Hanım, Sergey Lavrov değil. Bu hani köpeklerle çalışan… ha-ha, o işte. O bilimsel olarak açıklamış, sağ olsun, ekmek veren el ile serbest düşünme arasındaki korelâsyonu. Ne lasyonu? Kore lasyonu. Bak Kore, mesela o iyi. Batı mı? Batının bir affedersin arkasına yaklaşmışlar, Batı da Batı. Yön mü yok kardeşim? Doğu var, kuzey var, güney var. Ara yönler var. Kuzeyde Rusya var mesela, güneyde Ortadoğu var Afrika var. Yahu, az uzağa git, Çin var. Bırak Uygur’u bilmem neyi, sen işine bak. Yani ilim Çin’de olsa alacaksın diyen bir peygamberin ümmetiyiz hamdolsun. Kadrolarınızı takviye edeceksiniz. Çin’de olan bilimi alıyorsun da, elinin altında olan uygun arkadaşları mı üniversiteye almıyorsun kardeşim! Ez cümle, yıkmadan yeniden yapmak mümkün değil. Bu bir mantık kaidesidir. Yani yıkacağız, yıkıp yeniden yapacağız. Yapıyoruz da. Ayrıca size mi soracağız! İlk 500’müş de yayınmış da bilmem neymiş! İlk 500’e kim karar veriyor? Kredi derecelendirme kuruluşu gibi, bir alt komisyon kurarım, o da ilk beş yüz sıralaması yapar, objektif bittabi, binaenaleyh bakalım kaç üniversitemiz arzın ilk 500 üniversitesi arasına girer, görürsünüz.

Sevgili kardeşlerim, bu duygu ve düşüncelerle sizi saygıyla selamlıyor, bu reformumuzun da tıpa tıp diğer reformlarımız gibi Türk üniversitelerinin sıç… sıçramasına katma değer kazandırmasını en kalbi hislerimle temenni ediyorum”.

Mehteri bir öncekinde verdiydik, şimdi dombrayı verin!

Evet, metin buydu. İnanın gözlerimden yaş geldi, buraya aktarmak üzere yazarken. Bir kez daha akademik başarılarımızın tesadüfî olmadığını gördüm, üniversitelerimizin müthiş performansı ve özellikle de insan kaynakları konusunda yapılan derinlemesine çalışmaların olası gelecek yansımalarını müşahede ettim, gelecek nesillerimiz adına içim her zamanki gibi ümitle doldu! Ayırtına her zamankinden daha fazla vardım ki, bu ülkenin sırtı yere gelmez! Yeter ki böyle azimle çalışan, vizyon sahibi, memleketini ve insanını seven, dürüst ve ahlaklı yöneticilerimiz başımızdan eksik olmasın! Durun yine gözlerimden yaş gelmeye başladı. İyisi mi ben diğer bir yazıda bu meseleyi başka boyutlarıyla ele almak üzere sizlere veda edeyim. (Mehteri bir öncekinde verdiydik, şimdi dombrayı verin!).

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin