Otoriter rejimlerde ne yaptığının farkında olmak

YORUM | KEMAL AY

1968’de Rus tankları, ‘Prag Baharı’na karşılık olarak Çekoslovakya’ya girdiğinde Vaclav Havel, devlet tiyatrolarında başarılı bir oyun yazarıdır. Komünizmden sıyrılmak ve daha ‘açık görüşlü’ bir yönetim isteyen Çekoslovaklar, meydanları doldurduğu için, Sovyet Rusya, Doğu Avrupa’daki bu uydu devleti kaybetmemek için tanklarla Prag’a girmiştir. Havel, boş durmaz. Sovyetlere karşı makaleler yazar, radyo programları ve TV konuşmaları hazırlar. Bir de tiyatrodan tanıdığı müzisyen arkadaşlarıyla The Plastic People Of The Universe (Evrenin Plastik İnsanları) isimli politik Rock grubunu kurarlar.

İşgalden sonra Sovyetler ‘normalleştirme’ adını verdikleri bir dönem başlatırlar ülkede. Elbette Sovyetlere göre ‘normal’ devletin yeniden ‘demir yumruk’ olarak kurgulanması ve halktaki ‘özgürlük’ taleplerinin şiddetle bastırılmasıdır. En yoğun direniş, Havel’in de bulunduğu Liberec’te gerçekleşir ve ölenler olur. Ancak Sovyet tanklarına direnmek mümkün değildir. Rock grubunun bazı üyeleri tutuklanır. Vaclav Havel, tiyatrodaki görevinden uzaklaştırılır ve bir bira fabrikasında çalışmaya başlar. Boş durmadığı ve çeşitli vesilelerle Sovyet vesayetine karşı çıktığı için de çeşitli zamanlarda tutuklanır. Havel’in ‘Güçsüzlerin Gücü’ (The Power of Powerless) isimli kitabında şu satırlar yer alır:

‘… biz hiçbir zaman aykırı (muhalif) olmaya karar vermedik. Nasıl olduğunu anlamadan ona dönüştürüldük, asla nasıl olduğunu anlamadan kendimizi hapishanede bulduk. Sadece ileri gittik ve bizde yapmamız gereken şeyleri yaptık ve bu bizim için dürüstçe olandı, ne eksik ne de fazla.’

Havel’in haklı olduğu bir şey var. İnsan durduk yere ‘muhalif’ olmaz. Bir şeylere karşı geldiğiniz, itiraz ettiğiniz, bazen dik durduğunuz için o pozisyona itilirsiniz. Havel ve arkadaşları, gerekli entelektüel birikime sahip ve öncesinde de ‘özgürlük’ taraftarı oldukları için Rus tankları Prag’a girdiğinde yapmaları gereken şeyi yapmışlardı. O dönem için ‘aykırı’ kimselerdi. Ancak aynı Vaclav Havel, 1989’da ‘Kadife Devrim’ denilen ve Çekoslovakya’nın Sovyet rejiminden tamamen kopuşunu simgeleyen ayaklanma gerçekleştiğinde ülkenin lideri hâline gelecekti. Yeni ‘normal’de aykırı olan Sovyet politikalarıydı.

Prag’daki ‘direnişçiler’, sadece doğru olduğunu düşündükleri şeyleri dile getirdikleri için ‘direnişçi’ lakabını aldılar. Havel’in dediği gibi düşünüp taşınıp, politik riskleri hesaplayıp ‘Acaba halk bizi dinler mi?’ demeden, kendilerini söylemeye vazifeli hissettikleri sözleri söylediler. Zaten ‘ihlaslı direniş’ de böyle bir şey değil midir? Gerekli olanı, gerektiği şekilde yapmak. Neyi savunduğunu bilerek, kendi heykelini inşa etmek için değil gerçekten doğrunun yanında olmak için konuşarak.

Vaclav Havel, iktidar hırsına sahip bir politikacı değildi. 1989’daki devrimden sonra doğan ‘lider ihtiyacı’ ortasında arkadaşları onu öne itmişlerdi. Çekoslovakya’nın 1992’de ikiye bölünmesini engellemek istemiş fakat başarılı olamamış, bu sebeple istifa etmişti. 1993’te Çek Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak seçildiğinde fazla bir yetkisi yoktu. Ancak ülkede ‘ahlakî otorite’ olarak toplumun diyalog ve barış inşa etmesinde faydalı olabileceğini düşünüyordu. Bunun için üç kez genel af ilan etmiş, özellikle Sovyet döneminde hüküm giyenlerin ‘muhtemelen’ yanlışlıkla hapiste olabileceğinden bahsetmişti. (Bu aflarla hapisten çıkanların suç oranlarını iki üç kat arttırdığı gerekçesiyle Havel’e ciddi şekilde karşı çıkanlar oldu.)

Ancak Havel’in ünü yurt dışında daha yaygındı. Ölümünden sonra Alman Şansölyesi Angela Merkel onu ‘Gerçek bir Avrupalı’ olarak tanımlayacaktı. ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ romanının yazarı Çek asıllı Milan Kundera, Havel’in en büyük eserinin ‘kendi hayatı’ olduğunu söyleyecekti. Hep özlemi duyulan ‘Bilge Kral’lardan biriydi Havel. Bunda belki de asıl tutkusunun siyasete değil edebiyata yönelik olmasının payı büyüktü.

***

Bayram değil seyran değil neden Vaclav Havel’i anlatıyorum?

Önce önüme ünlü işadamı, Anadolu Grup’un sahibi Tuncay Özilhan’ın evde üretilen biralara vergi konması yönündeki teklifi düştü. Özilhan’ın insanların neden evde bira üretmeye başladığına dair hiçbir fikri olmadığı gerçeğiyle sarsıldım. Hatta uzun zamandır Türkiye’de içkili ortamların tıpkı İran’daki gibi ‘eve’ hapsolduğunu Özilhan bilmiyordu muhtemelen.

Bira demişken, elbette devlet tiyatrolarından bira fabrikasında çalışmaya ‘terfi ettirilen’ Vaclav Havel’i anmamak olmazdı. Ama aslında Havel’i aklıma düşüren şuydu: Rus tankları Prag’a girdiğinde, doğru olanın buna itiraz etmek olduğunu düşündüğü için ömrünün yirmi yılını ‘aykırı muhalif’ olarak yaşamıştı. Hazırlıksızdı belki ama tankları görünce ne yapması gerektiğini şıp diye kavramıştı.

Gelgelelim Türkiye’deki insanların çoğunun, özellikle de iş adamlarının böyle bir ‘hazırlığı’ yok. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu pek düşünmüyor, ‘zarar kendilerine isabet etmedikçe’ itiraz etmiyorlar. Kabaca ama doğru şekilde ifade etmek gerekirse: Umurlarında değil!

Bakın Türk Tabipler Birliği savaş karşıtı bir açıklama yaptı diye Prof. Raşit Tükel gözaltına alındı. Kendisi daha önce İstanbul Üniversitesi’nde en çok oyu aldığı hâlde Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanmamıştı. Mücadelesini sürdürdü. Üstüne düşen vazifeyi yapmaya, doğru bildiğini söylemeye, itiraz edilmesi gereken yerde itiraz etmeye kalktı. Bugün bedelini ödüyor.

Korkuyu yaygın tutmak için rejim çeşitli vesilelerle insanlara zulmediyor. Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye sorumlusu Taner Kılıç’a verilen tahliye kararı, savcının itirazıyla (bu da KHK ile mümkün kılınmıştı ve daha önce 21 gazete için uygulanmıştı) bozuldu. Bir üst Ağır Ceza Mahkemesi, yeniden tutuklu yargılanmasına hükmetti. Neden?

Çünkü bu yozlaşmış iktidar ‘doğrulara’ yanaşmayı elinden geldiğince tehlikeli kılmaya çalışıyor. Burada yapacağınız tek şey, ‘doğruların’ sadece sözle değil aksiyonla da yanında olmak. ‘Direniş’ bu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin