Referandum sonrası Kürdistan ve Ankara’nın ‘gazetecileri’

YORUM | DENİZ AYHAN

Irak Kürdistan Federe Yönetimi’nin 25 Eylül’de yaptığı referandumun üzerinden iki aydan biraz fazlaca zaman geçti. Ankara’da AK Parti çevrelerindeki hissiyata bakılırsa, Barzani’ye ve Kürtlere büyük bir ders verilmiş havası hâkim. Ankara’nın nabzını tuttuğunu iddia eden hükümete yakın birçok yorumcu, uzman, ve akademisyen Barzani’nin referandum konusunda Erdoğan’ın uyarılarını dinlememesinin sonucunun son derece ağır olduğundan dem vurmakta.

Şüphesiz, bozuk bir saatin dahi günde iki kez doğru vakti işaret etmesi gibi hükümete yakın Ankara’daki lümpen ‘gazetecilerin’ de ifadelerinde doğruya işaret eden bir takım noktalar olmakla beraber, gerçeği bilerek ya da farkında olmadan ıskaladıkları da son derece açık. Önce, doğru sayılabilecek ifadelerinden başlayalım.

KÜRDİSTAN’DA BARZANİ TEK AKTÖR DEĞİL

Ankara çevrelerinin de ifade ettiği gibi Kürdistan bağımsızlık referandumu gerek Kürtlerin kendi içi dinamikleri, gerek bölgedeki komşu ülkelerin tutumları ve gerekse de ululararası aktörlerin karşıtlığından ötürü daha doğmadan ölmeye mahkum bir atılım olarak gerçekleşti. Bir tarafta Süleymaniye’de bulunan Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) Erbil’in etkisinden kurtulmak istemesi, diğer taraftan Erbil’de bulunan Barzani KDP’sinin Bağdat’ın tahakkümünden sıyrılma niyeti, referanduma giden yolda büyük ayrılıklara sebep oldu. Hatta bu ayrılıklar öyle derin bir noktaya ulaştı ki, Celal Talabani’nin büyük oğlu Bafel Talabani’nin, babasının mezarı başına ziyarete gelen İran Devrim Muhafızları Kudüs ordusu lideri Kasım Süleymani ile anlaşarak tek kurşun atılmadan Kerkük’ün Irak merkezi hükümeti güçlerine ve İran destekli Haşdi Şabi milislerine teslim etmesine sebep oldu. Bafel Talabani ve KYB’nin üst düzey isimlerinin Kerkük’ü kaybetme pahasına İran ile yatıkları bu anlaşmanın temel motivasyonu, özelde Süleymaniye’yi ve genelde ise Kuzey Irak Kürdistan Federe Yönetimi’ni Barzani’nin etkisi altından çıkarmak olarak ifade edilebilir. Şüphesiz, Barzani’nin görev süresinin 2014’te dolmasına rağmen koltuğunu bırakmaması, aile fertleri ve akrabalarını kayırması, referandumdan önce farklı Kürt muhalif sesleri bir araya getirememesinin de KYB’nin bu tek taraflı tutumunun üzerinde çok büyük etkileri var.

Bölgesel denkleme baktığımızda ise, İran ve Türkiye’nin başından beri bir takım saiklerle Kürdistan’ı bağımsızlığa götürecek bir referanduma şiddetle karşı çıktıklarını ve referandum sonrası gelişen süreçte bu tavırlarını ortaya koydukları diplomatik, ekonomik ve askeri manevralarla ispatladıklarını ifade edebiliriz. Farklı olarak, İran ve Türkiye etki sahası altında kalan ve adeta coğrafi olarak Arap denizinde küçük bir adayı andıran Kürdistan’ın bağımsızlık referandumuna bölgeden destek veren tek ülke İsrail oldu. Fakat, bu destek diplomatik ve bir takım ekonomik araçların dışında askeri alana tesir edemedi.

Diğer taraftan Barzani cephesinin uluslararası aktörleri, özellikle Avrupa Birliği ve Amerika’nın pozisyonunu doğru bir biçimde okuyamadığını referandumun hemen öncesinde gerçekleşen bir takım gelişmelerden de anlamaktayız. Örneğin, referandumun yapılmasına 48 saat kala Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Barzani’ye bir mektup göndererek referandumu tehir etmesi gerektiğini ifade etmesine rağmen, Barzani cenahından bu mektup muhatap dahi alınmadı. Benzer bir tutumun AB’den gelen eleştiriler için de Barzani yönetimince ortaya konduğu bilinen diğer hususlardan.

ANKARA BÖLGEDE EDİLGEN BİR POZİSYONA İTİLDİ

Türkiye’nin tüm bu denklemdeki yerine baktığımızda ise, Ankara’nın maalesef son derece edilgen bir noktaya itildiğini görmekteyiz. Bu bağlamdan hareketle, İran’ın Irak üzerinden de Türkiye’ye referandum sonrası süreçte komşu olduğunu ve Türkiye-Irak sınırına yakın bir takım stratejik bölgeleri gerek Haşdi Şabi gerekse de Irak merkezi hükümet güçlerince kontrol ettiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır. Türkiye için diğer önemli bir kayıp ise şüphesiz Barzani ve yönetimi ile yaşananlarla alakalı. Tarihi olarak, Kuzey Irak Kürt siyasetine baktığımızda İran’a yakın duran bir KYB’nin varlığını kabul etmekle beraber, İran etkisine daha uzak duran ve Türkiye ile daha yakın ilişkiler geliştiren bir KDP vardı. Fakat, son süreçte İran’ın etki sahasını Erbil’e kadar genişletmesi ve bu anlamda Türkiye’nin reyini de alması ister istemez Barzani’nin de İran’ın nüfuz sahasına hiç olmadığı kadar girmesi sonucunu doğurdu.

Tüm bu saiklerle beraber hali hazırdaki fiili duruma baktığımızda, Ankara ‘gazetecilerinin’ bilerek ya da farkında olmadan gözden kaçırdığı önemli husus şu ki, Türkiye gerek Irak’ın içinde gerekse de Kürdistan coğrafyasında İran’ın etki sahasının genişlemesiyle önümüzdeki yıllarda bu bölgede ikincil bir aktör olarak varlığını devam ettirecek gibi görünmekte. Bu ikincil aktör olma durumu sadece Kürdistan ve Kürtler için geçerli değil. Benzer şekilde kahir ekseriyetinin Şii olduğu bilinen Türkmenler üzerindeki etkisini de büyük ölçüde yitiren Türkiye, maalesef Irak’taki soydaşlarını da İran’ın önü alınamaz tesir sahasının içine kendi elleri ile hapsettiği gerçeğini de ifade etmek durumundayız.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin