Türkiye nasıl bir yer?

HABER-YORUM | YAVUZ ALTUN

Bu soruyla en çok ilgilenenler muhtemelen pazarlamacılar, reklamcılar ve tüccarlardır. Çünkü bir toplumu tanımak, o topluma ürün satmak için gerekli şartların en önemlilerinden biri. Bu sebeple ABD’nin önde gelen anket ve araştırma kuruluşu Pew Research Center’ın kurucuları aynı zamanda köklü bir petrol şirketinin sahipleriydi. Fransız anket şirketi IPSOS’un pazar araştırmaları kurucusu Didier Truchot’a milyon Eurolar kazandırdı. Tüccarlar, toplumun nasıl olması gerektiğiyle ilgilenmezler; bu filozofların (modern toplumda sanatçıların, gazetecilerin, entelektüellerin hatta “bazen” politikacıların) işidir. Onlar toplumun somut ve objektif olarak nasıl olduğuyla ilgilidirler; insanlar nelerle meşgul, gündemleri neler, nasıl düşünüyorlar? Elbette ticari ilişkiler ve teknoloji toplumların zamanla dönüşümünü de beraberinde getirir, ama bu ayrı bir bahis.

İyi bir toplumsal projenin bu ikisini, yani toplumun ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini bir arada düşünmek ve bu yönde projeler üretmek zorunda olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Türkiye’deki holding sahiplerinin masalarına çok sayıda anket ve araştırma düşüyordur eminim. Reklamcılar ve pazarlamacılar da elden ele bir takım raporlar, çalışmalar dolaştırıyorlar. Siyasetçilerin ve gazetecilerin de bunları okumaya, toplumu doğru şekilde tanıyarak, insanlarla doğru iletişim kurmaya ihtiyaçları var. Gelgelelim, bu konuda bilimsel çalışmalardan çok mahalle dedikodularıyla yetiniliyor.

***

Gerçekten Türkiye nasıl bir yer? İnsanlar kendini nasıl tanımlıyor? Kendi adıma, bu soruların cevaplarını genelde KONDA’nın anketlerinde ve raporlarında buluyorum. Her seçim öncesi ve sonrasında yaptıkları analizlerin yanı sıra, Türkiye’de Zaman Kullanımı gibi, insanların vakitlerini nasıl geçirdiğini gösteren bir takım çalışmalar da yapıyorlar.

Mesela bu bahsettiğim çalışmaya göre Türkiye’de insanlar 9 çeşit kümeye mensup: Endişeli modernler (%9), mazbut modernler (%6), muhafazakâr modernler (%15), uzaktakiler (%12), ortadakiler (%9), mahallenin gençleri (%11), dinî muhafazakârlar (%11), kırsal gelenekselciler (%12) ve hayata tutunanlar (%15).

Bu kategorilerin bazılarını duydunuz, bazılarını ise ilk kez duyuyorsunuz muhtemelen.

“Endişeli modernler” kavramını AKP’nin ilk on yılında çokça duymuş, tartışmıştık. Tahmin edebileceğiniz gibi bu insanlar İstanbul ve Ankara’da yaşıyor çoğunlukla. Yarısı üniversite ve üzeri eğitimli. Anne babaları da eğitimli bir sınıf. Yüzde 40’ı CHP seçmeni. Yüzde 80’i içki içiyor. Yüzde 17’si ateist olarak tanımlamış kendini. Günde ortalama 4,5 saat çalışıyor, 3,5 saat ise internette vakit geçiriyorlar. Bir saatten fazla “eğlence” ile meşguller.

Peki, “mazbut modernler”? Büyük şehirlerde ya da Ege’de rastlanan bir küme. 3,5 saat ortalama çalışı, 2,5 saat televizyon izliyorlar. Yarısı CHP’li, yüzde 9’u HDP’li. En “solcu” grup burası. Orta sınıf. Sivil toplum aktivitelerine katılma oranı da yüksek. Eğitim durumu Türkiye ortalamasıyla aynı ama. Üçte biri Alevi. Beşte biri ateist. En çok komşularıyla sosyalleşiyorlar.

“Muhafazakâr modernler” de bunlara yakın bir küme. 4 saat çalışma, 2,5’ar saat ise internete ve televizyona vakit ayırıyor. Yarısı bekar, anne babalarının eğitim ortalamaları toplumun üstünde. AKP’li oranı düşük. CHP ve MHP seçmeni Türkiye ortalamasından yüksek. Siyasî kararsızlık burada yoğun. Modernler arasında en yüksek inançlı ve dindar oranı bu grupta.

Yüzde 12’lik “uzaktakiler” kümesi yaklaşık günde 2 saat çalışıyor, 2,5 saat ev işi yapıyor, 3,5 saat ise televizyon seyrediyorlar. Tahmin edebileceğiniz üzere genelde kırsalda yaşayan orta yaş ve üstü kadınlar bu grupta ağırlık. AKP’ye oy veriyor, içki içene tahammül etmeyeceklerini söylüyor, kültürel etkinliklere katılmıyor ve pek internet kullanmıyorlar. Kürt oranı Türkiye ortalamasından yüksek. Genel karakteristik olarak taşraya, doğuya yakın yerlerdeler.

“Ortadakiler” ise günde 3,5 saat çalışıyor, 3 saat televizyon izliyor. Büyük şehirlerde yaşayan, orta eğitimlilerden oluşuyor. Bu kümede çalışan erkekler, esnaf ağırlıklı. Yarıya yakını AKP’li. Geleneksel muhafazakârlık ağır basıyor. Siyasi görüşleri ülke ortalamasını yansıtıyor. Yüzde 70’i içki içmiyor. Geçim darlığı çekiyor. Bu grupta Aleviler de sayıca ortalamanın üstünde.

“Mahallenin gençleri” kümesi günde 4,5 saat çalışıyor, 1,5 saatini eğitime, 2,5 saatini internet ve TV’ye ayırıyor. Erkek ağırlıklı bu kümede beyaz yakalı, esnaf ve öğrenci çoğunlukta. MHP’li oranı ülke ortalamasının iki katı. Alevi yok, Kürt oranı çok düşük, dindar. Ahlakçılığa yatkın. İnternetten alışverişe en meraklı 2. küme ayrıca.

“Dini muhafazakârlar” çalışmaya en çok vakit ayıran küme. 4,5 saatten biraz fazla. 1,5 saatini ile ibadet ederek geçirdiğini söylüyor. Şehirliler, erkek oranı yüksek, genelde evli, esnaf oranı en yüksek grup. Çoğunlukla AKP’liler ve partiye üyelikte de öndeler. Kıt kanaat geçindiklerini söylüyor ama ev sahipliği yüksekçe bir kesim aynı zamanda. Kültürel etkinliklere katılımda ortalamayla aynılar.

Yüzde 12’lik “kırsal gelenekselciler” küçük köy ve kasabalarda yaşıyor, yaş ortalaması yüksek, emekli ve ev kadınlarının çok olduğu, günde 2 saatini ibadetle, 3 saatini ise TV başında geçiren, internetle ilişkisi az, ağırlıklı olarak Sünni Hanefi bir topluluk. 3’te 2’si AKP’li. Dini bütün birinin aynı zamanda ahlaklı olacağını düşünüyorlar. İçki içilmesine karşılar.

Yüzde 15’lik “hayata tutunanlar” kırsalda yaşayan, çoğunluğu kadın ve yaşlı, günde 2 saatten fazla ev işi yapan, 3,5 saatini televizyon izleyerek geçiren, uykuya en fazla zaman ayıran küme. Neredeyse yarısı oy kullanmıyor ve/ya kararsız. İçki içmiyor ama içenlere karşı hayli tahammüllü, çoğu müstakil evde oturuyor ve komşularından başka pek kimseyle sosyalleşmiyor. Kürt oranı yüksek. 4’te 3’ü dindar ya da sofu olarak tanımlıyor kendini.

Çalışmadan başka rakamlar da verelim.

Türkiye’nin yüzde 65’i sosyal medya kullanırken, yüzde 35’i kullanmıyor. Kullananlar günde ortalama 4 saat çalışıyor, kullanmayanlar ise 2 saat civarı işe vakit ayırıyor. Toplumun yüzde 31’i “çalışan erkek” kategorisinde, yüzde 11’i ise “çalışan kadın”. Bu erkekler ortalama 7,5 saat, bu kadınlar ise yaklaşık 6 saat işte vakit geçiriyor. Toplumun yüzde 12’sini emekliler oluşturuyor ve bu insanlar günde yaklaşık 4,5 saat TV izliyorlar.

Türkiye’nin yüzde 25’i ise “ev kadını”. Günde yaklaşık 4 saat TV izleyip 4 saat de ev işi yapıyorlar. İnternette ortalama yarım saat vakit geçiriyorlar. Toplumun yüzde 8’i işçi ve yüzde 3’ü de çiftçi. Yüzde 15’lik “üst düzey çalışanlar” kategorisi günde 7,5 saat çalışan, 2 saat internette vakit geçiren bir grup.

Ülke genelinde ortalamalar nasıl peki? Ortalama 3 saat TV seyrediliyor, ibadete bir saatin üstünde, eğitime bir saatin altında vakit ayırılıyor, “eğlence” için bir saatten az zaman harcanıyor üstelik buna eş, dost, akraba ziyaretleri de dâhil, saat 21-22 arası TV, 22-23 arası ise internet için “en yoğun zaman dilimi”.

***

Bu tabloyu nasıl yorumlarsınız?

Benim ilk dikkatimi çeken şey şu oldu: Kutuplaşma dediğimiz şey, aslında yaşam standartlarının, hayata dair ilgilerin farklılaşması. Hayat tarzının farklılığı, doğrudan siyasî görüşlerle örtüşmüş. AKP’ye oy verenlerle muhalifler farklı zaman ve mekân algısına sahip kabaca. Bir kesim interneti, diğer kesim televizyonu “sahiplenmiş” gibi. Tabi bunda AKP’nin TV’leri kontrol etmesinin rolü büyük. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan burada kendisine bir “kale” inşa etmiş durumda. Sadece televizyon vasıtasıyla “ülkeden” haberdar olan kesime ulaşmak, muhalefet için neredeyse imkânsız hâlde.

(Bu durum yaşadığımız çağın getirdiği bir “yarılma” aynı zamanda. Şehir ve taşra arasındaki uçurum giderek artıyor ve bu politik temsile de yansıyor. Bu, başka bir yazının konusu.)

Nüfusun yüzde 90’ından fazlası il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor fakat bu tam anlamıyla, bilhassa Batılı anlamda bir “şehirleşme” değil. Anadolu’daki pek çok yerleşim yeri taşra ile şehir arasında gidip gelen sosyal özelliklere sahip. Sürekli kendini yenileyen, orada yaşayanların bir araya gelip ürettiği bir “şehir kültürü” yok.

Küçük şehirlerdeki en önemli sosyalleşme alanı alışveriş merkezleri. IPSOS’un Türkiye’yi Anlama Kılavuzu araştırmasının 2018 versiyonunda bireylerin her gün yaptıkları aktiviteler arasında ilk üç sırayı internete girmek (%87), televizyon izlemek (%83) ve alışveriş merkezine gitmek (%72) işgal ediyor.

TV’de en fazla yüzde 61 oranla haberler ve haber tartışma programları seyrediliyor. Aynı araştırmaya göre yüzde 35’in hiç kitap okumadığını, yüzde 44’ün hiç sinemaya gitmediğini, yüzde 64’ün asla tiyatro ve/ya operaya ayak basmadığını da ekleyelim. “Konfor alanları” pek terk edilmediği gibi, toplumsal dinamiklerin buralara “sızma” gibi girişimleri de pek yok. Yankı adacıkları içinde yaşanıyor.

Türkiye genelinde “en güçlü beş tavır” ise IPSOS’a göre şunlar: Çevrenin ve havanın kirlenmesinden duyulan rahatsızlık (%82), dinin hayata yön veren en önemli olgu olduğunu düşünme (%79), geçmişe özlem duyma (%77), küçük lükslere sahip olma isteği (%68), dış dünyanın acımasızlığına karşı eve kapanma arzusu (%68).

Bunlar “muhafazakâr” tavırlar. Kendi içine kapanan bir toplumun özellikleri. Bunun üzerine şunu da koyalım: KONDA’nın bir başka anketinde “Ne kadar milliyetçisiniz?” sorusuna “Militan milliyetçi” cevabı verenlerin partilere göre dağılımı şöyle: AKP’de yüzde 70, CHP’de yüzde 72, MHP’de yüzde 89, HDP’de yüzde 27, diğer partilerde yüzde 71 ve kararsız seçmende yüzde 64. Bunlara ek olarak bir de “mahcup milliyetçi” olanlar var.

Daha detay konularda da durum farklı değil. Mesela devlet düzeninin korunması için medyaya yayın yasaklarının “doğru” ya da en azından “kısmen doğru” olduğunu düşünenler, her partide ciddi bir kesimi oluşturuyor. Terör söz konusu olduğunda vatandaşların hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması gerektiğini düşünenler de partilere mebzul miktarda dağılmış vaziyette. “Netameli” konularda, parti liderleri ne söylerse söylesin “devletin, iktidarın” yanında saf tutmaya hazır ve hevesli bir ruh hâli bu. Elbette öncelik “güvenlik”.

Oy tercihini nelerin belirlediği sorusunun cevabı ise sırasıyla şöyle: Yüzde 16 “taraftar”; yüzde 30 “ideolojik”; yüzde 23 “liderci”; yüzde 11 “partisiz”; ve yüzde 20 “son dakikacı”. Yani artık partiler kimliğin bir parçası hâline gelmiş.

“Kimlik siyaseti” terimi ile açıklanamayacak kadar uç bir durum. “Kabilecilik” denilen şey tam olarak böyle bir şey. Herkes kendi kabilesini biliyor, ona uygun yaşıyor, ona göre oy kullanıyor.

Sivil toplum bu noktada bir alternatif sunacak konumda değil. Toplumun yalnızca yüzde 10’undan biraz fazlası STK’lara üye. Ne kadarı “aktif üye” bilemiyoruz. Üstelik bu STK’ların yüzde 40’tan fazlası zaten beş büyük şehirde. Taşrada “sivil toplum” gündemi yok gibi bir şey. Bu oranlar Avrupa Birliği ülkelerinin bir hayli gerisinde.

Bu kapanmanın ekonomik sebepleri de var. KONDA’nın bir başka araştırmasında, toplumun yüzde 56’sının kıt kanaat geçinebildiğini, yüzde 16’sının borçlu olduğunu yüzde 10’unun ise finansal sıkıntı yaşadığını görüyoruz. 2014’teki bir araştırma – ki o günden bugüne ekonomik ciddi daralma yaşandı – Türkiye’nin yüzde 72’ye yakınının “finansal olarak rahat olmadığını” söylüyor.

(Ekşi Sözlük’te bir yazar, Türkiye ve Almanya’da alım gücünü basitçe market alışverişi üzerinden karşılaştırıp “Türk halkının aslında yaşamadığı” sonucuna varmıştı. Maddi daralmanın sonuçlarının başında da demokrasinin gerilemesi geliyor maalesef.)

Ucu ucuna yaşamak, uzun vadeli plan yapamamayı beraberinde getiriyor. Günlük dertlerin ötesine geçmek zor. Ortak değerler üretmek, bu değerlere tutunarak bir sivil kimlik oluşturmak neredeyse imkânsız. Hâliyle hazır olanlara sahip çıkılıyor. Dün yayınlanan bir araştırmada toplumun yüzde 60’ının kendini milliyetçi, muhafazakâr veya Atatürkçü olarak tanımladığı belirtiliyor. Ana damar burası, diğer her şey marjinalleşmeye mahkûm.

Bunları okuduktan sonra karşı karşıya kalmanızı istediğim soru şu: Böyle bir topluma satmak istediğiniz ürünü (fikri) nasıl pazarlardınız? Onu da gelecek yazıda tartışalım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin