Millet seçimini yaptı

Yorum | Bülent Keneş

Sandıksız, seçimsiz demokrasi olamayacağını biliyorduk. Demokrasisiz seçimin mümkün olabileceğini ise İslamofaşist Erdoğan ve AKP sayesinde öğrenmiş olduk.

Daha düne kadar bir erken seçimden bahsedenleri vatan hainliğiyle, ülkenin huzuruna, büyümesine ve istikrarına kasteden kaos simsarlığıyla suçlayanlar, adeta yangından mal kaçırır gibi aniden erken seçim kararı aldı. Millete de konuşacak mevzu çıktı. Sanki bir önemi, gerçek hayatta bir değeri varmış gibi, herkes bir anda seçimden, sandıktan bahseder oldu.

Ne kadar lüzumsuz, ne kadar gereksiz bir tartışma… Çünkü, millet bütün seçim müsamerelerini anlamsız hale getiren seçimini çoktan yaptı. Hal böyleyken seçime ciddi ciddi umut bağlayıp bir heyecan bir heyecan tartışanları anlamakta güçlük çekiyorum. Çaresizlikten mi, durumun vahametini anlayamamaktan mı bilemiyorum. OHAL altında, bağımsız ve tarafsız yargının, evrensel hukukun, gerçek sivil toplumun, sesini çıkarabilen tek bir aydının, özgür ve bağımsız medyanın kırıntısının kalmadığı, muhalif parti liderlerinin bile zindanlara atıldığı, resmi ya da gayr-ı resmi tek bir denetim mekanizmasının bırakılmadığı bir ortamda neyin seçimi tartışılıyor anlamıyorum.

Erken seçim kararıyla helecana kapılananlara, cuş-u huruşa geçenlere şöyle azıcık dışarıdan bakınca durum hakikaten trajikomik görünüyor. Sahnelenen oyunda kendilerine verilen rolü gönüllü ya da zoraki oynamak zorunda olanlar ayrı bir komik, ülkeyi girdiği girdaptan, milleti kendi başına sardığı beladan kurtarmayı seçimle, sandıkla başarabileceklerini ciddi ciddi ve samimi şekilde düşünenleri ise çok daha komik. Sahnelenen komedinin etki alanı genişledikçe durumun vahameti karşısında dehşete kapılmamak elde değil.

TARİHTE SEÇİMLE GİDEN TEK BİR DİKTATÖR YOK

Diktatörlerin ülkelerin başına musallat olmasının yollarından biri de de demokratik seçimlerdir. Ama, bugüne kadar seçimle giden tek bir diktatör yoktur. “Diktatörler seçimle gelirler, ama asla seçimle gitmezler” basit gerçeğine gözlerimizi kapatarak kendimizi istediğimiz kadar aldatabiliriz. Ama bu gerçek değişmez. Doğrudur, yüzüne müraice maske takıp türlü kılıklara girerek kestiği rollerle milleti aldatıp ütmekte mahir olan Erdoğan, belki bulunduğu yere gelirken izlediği yolun belirli bir aşamasına sandık ve seçim yoluyla gelmiş olabilir. Sonrasını ise, tamamiyle zor ve zorbalıkla elde ettiğini kabul etmek gerekiyor.

Polisinden istihbaratına, milisinden yargısına, bürokrasisinden medyasına, ordusundan iş dünyasına varıncaya kadar ülkeyi bir ahtapot gibi saran despotik rejimini bu kadar konsolide ettikten sonra zamanını, kuralını ve hatta oyuncularını bile keyfince kendisinin belirlediği bir oyun planı çerçevesinde insanların önünü konulacak çakma sandıktan Erdoğan’ın arzu etmeyeceği bir sonucun çıkabileceğini düşünebilmek nasıl bir saflıktır? Hele hele aleyhine olan bir sonucu kabullenerek iktidarı bırakacağını düşünebilmek… Sanki durumun henüz bugünkü kadar dramatik bir hal almadığı 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında yaşananlar bu ülkede yaşanmamış gibi takılmanın belki siyaset bilimi literatüründe değil ama psikiyatri de bir karşılığı olabilir.

Şunu hep aklımızın bir köşesinde tutsak iyi olur: Bunca yaptıklarından ve çevresindekilere yaptırdıklarından sonra Erdoğan’ın şu ya da bu şekilde iktidarı kendi rızasıyla bırakma şansı yoktur. Çakma seçimleri kaybetme ihtimali sıfırdır. İktidarı bıraktığı anın bittiği an olacağını çok iyi bilen Erdoğan böyle bir şeye müsaade eder mi dersiniz? Bu adamı hala tanımamışsınız… Tanıyabildiğimiz Erdoğan değil iktidarı devretmek, 7 Haziran 2015’te olduğu gibi paylaşmamak için bile neyi yapması gerekiyorsa hiçbir sınır tanımaksızın onu yapmakta bir an bile tereddüt etmez.

GİDİŞİ, SPATULAYLA KAZINAN BİR ÇAMUR GİBİ OLACAK

Bunca pisliğe gömülmüş bir despotun yapmacıktan insanların önüne koyacağı bir sandıkla gitmesini düşünmek saflık değilse ahmaklıktır. Üstelik bu yeni bir durum da değil. 2013’ten bu yana tekrar edip duruyorum: Erdoğan ve avanelerinin sandıkla mandıkla iktidardan gitmesi mümkün değildir. Böyleleri yapış yapış yapıştıkları yerden bir çamur gibi, bir balçık gibi ancak spatulayla kazınır gibi kazınabilirler. Tabii öyle bir spatula olsa bile bu işin kolayı yoktur. Birkaç yıl öncesine kadar var olan sancısız yollar ise milletin basiretsizliği yüzünden ziyan edilmiştir. Ülke çivi çiviyi söker aşamasını çoktan geçmiştir.

Peki hal böyleyken milletin önüne neden hala seçim sandığı koyuyor? Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi, İslam Kerimov, Hafız Esed, Hüsnü Mübarek ve benzerleri neden koyduysa o yüzden. Demokrasilerdeki gibi gerçek olmasa da sandıkların diktatörlüklerde de bazı işlevleri vardır. Her şeyden önce milletin kaderine hükmetme gücünü/kudretini somutlaştırıp, bu gücün şeklen de olsa meşruymuş gibi dünya aleme gösterilmesine imkan verir. Dahası, diktatörlerin yüreğine taht kurmuş olan saplantılı beğenilme arzusunu ve hubrisini bir de bu şekilde tatmin etmesine yarar…

Peki bu oyunda muhalefetin işlevi ne? Ne olacak, bugüne kadar olduğu gibi gayr-i meşru yöntemlerle konsolide edilmiş despotik rejime ve kurumlarına olabildiğince meşruiyet görüntüsü kazandırmak. Hileli oyunu sanki hilesizmiş gibi göstermek. Zaten mevcut satlar altında ülkedeki muhalefet sahici bir muhalefet olsaydı şayet, çoktan Demirtaş gibi demir parmaklıkların arkasında olurdu.

SÖZDE MUHALEFET KENDİSİNE VERİLEN ROLÜ BAŞARIYLA OYNUYOR

15 Temmuz’un hemen akabinde soluğu Yeni Kapı’da alan, “F…” söylemlerinde Erdoğan’a papağanlık yapan, Kürtler konusunda Erdoğan’ı aratmayan, Meclis’in itibarını iki paralık eden milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasında gönüllü suç ortaklığı yapan, 16 Nisan 2017’deki ayak oyunlarını, apaçık hileleri ve irade gaspını dakikalar içinde meşrulaştıran bir muhalefet, soytarıların, dalkavukların cirit attığı saraylara layık bir muhalefettir ancak.

Seçim sandığının bir ülkede demokrasi varsa anlamı vardır. Demokrasinin esamisinin okunmadığı yerlerde ise sandık oyun ve aldatmacadan ibarettir. Öncesinde adil ve özgür bir yarışın yapılma imkanının bulunmadığı, sonrasında sonuçlarının şeffaflıktan uzak olacağı bir sandığın demokrasiyle ve demokratik bir seçimle hiçbir alakası olamaz.

Demokrasi gibi demokratik ve adil seçimler de Türkiye’de tarih oldu. Son demokratik seçimler bu ülkede tam 7 yıl önce yapıldı. O tarihten bu yana yapılan tüm seçimler farklı oranlarda da olsa bir sahtekarlıktan, bir hokkabazlıktan ve göz boyamaktan ibaret.

12 Haziran 2011’deki seçimlerde her iki kişiden birinin oyunu alan siyaset münafığı Erdoğan, yaşadığı güç sarhoşluğuyla demokrasi perdelerini indirdi. Işıkları kapadı. Demokrasi şovunu sona erdirdi. Demokratik bir siyasi partiden başka her şey olduğunu ispatlayan AKP’nin hikayesi bitti. Çünkü, Erdoğan ve avaneleri, 2011’deki seçim zaferi sonrasında net bir karar verdi. Yüzlerine muvakkaten taktıkları maskeler indi, pençeler gerildi, tırnaklar bilendi, dişler gösterildi. Kararları netti. Hukukun, yönetişim ve katılımcılığın elzem olduğu şekliyle artık ülkeyi yönetmeyeceklerdi. Ülkeye ve millete her türden zor ve zorbalığı kullanarak tahakküm edeceklerdi.

Yıllardır kirli sinelerindeki çirkefi yutkunarak sindirmiş Karamangillere ve bu şer üstadlarının tilmizlerine gün doğmuştu. Artık, ne takiyeye ne de aldatmacaya ihtiyaçları vardı. Her şeyi açıktan oynamanın vakti gelmişti. Arap İsyanları da güdük, ezik ve kompleksli siyasal İslamcılığın kendisini göstermek için doğrusu bulunmaz bir fırsattı. En azından öyle düşünmüşlerdi.

DEMOKRASİ TRENİ İNECEKLERİ DURAĞA ÇOKTAN GELDİ

12 Haziran’da seçimini yapan sadece millet değildi. Asıl seçimini yapan irili ufaklı, anlı şanlı dalkavukları ile birlikte Erdoğan ve Karamangillerdi. Neticede, ütülecek ahmak, yolunacak kaz olarak gördüklerini sonradan açıktan itiraf ettikleri milleti peşlerine takmayı başarmışlardı. Onlardan alacaklarını almışlar, yolları yol olmayan kendi yollarına koyulmuşlardı. Bindikleri demokrasi treni inecekleri uygun istasyona nihayet gelmişti. Onun bunun ağız kokusunu çektikleri o hoşlanmadıkları trenden inmenin, dokuz yıllık zoraki demokratlığı bitirmenin vaktiydi artık. Asıl oyun ise daha yeni başlıyordu.

Erdoğan ve şürekası tercihini yapmıştı yapmasına ama o güne kadar aldatılan milletin önünde hala bir revizyon ve hatayı düzeltme imkanı vardı. Evet, trafolara giren kedilerin de yardımı oldu belki ama neticede millet de kendi seçimini yaptı. Aldatıldığı, kandırıldığı, soyulup soğana çevrildiği gerçeğiyle yüzleşmek yerine yalan olduğunu apaçık gördüğü bir yalanı tercih etti. Ahlaksızlığa verdiği primle sadece seçimini yapmakla kalmadı, tabiatını da gözler önüne serdi.

Bugünlerde herkes adeta gökte ararken yerde bulmuşçasına seçimi konuşuyor. Demokrasiyi konuşan ise yok. Normal. Çünkü ortada demokrasi diye bir şey yok. Demokrasisiz seçimin, dibi delik sandığın ne olduğu sanki 2014’te, 2015’te ve 2017’de hiç görülmemiş gibi taktik üzerine taktikler konuşuluyor, strateji üzerine stratejiler kuruluyor.

Yok efendim hangi parti hangi partiyle ittifak şey ederse o kadar değil de bu kadar oy alırmış. Yok efendim Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) falanca konudaki kararı şöyle olursa İYİ olurmuş, böyle olursa İYİ olmazmış. Nekrofillikten midir bilinmez ama, ruhu mundar edilmiş YSK denen çürümüş cesedin, sanki hala karar verebilme iradesi varmış gibi yapmak nedense herkesin hoşuna gidiyor.

“Gözündeki merteği görmez, başkasının gözündeki çöpü görür” hesabı, Erdoğan rejiminin attığı kocaman kazığı yok sayıp Nisyanettin Ekmekoğlu’nun ekmek tercihinin sandık üzerindeki kelebek etkisi üzerine ahkam kesen kesene. Hem de ciddiyetle… Komik ama gerçek…

MİLLET TERCİHİNİN FATURASINI KURUŞ KURUŞ, MİLİM MİLİM ÖDEYECEK

Geçin bunları beyler geçin!.. Mevzu seçimse şayet bu necip millet o seçimi çoktan yaptı. Hem de başka hiçbir seçime gerek bırakmayacak şekilde. Ahlak yerine ahlaksızlığı, namus yerine namussuzluğu, erdemli bir demokrasi yerine yozlaşmış gücü, vicdan yerine cüzdanı, hukuk yerine zulmü, özgürlük yerine haysiyetsiz dalkavukluğu, izzet yerine yılışıklığı, din yerine dinciliği, İslam yerine İslamcılığı, dindarlık yerine dinbazlığı, vatandaşlık yerine kulluğu, diğergamlık yerine hokkabazlığı, fedakarlık yerine fedailiği, akıl ve mantık yerine ahmaklığı, gerçek yerine yalanı, iyi yerine kötüyü, hayır yerine şerri, medeni bir toplum yerine yobazlığı ve fanatikliği vs vs tercih etti.

Millet kendisine etti edeceğini ama ettiğinin karşılığını henüz tam olarak bulamadı. Fatura yeni yeni gelip kapıya dayandı. O faturadan kurtuluşunun kolay bir yolu yok. Kuruş kuruş, gram gram, milim milim o faturayı ödeyecek. Kaçışı yok…

Sandık mı?.. Uzatıp durduğu ve asla vazgeçemeyeceği OHAL altında, despotizmin zirve yaptığı, her şeyin kontrolü altında bulunduğu bir ortamda önlerine sürdüğü sandığı insanların bu kadar ciddiye aldığını gördükçe inanın Erdoğan çok eğleniyordur…

Bu millet, önünde hala şöyle ya da böyle bir fırsat varken tınmadı. 17/25 Aralık yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet skandalının devasa pisliğinin üzerine oturmayı tercih etti. Kapı gibi kanıtlarıyla asrın en büyük hırsızlarının, mel’un rüşvetçilerinin İran Azerisi bir pezevengin (Azerice’de iş adamı, yol gösterici anlamında) önüne nasıl ahlaksızca yattığı gözlerinin içine sokuldu halde, tepkileri o pezevengin önüne yatanların önüne yatmaktan ibaret oldu. Erdoğan’ın propagandasını yaptığı gibi, millet merdaneli bir çamaşır makinası gibi pisliklerini yıkayıp, temizleyip, aklamak için haysiyeti, şerefi de dahil neyi varsa ortaya koydu. Seçimini yaptı.

Türkiye’nin en ilkeli medya organlarına bir bir çökülürken sağcısından solcusuna, muhafazakarından milliyetçisine kim varsa bir zil takıp oynamadığı kaldı. Hırsızı, arsızı, namussuzu  ise baştacı etti. Yıllarca kendi hayatlarına dokunan, çocuklarını emanet etmek için sıraya girdikleri toplumun yüzakı insanlarına hayasızca, alçakça atılan iftiralara hayasızca alkış tuttu. Alkışla yetinmedi kendisi de bu kezzab korosuna katıldı. Yalancılığı tescilli alçakları tek bir kez yalana tenezzül etmemiş olanlara tercih etti.

BİN YILIN MÜRAİSİNİ BAĞRINA BASMAKLA KALMADI BAŞINA TAÇ ETTİ

Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, yalan ve iftirayla kararmış kapkara yüzüyle yüzsüzce kapılarını tıklayan bin yılın müraisini bağrına basmakla kalmadı, alıp yüceltip göklere çıkardı. Tarih ilk kez hırsıza, yolsuza, rüşvetçiye, ahlaksıza yan çıkıp polisi kovalayan bir kavme tanıklık etti. Polisler hapsedildi. Savcılar/hakimler tutuklandı. Gazetelere, televizyonlara çöküldü. İşlerini namusuyla yapan gazetecilerin, aydınların hayatı Cehennem’e çevrildi. Bankalar yağmalandı. Anadolu’nun yüzakı şirketler talan, dürüstlük timsali işadamlarının hayatı tarumar edildi.

Tüm bunlar oluyorken, tıpkı 24 Haziran’da yeniden konulacağı gibi, 30 Mart 2014’te, 14 Ağustos 2014’te, 7 Haziran 2015’te, 1 Kasım 2015’te habire sandık konuldu milletin önüne. Millet de her seferinde seçimini yaptı. Tercihinde kararlıydı. 2011 seçimlerinden sonra iradi olarak girdiği İslamofaşizm yolu belki Erdoğan’ın tercihiydi ama 2014, 2015 ve 2017’deki sandıklar milletin tercihinin de onun yolu olduğunu netleştirdi. Millet seçimini yaptı, müstahakını buldu…

Aslına bakarsanız, belki yeterince demokratik değildi ama, demokrasiyi kurtaracak son seçim 14 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Peki bu necip millet ne yaptı? Tercihini ortaya koydu. Seçimini yaptı. Medeni ve özgür bir dünyanın parçası olmak istemediğini, adalet ve hukuku umursamadığını, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi yüz kızartıcı ahlaksızlıkların umurunda olmadığını gösterdi. Haysiyetin, onurun, namusun, hak ve hukukun, özgürlüklerin canı Cehennem’e dedi.

Haklarını teslim edelim. Erdoğan ve avaneleri, çirkefleştikleri oranda milletin kendilerine daha fazla itibar ettiğini gördü. Altın tepside kendilerine sunduğu her imkanın hakkını fazlasıyla verdi. Her seferinde daha tahakkümcü bir edayla girdikleri her kavşakta daha fazla güç devşirerek kimsenin tercihinin artık hiçbir anlamının olamayacağı bir tek adam rejimi kurmayı başardı.

ÖLMÜŞ HUKUK VE DEMOKRASİNİN ARDINDAN GECE GÜNDÜZ SELALAR VERİLDİ

Kurgulayanları için “Allah’ın bir lütfu olan” 15 Temmuz 2016 kumpası ise, işin tuzu biberi oldu. Sayesinde tabuta son çiviler de çakıldı. Ölmüş demokrasinin, hukukun, hak ve özgürlüklerin ardından gece gündüz selalar verildi. 150 yıllık emekler ayaklar altına alınarak ite kaka sürüklenip bir çukura atılarak defnedildi. Demokrasiye açılan tüm kapılara tek tek kilit vurulurken kapıları Cehennem’e açılan Olağanüstü Hal olağanlaştırıldı. Keyfilik, hukuksuzluk, zorbalık ve zulüm sıradanlaştı. En baştan planladıkları gibi, darbe teşebbüsü bahanesiyle tek bir aykırı ses bırakılmadı. Medya yok edildi. Namuslu gazeteciler ya hapislerle ya sürgünle susturuldu. Yerlerine kalem lejyoneri foseptik kurbağaları konuldu.

Dört bin küsur namuslu savcı ve hakim görevden alındı. İki bin küsuru hapse atıldı. Geriye kalanları ise, Perinçek’in son derece yerinde tespitiyle, “iktidarın köpeği” haline getirildi. Yüksek yargı başkanlarına yamaçlarda peştemal takıldı, kapak pozu verdirildi. Menfaatlerinden yakalanmış cübbeli maskaraların boyunlarına tasma, burunlarına halka takılmadığı bir kaldı. Vatandaşın hak ve hukukunun teminatı hukuk güvenliği ve güvencesi tarih oldu. Adaletin tesisi gibi seçim sandıklarının denetimi için de hiçbir mekanizma bırakılmadı. Yargıçlar kapı kullarına dönüştürülürken, bağımız ajanslar gasp edildi. YSK prangalandı.

Muhalif partilerinin başkanları, milletvekilleri hapse atıldı. Hapse atılmayanlarının polise hakaret ettiği iddiasıyla verilen birkaç aylık hapis cezaları gibi komik gerekçelerle milletvekillikleri düşürüldü. Meclis, milli iradenin tecelligahı olmaktan çıkarıldı. Erdoğan’ın sıra sıra dizilmiş tuzluğuna dönüştürüldü. Kendi izzetlerini, haysiyetlerini ve onurlarını hiçe sayan muktedir ya da güya muhalif vekiller sayesinde koca Meclis maymuna çevrildi. Onuru, izzeti, haysiyeti ayaklar altına alındı.

KILIÇLA GELEN KILIÇLA GİDER, KILIÇLA YAŞAYAN KILIÇLA ÖLÜR

Millet seçimini kazara değil, bile isteye yaptı. Zulüm üzerine zulümle demokrasi ve hukuk tarumar edilirken, devlet devlet olmaktan çıkarılıp adi bir suç çetesine dönüştürülürken millet denilen kalabalıklar ilkel ve barbar bir coşkuyla adeta kendisinden geçti. Kendi cehennemini kendi elleriyle inşa etti. Kendi nefretlerini, kendi hasetlerini o Cehennem’e yakıt ettikçe kızışan alevlerden hep başkalarının zarar göreceğini düşündü. Bir çıldırmışlık psikozuyla aslında yananın, başkalarını yakmak için kendisi olduğunu aklının ucuna bile getirmedi.

Harlanmasına kendi elleriyle yol açtığı bu alevleri söndürmek için, en azından halkın bir kısmı, şimdi umudunu çakma sandığa bağlamış durumda. Acınacak bir durum. Sanki Erdoğan, devletin bütün kurumlarıyla birlikte yüzbinlerce masumu değirmen taşı gibi öğüten o kanlı zulüm çarkının başında hukukla, demokrasiyle duruyormuş gibi, saf saf oradan alaşağı edilmesinin hukuk ve demokrasiyle olabileceğini düşünüyorlar. Sanki ortada demokrasi ve hukuk varmış gibi…

Yine de kendileri bilirler. Kendi kendilerini aldatmak hoşlarına gidiyorsa kim ne diyebilir? Neticede kendi tercihleri, kendi seçimleri… Zamanlar üstü geçerliliği olan vecizedir: Kılıçla gelen kılıçla gider… Kılıçla yaşayan kılıçla ölür…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Mevlana hazretleri “Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun”der.
    Zulme çıkarları için sessiz kalan toplumlarda zalim azalmaz. Varsın mal mülk, yer yurt, eş dost, evlat çıkar, olmasin zalimi alkışlayan olmadik ya.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin