Tünelin ucu ışık

YORUM | HAKAN ZAFER

Taraflardan en az birinin dindar olduğu kimseler arasında geçen konuşmalarda , “Ohooo, biz kiiim…”, “O peygamber canım”, “Evliya mıyım ben!”, “Her kula nasip olmaz öyle şeyler!”, “Öyle basit mi o işler!” vs. gibi cümleleri eminim çok duymuşsunuzdur.

Aynı zamanda, ayağı yere basmayan karakterlere tav olmanın önemli bir sebebidir de bu; İnandığı dinin ancak sıra dışı kimselerce yaşanabileceğini kabullenmek. Bir süre sonra, kendisi gibi “normal” olmanın yetersizlik olduğunu, dolayısıyla bu yetmezlikle dinini tecrübe edemeyeceğini düşünmek, hem de sadeliğin, dini yaşantıya mani bir hal olmadığı, aksine en güçlü damarı olmasına rağmen.

Normalle yetinmeyip limitleri yükselten bu tür kendi kendini engellemelerin tamiri zor sonuçları oluyor. Mesela, artık modern dindarların kapmakta pek mahir oldukları bir toz; vaziyetin inandıklarıyla çelişmesi durumunda inandıklarını pratik alanda bir utanç görmeye başlamak gibi. Ya kendine ya da kendini yakıştıramıyor. Devamında, uygulamadığı bir inancın pekişmesini, yer yer inandığıyla tutarlı tavır ve tutum sergilemesini bekleyen de beklediğiyle kalıyor.

*****

Sınır çizmenin, biri diğerini takip eden iki yönü var; Yapamazsın, yapamam.

Yukarıda bahsettiğim, özellikle dini alandaki yapamam tarafı. Fark edilmezliği en önemli niteliği olan engellerin çaresizlik öğreticiliğini atlamadığımız sürece baş edilebilir tarafı yok değil.

Çoğu zaman, engellenenin görmemesine dayalı engelleri herkes bilse de durum değişmiyor. Kişi, fark edememekten öte bir vebal taşımıyor ama hesap ona soruluyor.

Öğrene öğrene engeli kendi olmuş bireyleri yüreklendirmek kadar zor ne olabilir?

Tamam, dönüp onları bir kez daha suçlayalım, “eksik olan ne anlamıyorum, neden hâlâ…” diye esip gürleyelim. Kimse de bunun bir öğrenme olduğunu; engelleri kurup kaldıranın, istediği zaman tekrar edebiliyor olmasını sorgulamasın. Haklılar tabi, kolay olan da bu.

Sınırlandırılmış;

yitirdiği şevkiyle artık “yük(!)” olmaya başlamış;

gittikçe yaptığına, içinde bulunduğu veya kendini bulduğuna yabancılaşan;

ucundan tuttuğu ne iş varsa yarım ve yamalı olmasına rıza göstermiş;

bağlanma, ait hissetme sorunlarıyla kavga edecek takati yitirmiş;

güven duyamadığı zamanlarda bir yerde bulunmamayı korunma bilmiş;

ne kadar yararlı ve değerli olursa olsun fikirlerinin dikkate alınmayacağı yargısıyla sessizliği tercih etmiş bireylerden, neden eşiği geçmediklerine dair kınandıkları esnada yüksek motivasyon beklentisi, kim tarafından girilirse girilsin saflıktır.

*****

Tahammül bagajını genişletmediğimiz, “dâhi bile olsa uyumsuz” olarak etiketlediğimiz kimselere lütuf istisnası olarak “uyumsuz ama…” kayırmalarını bırakarak alan açmadığımız sürece tadı tuzu kaçıran çelişkilerden kurtulma isteğimiz tünel ve ışık metaforunu çağrıştırıyor.

Karanlık bir tünelde sıkışıp kalan kişi, ışığı ilk gördüğünde koşmaya başlıyor. Karanlıktan aydınlığa geçişte gözü kamaştığı için tünelin ağzının camla kapatıldığını fark edemiyor, cama çarpıyor. Orada kalıyor, ileri gidemiyor, geriye dönse karanlık. Bir süre sonra bu duruma alışıyor, dahası engellenmeyi öğreniyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin