Zaman makinesiyle 1403 yıl öncesine yolculuk – 1

YORUM | VEYSEL AYHAN

Mehmet Akif, “Gül devrini görseydim onun bülbülü olurdum. / Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu?” der.

Dertli şair o devirde olsaydı şüphesiz Efendimiz’in (sav) bülbülü olurdu.

Ama biz o devirde olsak ne olurduk?

Yaşananlara katlanabilir miydik?

Bülbül mü olurduk yoksa saksağan mı;

Deve kuşu mu baykuş mu, yoksa yarasa mı?

Bilmiyoruz.

Kader her insanı tarih kronolojisinde kendisi için en avantajlı zaman diliminde takdir etmiştir diye inanıyorum.

Fakat hayalen o günlere seyahat edebilirim.

Veya bir empati denemesi yapabilirim.

Hedeflediğimiz tarihe gidiyoruz ve o tarihten sonrasını gönüllü olarak unutuyoruz.

Başlayalım.

1403 yıl önceki Mekke’ye gidiyoruz.

Müslümanlık geleli 7 yıl olmuş. 8. yıl boykot başlamış. Şi’b-i Ebî Talip’te, Müslümanların üç sene aç-susuz boykota maruz kaldıkları günlerdeyim.

Müminler bir gettoya sıkıştırılmış. Yollar kapatılmış. Hâşim ve Muttaliboğulları’nın ‘köklerini kazıma’ kararlılığı eyleme dökülmüş.

‘Su bile vermeyin’ emri uygulanıyor.

Mal alım satım yasağı var.

Kız almama, kız vermeme. Varsa ‘boşan!’ baskısı hüküm sürüyor.

Ağaç yapraklarının ve yaş çalı çırpının, çöplükte bulunan kuru deri parçalarını bile yendiği zor günler.

Çocuk feryatları, bebek ağlaşmaları, açlık ve hastalıklar kol geziyor.

Evet hayalen o yıllara gittim.

Hasbelkader sahâbelerin arasında bulunuyorum.

Bu zor şartlarda ne yapardım, bilmiyorum.

Hayali kolay ama yaşaması zor bir zaman.

O gün orada olsaydım ve sonraki zamanı bilmeseydim belki de şunları derdim!

“Bu din demek ki bir macera imiş. Peygamberlik geleli tam 7 yıl oldu ama hala bir avuç insanız. 3 yıldır da boykot altındayız. Hani Allah bize yardım edecekti. Keşke Allah resulü(sav) boykot başlamadan bir önceki sene Kabe’de müşriklerin teklifini kabul etseydi. Kureyş ileri gelenler şöyle demişti: ‘Maksadın mal elde etmekse, senin için aramızda mal toplayıp, en zenginimiz yapalım. Seni en saygın kişimiz yapalım. Gayen kral olmaksa seni başımıza kral yapalım.’ demişlerdi. Kabul etseydi şimdi Ebu Cehiller’le Ebu Lehep’lerle aramız iyi olurdu. Bu kadar zulüm olmazdı. Resulullah, (sav) Mekke’nin başına geçerdi, Mekke’yi ele geçirdikten sonra güç bizim elimizde olurdu ve herkesi Müslüman yapardık. Ne gerek vardı böyle kavga etmeye, yokluk çekmeye…”

Bir başka gün ise yapılan zulme öfkelenip şöyle diyebilirdim:

“Demek ki bu iş tatlı bir rüyadan ibaretmiş. Sonunda bak kaç tane bebek hastalık ve açlıktan öldü. Ölenleri mezarlığa bile götüremedik buraya gömdük. Hz. Hatice bir deri bir kemik kaldı. Mekke’nin en zengin kadınıydı. Her şeyini harcadı, kaybetti. Yakında Allah göstermesin vefat bile edebilir. Üç yıl dolmak üzere fakat tek bir ümit ışığı bile yok.”

Kalbime şu duygular da gelebilirdi:

“Çok hatalar yapıldı. Hicrete gidenler Mekke’lileri kızdırdı. ‘Biz burada dayanırız’ diyebilselerdi, kalsalardı Resulullah(sav) tabi ki “gidin” demezdi. Suç onlarda. Necaşi’ye sığındılar. Mekke’liler onları geri çağırdığında gelselerdi müşrikler bu kadar öfkelenmeyecekti. Bir de hediyeleri Necaşi tarafından geri verilince iyice çıldırdılar. Cafer ve arkadaşları yanlış yaptı. Gelselerdi bunlar olmayacaktı!

Bir başka gün canım sıkılır açlık beynime vurur şöyle de diyebilirim:

Doğrusu Resulullah (sav) bize hep ümit veriyor: “Allah, elbette bu işi (İslamiyeti) tamamlayacaktır ve bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki hayvanına binip San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka hiçbir endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz.” diyor ama görünürde o günlere varılacağına dair tek bir emare yok. Güzel bir hayal gibi görünüyor. Realitede karşılığı yok.

Bu yol doğru ise Allah şimdiye kadar müşrikleri yerin dibine batırması gerekmez miydi? Bilakis her işleri rast gidiyor. Saltanatları katlanıyor. Bizi kazıdılar Mekke’den, silip attılar hepimiz. Her şeyimizi elimizden aldılar. Bu işin ömrü demek ki bu kadarmış!

Neyse yol yakınken ayrılıp kendi ticaretime döneyim. Bu işin geleceği yok. Daha ne kadar beklenir ki? Benden bu kadar. Maceraya atılmaya gerek yok. Ben tabii ki Resulullah’ın (sav) Allah’ın peygamberi olduğuna inanıyorum. Şimdilik biraz mesafe koymalıyım. Bir gün işler düzelirse dönerim. ” gibi şeyler diye düşünebilirdim. Böyle düşünüp uzaklaşabilirdim.

Çünkü o kadar ağır günlerdi ki Efendimiz (sav) sonraki yıllarda Şi’bi Ebu Talip’in o zor günleri için şöyle buyuracaktı: “Allah yolunda bana yaşatılan korku kadar hiç kimseye o denli korku yaşatılmadı. Bana eziyet edildiği kadar hiç kimseye bu denli eziyet edilmedi.” (Tirmizi)

O çileli günlere dayanamayıp ayrılıp gitseydim ve sonraki yıllarda bunun sebebini bana bir soran olsaydı şöyle cevaplardım herhalde:

“Bir avuç insandan ne olur ki” diye düşünmüştüm. Hz. Hatice’ye üzülüyordum ama çektiği ağır çilenin onu cennet kadınlarının efendisi yapacağını hayal edemiyordum. Üç yıl zarfında oradaki bir avuç insanın çelikleşip birer irade kahramanı olacağı aklıma gelmedi., Bedence zayıfladıkça ruhen devleşeceklerini ummamıştım. Her birinin doğru yolu gösterir birer kutup yıldızına dönebileceğini düşünemedim. O çileleri yaşayan her birinin; binlere, on binlere bedel bir kıymete ereceğini hesaplayamamıştım. Çekilen her çile dakikasının sonsuzluğa kapı açacağını nasıl bilebilirdim? Allah’ın o yokluk ve ıstırapları, İslam’ın milyonlar ve milyarlarca insanın sinesine girmesi için bir “anahtar”a, bedel tutacağını bir dua kabul edeceğini tahmin edememiştim.

Yani merhum M. Akif gibi “Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu?” diyemem.

İyi ki o günlerde gelmemişim.

İnanç ve itikadımdaki boşluklardan dolayı bu sözleri söyleyen bir insan olabilirdim.

Kendimden emin olamam.

Ama sizi bilemem.

Neyse zaman makinesinde yolculuğa devam edeyim…

(Devamı var.)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Buna benzer bir örnek vermeye çalışmıştım bi AKPli akrabama.. O dönnemde Mekke’de yaşasaydınız “””mademki davasında haklı, niye kaçtı Yesrib’e””” derdiniz bu mantıkla dedim.. Bana “”sen filancayı peygamberle mi kıyaslıyon”” dedi.. Klasik cevap bu.. Peygamber örneği vermek, kıyaslamak olarak algılanıyor.. Bu güzel yazının akıbeti de bu olur bence

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin