Kendi kendine yetemeyen Türkiye

HABER-YORUM | SEMİH ARDIÇ

İlkokulda öğretmenimiz üzerine basa basa söylerdi: “Türkiye dünyada kendi kendine yeten 7 memleketten biridir.” Cümlenin hakikatteki karşılığı birebir böyle olmasa da Türkiye en azından tarım ve hayvancılıkta bugünkü kadar dışa bağımlı değildi.

Yerli malı haftasında okullar tarım ürünlerinin teşhir edildiği, sıra sıra ikramların lezzet testinin yapıldığı büyük bir fuar alanına dönüşüyordu. O vakitler Konya tahıl ambarıydı. Çukurova’da pamuğa ‘beyaz altın’ diyorlardı. Fransız peyniri, Kars kaşarının semtine yaklaşamazdı.

‘SİZİN ORANIN NESİ MEŞHUR?’ DİYE BİR SÖZ VARDI

Her yöre tarım ve hayvancılıkta adeta birbiriyle yarışıyordu. Kırkağaç kavunu, Alaşehir çekirdeksiz üzümü, Aydın inciri, Osmancık pirinci, Giresun fındığı, Antep fıstığı, Antalya domatesi, Bursa şeftalisi, Maraş biberi, İspir fasülyesi, Niğde patatesi, Beypazarı havucu, Adana karpuzu, Malatya kayısısı, Ayvalık zeytinyağı, Amasya elması, Kayseri pastırması, Afyon sucuğu…

Bereketli toprakların çalışkan insanlarının yetiştirdiği ürünlerin listesi uzayıp gidiyordu. Yeni tanışan iki kişi birbirine ‘Sizin oranın nesi meşhur?’ diye sual ederdi. O vakitler nüfusun yüzde 35’i rençber, besici ya da çiftçi idi. Geçimini topraktan temin edebiliyordu insanlar.

TARIM ALANLARI İMARA AÇILDI

Devirler değişti. Köyden şehre göç hızlandı. 2017 sonu itibarıyla nüfusun sadece yüzde 8’si köylerde ikamet ediyor. Tarım alanları imara açıldı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği 2002 senesinde 26 milyon 579 bin hektar alanda ziraat yapılıyordu. AKP’nin 16 senelik devr-i iktidarında tarım alanları 2 milyon 816 bin hektar azaldı, 23 milyon 763 bin hektara düştü.

Türkiye nüfusu 81 milyona ulaşırken, çiftçi sayısı geriledi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Çiftçi Kayıt Sistemi’nde kayıtlı kişi sayısı 2002’de 2 milyon 588 bin 666 iken, 2016 sonunda bu sayı yüzde 12,5’lik düşüşle 2 milyon 267 bin 176’ya indi.

EKİM ALANI DARALDI, FİYATLAR FIRLADI

Buğday ekim alanı 2006 yılında 8 milyon 490 bin hektarken, 2016 senesinde yüzde 9,7 düşerek 7 milyon 672 bin hektara düştü. Belli aralıklarla fiyat artış rekorları kıran patatesin ekim alanı 10 yılda yüzde 7,9, kuru fasülyenin yüzde 30,3, arpanın yüzde 25, mercimeğin yüzde 40,6, soğanın yüzde 9,1 azaldı. Haliyle talebi karşılamak için ithalat hızlandı.

2002 yılından günümüze gübre fiyatları yüzde 252,7 arttı. Çiftçinin en önemli maliyetini oluşturan mazot fiyatları da sert yükseldi. 2002’de litresi 94 kuruş olan mazot 5 lira 12 kuruşa kadar yükselmiş durumda.

SAMAN İTHAL EDİYORUZ, ÇÜNKÜ…

Tarım Bakanlığı verilerine göre, mera alanlarının büyüklüğü 2016’da yüzde 50,2 düşüşle 10 milyon 811 bin 817 hektara düştü. Meralardaki daralma hayvancılıkta yem açığına sebebiyet verdi. Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği’nin hazırladığı çalışmaya göre 2016 yılı itibarıyla Türkiye’nin yaklaşık 14 ile 15 milyon ton arasında kaba yem açığı bulunuyor.

Yem bitkilerinin ekim alanlarının tarla arazisi içindeki oranı Almanya’da yüzde 37, Hollanda’da yüzde 31, Fransa’da yüzde 26. Buna mukabil yem bitkisi ekim alanlarının payı Türkiye’de ise yüzde 7’nin altına düştü. Bulgaristan’dan niçin saman ithal edildiğinin cevabı yukarıdaki rakamlarda saklı. Meraları da ovalar gibi ranta kurban ettik.

İTHALAT BEDAVA OLMADIĞINA GÖRE

Hayvan yemi, canlı hayvan, kırmızı et ithalatının senelik maliyeti 1 milyar dolardan fazla. Mercimekten kuru fasülyeye onlarca ürün artık ithal ediliyor. Hükûmet geçenlerde Sırbistan’dan lop et, Sudan’dan zeytinyağı ithal edeceğini açıkladı. Hem ‘enflasyonu gıda zamları artırıyor’ diyorlar hem de sadece ithalatı çare olarak takdim ediyorlar.

Çiftçi para kazanamıyor, amma velakin sebze-meyve el yakıyor. Ne hikmetse komisyoncu düzeni yıkılamadı. Domates tarlada 50 kuruş, tezgâhta 3,5 TL. Kıymetli araziler muhafaza edilemediği gibi mevcut küçük işletmelerin artan maliyetlerin üstesinden gelmesini sağlayacak mekanizma kurulamadı.

KÖYLÜ TOPRAKTAN GEÇİNEBİLMELİ

Köydeki insana kömür-makarna yardımı yapmakla, doğrudan gelir desteği vermekle gıdada dışa bağımlılık azalmaz. Popülizm yüzünden ziraî destek ile sosyal yardım karıştırılıyor.

Küçük işletme sahibi, dar ve sabit gelirli olan çiftçiye verilen para, üretime matuf verilmiyor. Bir şekilde harcanabilir gelirini artırmak için sosyal yardım yapılıyor. Onun da sebebi malum: Oyları artırmanın en kestirme yolu balık vermek. Balık tutmasını öğretmek hem emek hem de vakit istiyor. Diğer tarafta on binlerce çiftçinin traktörü borcunu ödeyemediği için bankaların elinde rehin. AKP’nin tarım siyaseti de iflas etmiştir.

OVALARIN ÜZERİNE BETON DÖKÜLDÜ

Bursa, Bolu ve Düzce gibi güzelim ovaları imara açıldığı ve bereketli toprakların üzerine beton döküldüğü için üç-beş sene içinde arz, yani üretim azalacak. Gıdada dışa bağımlılık katlanacak. Hal-i hazırda 18 milyar doları bulan tarım ürünleri ithalatı 20-25 milyara dolara ulaşacak. Petrol ve doğalgaz ithalatının yarısı kadar tarım ithalatı yapılacak.

Türkiye tarım ve hayvancılığı ihmal etmenin bedelini ödüyor. Almanya, Fransa ve ABD gibi en gelişmiş kapitalist ekonomilerde bile tarım devlet tarafından planlanır ve desteklenir. Zira gıda ile beslenme ve sağlık arasında doğrudan bir münasebet vardır. Devletler nezdinde gıda güvenliği en az sınır güvenliği kadar stratejik bir iştir.

GIDA FİYATLARI YÜZDE 16 ARTTI

Petrolde dışa bağımlılıktan daha vahim neticeleri olabilir gıda açığının. Döviz yükseldiğinde ithal ettiğiniz kırmızı etin ya da herhangi bir mamulün fiyatı da yükselir. Enflasyonu kontrol altına almak daha zor olur. Nitekim o kadar ithalata rağmen gıda fiyatları yüzde 16 arttı.

Demek ki ithalatla gıdada ucuzluk mümkün olmuyormuş. Helal ve hijyen bahsinde iktidar üzerine düşen vazifeyi ifa ediyordur diye o fasla girmedim. Herhalde Müslümanlara ‘haram’ et yedirmiyorlardır.

Kendi kendine yeten Türkiye’den kendine yetmeyen Türkiye’ye geldik.

Hayaldi, AKP’nin rantiyeciliği sayesinde hakikat oldu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Semih Bey ağzınıza sağlık. Bir de bizdeki “şehirleşme” mantığı ile gelişmiş Batı ülkelerindeki şehirleşme anlayışını karşılaştırsanız. ABD’ye gelene kadar heryerde gökdelenlerin yükseldiğini sanıyordum. 326 milyonluk ülkede 10 milyondan çok nüfusa sahip hiçbir şehir olmadığını, 4 milyondan çok sadece “bir” sehir olduğunu (New York-8,5), 2-4 milyon nüfusa sahip yalnız “üç” şehir bulunduğunu (Los Angeles-2,9 ; Chicago-2, 7 ; Houston-2,3 milyon) söyleseler çok şaşırırdım… Hani şimdi iki sayıyı duyunca hemen “demek ki çoğu bir milyon civarında nüfusa sahip” diye fikir yürütmeye kalkan arkadaşlar çıkarsa diye söylüyorum. Yok, öyle de değil. Nufusu 1-2 milyon arası değişen sadece “6” şehir var. Vazgeçmeyip “abi demek ki oralarda şehirler bir milyon civarinda” diye söyleyenler olduğunu duyuyor gibiyim. Yok kardeşim o da değil. Adamların 800.000-1.000.000 arasında “yedi”, 600.000-800.000 arası “onüç”, 400.000-600.00 arasında “onyedi”, 300.000-400.000 arasında “onyedi”, 200.000-300.000 arasında “ellibir” şehir var. Yani bunun anlamı yaşadığınız şehir büyük ihtimalle ABD’deki insanların çok büyük bir kısmının yaşadığı şehirlerden daha çok nüfusa sahip. Şimdi birilerinin dediği gibi. Adamlar kıskanmasın da ne yapsın kardeşim… (meraklısı için resource: https://en.m.wikipedia.org/wiki/List_of_United_States_cities_by_population)

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin