Ortada ele geçirilecek bir ülke kaldı mı gerçekten? [Haber-Analiz: Ahmet Dönmez]

Sabah gazetesi, önceki günkü büyük tepki çeken ‘iç savaş’ manşetinde, “Üst akıl, yani derin NATO, ABD ve Avrupa Birliği’nin bazı ülkeleri, Türkiye’yi ele geçirecek yeni bir kaos planını devreye soktular” dedi. Bu ‘Türkiye’yi ele geçirecekler’ sanrısı, eskiden de kullanışlı bir aparattı ama AKP için artık vazgeçilmez bir hegemonya aracı. AKP, uzunca bir süredir bu algıyı pompalayarak tabanını zinde tutuyor. Suça batmak ile gerçeklerden kopmak arasındaki korelasyonda kitlelerin bir şekilde müteyakkız tutulması, yanlışları sorgulamaması ve ‘kıskanılan ülke’ öforisi ile kendinden geçirilmesi için bu söylem şart. Peki, ortada ele geçirilecek bir ülke var mı gerçekten?

AKP yönetiminde Türkiye, tutarlı hiçbir politikası olmayan, dış politikada bütün kırmızıçizgilerini çiğnemiş, megalomani hezeyanı ile konuşup mikro-manik davranışlar sergileyen, neredeyse bütün süper güçler tarafından dinlendiği ortaya çıktığında “Büyük devletler dinler” diye geçiştiren, askerlerini hangi ülke uçağının bombaladığını bildiği halde ölü taklidi yapan, askerleri diri diri yakılırken ayran içen, ülkesinde olacak terör eylemlerini yabancı ülke istihbarat teşkilatlarından öğrenen, 20 milyon dolar karşılığında egemenlik haklarından feragat eden, kendi ülkesinde işlenen bir cinayet için başka bir ülkenin soruşturma komisyonu kurmasına müsaade eden, sınırları delik deşik olmuş bir ülke artık Türkiye.

‘TÜRKİYE SADECE TEHDİT EDER, BİZ YAPARIZ’

2011 yılında Türkiye ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasında doğalgaz arama krizi çıkmıştı. Dönemin Kıbrıs Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Erato Kozaku Markulli, “Türkiye sadece tehdit eder, bağırır çağırır. Biz bildiğimizi yapmaya devam ederiz” minvalinde konuştuğunda hemen hiç kimse bunu Rum bakanın patavatsızlığından ibaret görmedi. Kıbrıs Rum yönetimi, Amerikan Noble Energy şirketi ile ortaklık yapmıştı. Türkiye, karasuları tartışmasından dolayı girişime itiraz ediyordu. Markulli ise “Türkiye kabadayılık yapıyor. Misilleme olarak KKTC tarafında sondaj yapmak istediğini beyan ediyor. Ama bunlar sadece laf. Türkiye bu işi yapabilecek donanıma sahip değil” dediğinde verilen cevap dramatikti. Türkiye misilleme olarak Piri Reis sismik gemisini Akdeniz’e indirmişti. 33 yıllık gemi bir ‘laz takası’ görünümündeydi. ‘Sahte Tosun Paşa’ mindere çıkmış gibiydi. Daha da kötüsü, Türkiye’nin bundan başka sismik arama gemisi yoktu. Olay, Türkiye’de bile dalga konusu olmuştu.

Türkiye, kırmızıçizgi ilan etmesine rağmen Rumlar 12. parsele kadar aramayı genişlettiğinde Rum bakanın, “Türkiye tepki gösteremedi. Boşa kükrüyor. Aslanlıklarının içi boş olduğu kanıtlandı” şeklindeki kışkırtıcı sözleri de karşılıksız kaldı.

‘ANKARA BİRKAÇ GÜN KONUŞUR, SONRA UNUTUR’

2006 yılında Fransa Parlamentosu Ermeni Soykırımı’nın inkârını cezalandıran yasa tasarısını kabul ettiğinde de böyle olmuştu. Birkaç “Sabrımızı test etmesinler” çıkışından sonra konu unutulmuştu. 1 yıl sonra,  11 Ekim 2007’de, Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Ermeni soykırımı tasarısını görüşürken Brad Sherman isimli komite üyesi, “Bu tasarıyı kabul edersek Ankara birkaç gün bir şeyler söyleyecektir. Sonra tepkisi azalacaktır. Fransa’ya da kızdılar. Ama şimdi iki ülke arasındaki ticarete bakın. Ticaret hacmi tavan yaptı” dedi.

Tıpkı İsrail’le Mavi Marmara krizi sonrası ticaret hacminin iki katına çıkacağı gibi.

‘DİNLEMEYEN BİR SAN MARİNO KALMIŞTI’ AMA ÖLÜ TAKLİDİ YAPILDI

2014 yılında Almanya hükümeti, istihbarat teşkilatı BND’nin 5 yıldır Türkiye’yi dinlediğini kabul etti. Türkiye sessizliğe gömüldü. Konu Bakanlar Kurulu gündemine dahi gelmedi. Sadece iki ülke içişleri bakanlarının içinde yer aldığı bir komisyon kuruldu ve konu unutturuldu. Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, Almanya’ya tek kelime etmedi. Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Faruk Şen, bu sessizliğe gerekçe olarak Almanya’nın her türlü mahrem bilgiye sahip olmasını gösterdi. Şen, İsviçre’deki banka hesaplarının da Almanya tarafından bilindiğini iddia etti.

Yöneticilerinin bütün mahrem bilgilerinin başka bir ülkenin elinde olduğu ülke, aslında ‘ele geçirilmiş’ bir ülke değil midir? Hele hele bu mahrem bilgiler dinleme ile elde edilmişse ve o ülke “Dinledim, evet” dediği halde siz üç maymunu oynuyorsanız ele geçirilecek neyiniz kalmıştır ki?

Skandalı ortaya çıkaran Der Spiegel, İngiltere ve ABD’nin de Türkiye’yi dinlediğini yazdı. Ankara yine ölü taklidi yaptı. Eski CIA ajanı Snowden’dan ele geçirilen belgelere göre ABD Güvenlik Ajansı (NSA), Türkiye’deki en kritik isimleri ve kurumları yıllardır dinliyordu. Birgün gazetesi skandalı “Dinlemeyen bir San Marino kalmış” başlığıyla verdi. Erdoğan’ın tepkisi ise ilginçti: “Güçlü devletler dinler!”

Alman Focus dergisi, Temmuz 2015’te, “Türkiye Dışişleri’ndeki Suriye toplantısını ABD dinledi” haberine imza attı. Aylarca toplantıyı cemaatin dinleyip servis ettiğini söyleyen Erdoğan, AKP yöneticileri ve havuz medyası tek kelime etmedi.

IŞİD TEHDİT ETTİ, DIŞARIDAKİ TEK TÜRK TOPRAĞI TAŞINDI

Türkiye, kendi sınırları dışındaki tek Türk toprağı sayılan Süleyman Şah türbesini koruyamayıp tehditler nedeniyle taşıdı. IŞİD, 20 Mart 2014 tarihinde Süleyman Şah Türbesi’nin üç gün içerisinde boşaltılıp Türk bayrağı indirilmediği takdirde türbeyi yerle bir edecekleri tehdidinde bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu topraklar bizim toprağımızdır. Böyle bir yanlışlık olacak olursa gereği neyse yapılacaktır” dedi. Gereği yapıldı. Türkiye, 22 Şubat 2015 tarihli Şah Fırat operasyonu ile koskoca Süleyman Şah türbesini bir gecede taşıdı. Yandaş medya bunu büyük bir zafer olarak sundu ve “Dünya kıskandı” manşetleri attı.

EGEMENLİK HAKLARI 20 MİLYON DOLARA SATILDI

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Mavi Marmara davası, İsrail’le yapılan anlaşma gereği 9 Aralık 2016 tarihinde düşürüldü. Ambargo şartından vazgeçen Türkiye, İsrail’den gelecek 20 milyon dolarlık ‘bağış’ karşılığında Mavi Marmara davasını düşürmeyi kabul etmişti. Davanın savcısı Hüseyin Arslan, “Türkiye egemenlik haklarından feragat etti” dedi.

Türkiye-Rusya ilişkileri de benzer dramatik sahnelere konu oldu. 24 Kasım 2015’de Rus uçağının düşürülmesi ile “Emri ben verdim” yarışına giren AKP yönetimi, önce hamasi nutuklar çekti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Aynı ihlal bugün yapılsa Türkiye yine bu karşılığı vermek durumundadır” dedi. Fakat birkaç ay sonra çark etti. Mayıs ayındaki bir konuşmasında faturayı pilota kesme utancına imza attı. Rusya’ya, “Bir pilotun hatasıyla Türkiye’nin feda edilmesi düşündürücüdür” mesajı gönderdi. Nitekim özür de gecikmedi. 1 ay sonra Putin’e mektup yazan Erdoğan, resmen özür diledi.

EGEMENLİK HAKLARI RUSYA’YA DEVREDİLDİ

Arkasından Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal eden hiç bir gelişmeye ses çıkaramaz oldu. Örneğin tam da Rus uçağının düşürülmesinin yıl dönümünde, 24 Kasım 2016’da, 3 Türk askeri El Bab’da savaş uçaklarının hava saldırısında şehit oldu. İki ihtimal vardı; ya Rusya doğrudan vurmuştu ya da Rusya’nın kontrolü altında bulunan Suriye rejimi vurmuştu. Her iki ihtimalde de adres belliydi. Ancak Ankara yine ölü taklidi yapmayı tercih etti.

Türkiye, Rus Büyükelçi Karlov suikastından sonra da egemenlik haklarından feragat etti. Rusya ile ilişkilerin tekrar bozulacağı korkusu, Ankara’yı iyiden iyi pasifleştirdi. Rusya, olayı soruşturmak için ortak komisyon kurulmasını teklif etti. Normalde egemen hiç bir ülkenin böyle bir teklifi kabul etmemesi gerekirdi. Fakat Ankara anında olumlu karşılık verdi. Sonrasında Rus ajanlar ve uzmanlarından oluşan heyet, olay yerinde incelemeler yaptı. Katile ait cep telefonunu dahi Rus komisyon heyeti incelemeye aldı. Bu, Türkiye’ye büyük bir hakaret olmasına rağmen kimsenin ağzını bıçak açmadı.

Erdoğan’ın, Esad’ı devirmek için Suriye’ye girdiklerini söyleyip Rusya’dan gelen “İzahat bekliyoruz” açıklaması sonrası çark etmesini de buraya ekleyebiliriz.

İBADÎ’YE GÜRLEDİ AMA BAŞİKA KAMPINI TAŞIMA KARARI ALDI

Geçtiğimiz Kasım ayında Türkiye ile Irak, Başika kampı nedeniyle karşı karşıya geldi. Bağdat yönetimi, Türk askerinin bulunduğu kampın boşaltılmasını istiyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Irak Başbakanı İbadî’ye, “Sen benim zaten muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, kıratımda değilsin, kalitemde değilsin.” dedi. İbadî, “Topraklarımızı kendi adamlarımızın kararlılığıyla kurtaracağız, video çağrısıyla değil” imasıyla cevapladı. Netice ne oldu? Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, 3 Kasım’da yaptığı açıklama ile Türkiye’nin Başika kampını taşıyacağını duyurdu. Tıpkı Rum bakanın yıllar önce dediği gibi Erdoğan o kadar esmiş gürlemiş ama sonuçta Bağdat’ın dediği olmuştu.

YUNAN BAKAN’DAN ERDOĞAN’A: SALAKÇA

Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos’un, Aralık ayı başında Erdoğan’ın Lozan çıkışını, “Salakça” şeklinde yorumlamasını da unutmamak gerek.

Bu liste uzar gider. Erdoğan’ın bir büyük devlete yakışmayacak bütün zikzaklarını, ‘tükürdüğünü yalamak’ şeklinde yorumlanan bütün geri adımlarını, diz çöküşlerini yazmak için sayfalar lazım. Türkiye’yi düşürdüğü nokta maalesef fiili bir işgali gerektirmeyecek kadar kötü. Sınırları kalbura dönmüş, teröristlerin sabah akşam elini kolunu sallayarak giriş çıkış yaptığı, Ankara’nın kalbi Devlet Mahallesi dâhil her yerinde bombalar patlatılan, terör eylemi istihbaratlarının MİT veya Emniyet’ten değil yabancı ülke gizli servislerinden alındığı, askeri darbe girişiminin dahi istihbarat teşkilatından değil bir rivayete göre enişteden, bir diğer rivayete göre de Putin’in danışmanından alındığı bir ülke…

Ortada ele geçirilecek bir ülke kalmış mı gerçekten?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin