Muhaceret Albümünden Portreler (1)

“Kahretsin, her şeyi sonradan anlamak ne kolay,  diye düşündü. Sonradan kimse yanılmaz.”
Zadie Smith, White Teeth

YORUM | VEYSEL AYHAN

Dünyada en konforlu şey, olumsuz bir olay olduğunda kusuru bir başkasına havale edip, ellerini ovuşturup kenara çekilmektir. Daha ötesi zeytinyağı gibi üste çıkıp başkalarını suçlamak.

Geçen haftaki “Selimiye ve Hizmet” başlıklı yazıdan sonra “göze batan” olumsuz bazı örnekleri dile getiren arkadaşlar oldu.

Bireysel yetersizlikler ve uygunsuzluklar “Baharın geliş”ini engellemez. Bahar, ekseriyetin duasına cevap olarak gelir. Kendini “mevsim”e teslim etmeyen mayıs, haziran ayında bile aysberliğini koruyabilir. “Buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini” eritmez. Karı ve çamuru üstünden temizlemez.

Ama önemli olan başkasının kar ve buzundan önce kendi sarkıt ve dikitlerini gözden geçirmektir.

İşimize geldiğinde Hz. Ömer’i örnek veririz.

“Hz. Ömer Mekke ve Medine kuraklıkla kavrulduğunda aylarca yağmur için başını yere koyar, gizli-açık, sesli-sessiz münacaat ve tazarruda bulunurdu. Yanından ayırmadığı Eslem onun halini anlatırken diyor ki, ‘Hazreti Ömer’i çok defa secdede hıçkırıklarla kıvranırken ve tir-tir titrerken görüyordum; şöyle niyaz ediyordu: Allahım! Öyle zannediyorum yağmursuzluk benim günahlarım sebebiyle! Ümmet-i Muhammedi benim günahlarımdan dolayı mahvetme!..”

Sürecin başından beri “Sükûtun Çığlıkları” müellifinin hayatı böyle. Her menfiliğin mesulü olarak kendini görüyor. Geceler boyu istiğfar ve dua ediyor, ıstıraptan gözüne uyku girmiyor. İş bize geldiğinde hepimiz farklı farklıyız.

Zor günler yaşıyoruz ama daha zoru da var. Bir insanın yaşayacağı en sıkıntılı günler Ahiret’te Haşir meydanında olacak. Keyfiyetini bilmiyoruz. Tüm sırların ortaya döküldüğü, milyarlarca insanın amellerine göre tasnif edilip birbirinden ayrıldığı zor günler. Kur’an önemle ikaz ediyor:

“Onu görüp yaşayacağınız o gün, yavrusunu emzirmekte olan her anne emzirdiği yavruyu korkuyla bırakıverir ve her hamile dişi de karnındakini düşürür. İnsanları, sarhoş olmadıkları halde akılları baştan gitmiş görürsün; çünkü Allah’ın azabı çok çetindir.” (Hacc: 1,2)

İşte o günler gelmeden sürecin üzerimizdeki etkilerini gözden geçirmemiz lazım.

Sahne ve dekor yenilendi. Her şeyin yeri değişti. Her insan, hayatını yeni mekân ve şartlarda devam ettiriyor. Muhaceret de bu demek zaten. Yıllardır yaşanagelen mekândan ayrılmadan insan kendini yenileyemez. Durağanlık kokuşma getirir. Mekân ve çevre değişmeden yenilenme mümkün değil.

Burada “ben” kimliği altında prototipler sıralayacağım.

Sözünü edeceğim insanlar; “içerideki”ler değil. Sürecin mihneti altında çile çeken, inleyen, imkân olup da kendileriyle konuştukça kahramanlıkları karşısında cüceleştiğim yüz binler değil. Mevkuflar, mescûnlar ve muhtefîler değil.

Dışarıda olanlar yani bizler…

Nisbî olarak “iyi” durumda olanlar.

Büyük şoklar, küçümsenmeyecek zorluklar yaşamış ve yaşayan ama “içeridekiler”le kıyaslayınca mihnet açısından durumu nisbî olarak “iyi” görünenler.

Farklı farklı istihalelerin kıyıya vurduğu kazâzedeler.

“İçerideki”lere göre “iyi” şartlarının hesabını vererek ahirete gidecek olanlar…

-Sıralayacağım prototipler bütünü ifade etmiyor. Çoğunluğu kapsamıyor. Artı veya eksi “göze çarpan” ve “göze batan” uç örnekler.-

İLK PROTOTİP İDARECİ

Koca bir Hizmet ünitesini deruhte ediyordum. İşin başındaydım.

Doğru şeyler yaptığımı düşünerek bazı yanlışlar yaptım.

Benim yüzümden şimdi onlarca insan hapiste. Veya yüzlerce insan işkence gördü.

Onların velayete ulaşması benim günahlarımı hafifletmiyor.

Eğer yeterince tövbe ve istiğfar etmezsem Ahirette zulmü bizzat yapan zalimlerle aynı “mahkeme”de yargılanma ihtimalim var.

Ama bu endişeleri pek hissetmiyorsam işim çok zor.

HATASIZ PROTOTİP!

Aslında çok hata yaptığım söylenemez. Yanlışları ben değil altımdakiler yaptı. Yani benim gerçekten çok suçum yok.

Altımdaki insanın yaptığı hatada benim sorumluluğum nasıl olabilir ki!

PEKİ NE YAPMALIYIM?

Hep anlatıp takdir ederiz. Japon ulaştırma bakanı, tren kazasında ta en alttaki görevlinin yaptığı minik hata yüzünden özür diler istifa eder ya…

Niyetlerini bilmem ama bundan hareketle “Japon”ların “kader”i daha iyi anladığını söyleyebilirim.

Çünkü bunda kaderî bir işareti vardır.

Tabi ki eski vazifeme devam ediyorsam istifa etmeliyim.

Ettim, kabul etmediler?

Başımdakiler çok kibar olduğundan tabi ki “Estağfirullah, ne münasebet efendim görevinize devam edin!” diyebilirler.

Süreç aklımı çalmadıysa bunun nezaketten söylendiğini anlamalı ve işimi bir başka insana devretmeli, zor gelse de icraî işleri bırakmalıyım.

MAİYET MEMURU, KOORDİNATÖR, ORGANİZATÖR PROTOTİPLERİ

İşimi yaparken iletişim kazalarına sebep oldum. Yanlış bilgi trafiği ürettim. Korsan hatlara kapı açtım. Yanlış bilgilerle yanlış olaylara sebep oldum. Kudsi mehazleri yıprattım.

“Doğru”ları aktarmaktan korktum. Yıpranacağımdan endişe ettim. Konumumun tehlikeye gireceğini düşündüm. Allah rızası için yapmam gereken hak perestliği, aciz kullarından korktuğum için, makamımı kaybederim endişesiyle yapmadım.

“İtfaiyeci”yi rahatsız etmeyeyim, üzmeyeyim, nasılsa bu yangın da söner diye kendimi avuttum.

NE YAPMALIYIM?

Benim durumum herkesten tehlikeli.

Eğer yeterince tövbe ve istiğfar etmezsem benim de Ahiret’te bizzat zulmü yapan zâlimlerle aynı “mahkeme”de yargılanma ihtimalim var.

Tasımı tarağımı toplayıp inzivaya çekilmeliyim.

Tabi ki bana da “Estağfirullah, ne münasebet efendim görevinize devam edin!” diyenler çıkacaktır. Ama emin olmalıyım ki bugün bunu yapmazsam yarın Ahiret’te “Kaçacak yer neresi!” diye feryat edecek ve “Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur!” cevabını alacağım. (Kıyâme: 10,11)

YÖNETİCİ PROTOTİPİ

Çok büyük işler deruhte ediyordum. Kurtlarla dans ediyor, aslanlarla ava gidiyordum. Büyük fütuhatlara vesile oldum. Bir ayağım orta asya’da bir ayağım Çin’deydi. Belki de böyle değildi ama ben öyle görüyordum. Ama Allah şahit niyetim hep iyiydi. Şu an yedek kulübesinde hatta tribünde otururken düşünüyorum da aslında az yanlış yapmadım.

Şimdi pişmanım. Mesela hilafı vaki şeyler söylediğim de olmuştu. Hizmet olsun diyeydi ama…

Çok insanın “katili” oldum. Kırıp döktüklerimle Fizan’a asfalt döşenir.

Kimi zaman bir iş yapmak için züccaciye dükkanlarına bir fil gibi daldım. Elimin değdiğini kötürüm; ayağımın ezdiğini felç ettim. İsraf ettiğim, çar çur ettiğim çok şey oldu.

Ve bunu şu yalnız ve terk edilmiş günlerimde anlıyorum.

Benim halim ne olacak?

Kendimin farkında olmam benim için büyük bir müjde.

Az önceki sözleri söyleyebiliyorsam kendimden ümitli olabilirim. Demek ki Allah’ı unutmamışım ki, O da nefsimi bana unutturmamış. Kendimin farkındayım. (Bknz: Haşir 19)

PEKİ ŞİMDİ NE YAPMALIYIM?

Aslında bir kişinin bile Hizmet’ten soğuyup ayrılmasına sebep olduysam bu, benim Ahiret’imi karatmaya yeter. Bir de sayısını hatırlamıyor isem…

Yapacağım en önemli iş yatıp kalkıp tevbe-istiğfar etmek. Bunu hem kendim hem de kırıp döktüğüm o insanlar adına yapmalıyım. Başka türlü o insanlarla helalleşme imkânım yok. Nereden kimi bulabilirim ki?

Tövbemin kabul edildiğini göz yaşlarım vicdanıma hissettirdiği güne kadar böyle yaşamalıyım.

Sonra Allah, belki tekrar hizmet etme imkânı lütfeder. Veya etmez.

Ama hesabım ahirete kalmamış olur.

KLONLANMASI GEREKEN YÖNETİCİ PROTOTİPİ

Kimseye tepeden bakmam. Yüzüm riya olarak değil gerçekten yerde. Bilhassa şimdi. Kendimi şu anki mevkidaşlarımdan üstün görmüyorum. Kendimi benimle birlikte çalışanların da fevkinde görmüyorum. Onlardan zeki ve akıllı olduğumu düşünmüyorum. Her işe aklımın ermediğinin farkındayım. Ama aklı erenleri, beni kırıp dökseler de yanımdan ayırmıyorum.

“Doğruma” da “yanlışıma” da itiraz edenin başımın üstünde yeri var.

İşin ehli çoğunluğun, ekseriyetinin reyine göre hareket ederim. Kendi fikrimi kimseye dayatmam. Benimle beraber hizmet edenlerin her birini en yakınımdan öte sever, onlar için canımı seve seve verebilirim.

Teheccüdümü kaçırmamaya çalışırım. Gece yarılarına kadar toplantı yapıp Hizmet’i kurtarmam. O saatlerimde gecemi ihya ederim, evradımı okurum. Namazlarımı ve tesbihatımı en önemli işlerim olarak günüme yerleştiriyorum. Diğer her şey -Hizmet dahil- namazıma göre tâli.

Ne bina ne şatafat takıntım var ne de emsalim ile “kurum” yarıştırırım.

Bir yalan söylesem ve bu yalanın 100 insanın hidayetine vesile olacağını düşünsem bile o yalanı söylemem. Söyletmem.

Basit ama berrak bir kaynaktan beslenmiş bir baraka okulu, kir bulaşmış para ile yapılmış, ucub ve riya karışmış dev müesseslerle değişmem.

Tek başarı kriterim insanların gönlüne girmek, emr-i bi’l maruf, nehyi anıl münker yapmak.

PEKİ BEN NE YAPAYIM?

Böyle bir karakterin sahibi olarak zaten idarecilikten kaçmak isterim.

Ama sakın beni bırakmayın.

Benim için Hz.Ömer’in Ebu Ubeyde’nin ardından dediğini deyin: “Dünyada en çok ne isterdim bilir misiniz? Bir oda dolusu Ebu Ubeyde isterdim. Bütün dünyayı idare etmek için.”

(Devamı Perşembe)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Kulaklar Doydu, Gözler Aç
    Fethullah Gülen,

    Öyleyse, önce biz insaf etmeli değil miyiz? Dünyanın dört bir yanına doğru dürüst gidemediğimiz, inandırıcı bir hal, tavır ve keyfiyet sergileyemediğimiz ve nazarî yönüyle çok güzel olan Kur’an hakikatlerini aynı güzellikte temsil edemediğimiz için evvela kendimizi sorgulamamız gerekmez mi? Şayet muhataplarımız, “Anlatılanlar çok güzel, fakat o hakikatleri hayata hayat kılan insanları göremedik. O yüce ahlaka sahip güzide insanlara şahit olamadık. Kılı kırk yararcasına yaşayan fazilet âbidelerine rastlayamadık. Nerede günaha sonuna kadar kapalı ve kapanmaya hâhişkar insanlar? Hani mü’mince yaşamanın canlı mümessilleri? Böylelerini görmeden biz inanamayız!..” diyorlarsa ve ötede bu mazeretlerini dile getirirlerse, Allah huzurunda biz ne yaparız? Evet, artık kulaklar anlatılanlara doydu. Gözler ise temsil açlığı çekiyor. Anlatma değil, temsil zamanı. Bu açıdan, “insaf” diyerek başkalarını hakperest olmaya çağırırken, karşı tarafta o insaf duygusunu tetikleyecek bir görüntüye ihtiyacımız olduğu da unutulmamalıdır.

  2. HüR ADAM
    Artık heyetli veya heyetsiz,istisareli veya istisaresiz farketmeden, tepeden gündem işleyen, buyruk yağdıran kişilere hocaefendinin hey gidi günler de dediği gibi “yıkılası abilik” diyoruz.ve bu heyetler adları altında toplanan bazı sezarlardan kurtulma cesaretlerini görmek istiyoruz.bunun yollarindan belki 1.si tayin yetkisiyle derebeylikler kurmalarına engel olmak.her ünitenin kendi mesullerini kendi şurası ile dışarıdan müdahale olmadan seçmesi. tayin yetkisinden korkanlar alt ne düşünürse ve ne isterse istesin onlar için önemli olan tepedekilerine basarili görünme düşüncesi oluyor ve sonuç hizmeti exel satırlarına mahkum etmek oluyor.ustadin dediği gibi bize HüR ADAM olma yolu açılmalı. yoksa ferdi olarak her biberimiz kendimize birer medine bulup Musab gibi tek başımıza vazife yapacağız.ne zamanki hasbi bir ses duyarsak tekrar bir araya geliriz

  3. Çok önemli konuyu ele alıp çok güzel işlemişsiniz.
    Bana, bir zamanlar bir ülkenin Gm. Konumunda olan birine “neden yalan söylüyorsun?” Diye sorduğumda “ne var ki! Sahabi de yalan söylemiş.” Diye cevap veren birini hatırlattı.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin