Kararı beklerken… [Haber-İzlenim]

HABER-İZLEMİM | ADEM YAVUZ ARSLAN, Tr724

Fotoğrafa ilgisi olanlar bilirler…

Ünlü savaş fotoğrafçısı Robert Capa başarısının sırrını ‘yakın olmak’ olarak tanımlar.

İspanya iç savaşı sırasında çektiği “Ölüm Anı” fotoğrafı ile hafızalara kazınan Capa “fotoğrafların yeterince iyi değilse, yeterince yakın değilsin demektir” sözünün de sahibidir.

Her ne kadar ilerleyen yıllarda İspanyol asker Federico Borrel Carcia’nın ölüm anını gösteren fotoğrafın ‘gerçekliği’ tartışmaya açılsa da Capa’nın bu fotoğrafı hala bir fotoğraf ikonudur.

Peki bu konunun Zarrab davası ile ilgisi ne, ben neden Capa’yı andım ?

Capa’nın ‘yakın olma’ kuralı aslında sadece ‘iyi fotoğraf’ için değil. Aynı şey haber içinde geçerli ve ‘olay yerinde ve habere yakın olmak’ iyi bir haberin olmazsa olmazı.

Bu kuralın ne kadar doğru olduğunu yaklaşık 1 aydır yerinde takip ettiğim Zarrab Davası’nda tekrardan görmüş oldum.

ABD’li bazı meslektaşlar, kendilerine sağlanan bir izinle adliyeden canlı tweet atabiliyorlar. Aynı zamanda mahkemeye ait tüm evraklar internete yükleniyor.

Yani davayı ‘uzaktan’ da izlemek mümkün.

Fakat olay yerinde değilseniz bir çok şeyi kaçırabiliyorsunuz. Capa’nın dediği gibi ‘yeterince yakın değilseniz’ ortaya iyi ürün de çıkmıyor.

Duruşmalar sırasında yaşanan bir çok olay ya ABD’li meslektaşların ‘ilgisini çekmediği için’ yada ‘nüansı’ anlamadıklarından sanal aleme yansımadı.

HAKİMİN 1,5 YIL ÖNCE AÇIKLADIĞI ‘SIR

Mesela Hakim Richard Berman’ın daha ilk duruşmada açıkladığı ‘İstanbul seyahati’ne dair detaylar…

Reza Zarrab, 2016 Mart’ında Miami’de tutuklandıktan sonra uzun bir yolculukla Manhattan’a getirilmiş ve bu mahkemede-elleri ve ayakları kelepçeli, üzerinde lacivert cezaevi kıyafeti ile- hakim önüne çıkmıştı.

Bende 26 Nisan 2016’da ki duruşmada yine mahkeme salonundaydım.

Hakim Berman daha mahkemeyi açarken İstanbul’da katıldığı bir panele dair açıklamalar yapmış, ‘bu toplantıya katılmış olmasının adil yargılamayı etkilemeyeceğini fakat savunma isterse reddi hakim talebinde bulunabileceğini’ anlatmıştı.

O zaman sanık sandalyesinde oturan Zarrab’ın – ki henüz casus ilan edilmemiş, Türkiye’nin tüm imkanlarını sefer ettiği hayırsever bir işadamıydı- ‘pahalı ve güçlü avukatları’ böyle bir talebe gerek görmeyip “Sizi tanıyoruz, adil ve tarafsız bir yargılama olacağından şüphemiz yok” demişlerdi.

Aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra bu konu Havuz medyasında manşetlere çıktı. MİT, ‘üstün başarı’ gösterip Hakim Berman’ın, ‘Cemaatle irtibatlı’ olduğunu iddia ettikleri bir hukuk bürosunun davetiyle İstanbul’da ki panele geldiğini, otel masrafının da bu avukatlık bürosunca ödendiğini bulmuştu.!

O bilgi bile doğru değildi fakat esas mesele şuydu: Hakim Berman’ın daha kimsenin haberi yokken açıkladığı bu bilgi birden bire ‘kozmik bir sır’ra dönüşmüş ve Havuz’un manşetlerine, köşe yazarlarına konu olmuştu.

Benzeri çok sayıda olay yaşadık yargılama süresince.

28 Kasım’dan bu yana –haftasonları hariç- aralıksız duruşma yapıldı. Sabah 9’da başladığımız oturumlar akşam 5’e kadar sürdü. Onlarca saatlik bu duruşmalarda ilginç detaylara, önemli ayrıntılara şahit olduk.

Hakim Berman’ın davaya ilişkin tutumları, savunma avukatlarının stratejileri, Zarrab’ın jüriyi etkileme çalışmaları…

Yani ancak yerinde ve ‘yeterince yakın’ olursanız görebileceğiz çok şey vardı.

‘ÇİKİNOVA’ MEKTUP VE SONRASI

Mesela 17 Aralık’ın polis şeflerinden Hüseyin Korkmaz’ın çapraz sorgusu sırasında yaşanan ‘Gülen Mektubu’ da böyle bir şeydi.

Duruşma salonunda, gazeteciler ve halktan izleyiciler için ayrılan bölümün ilk sırasında oturuyordum.

Korkmaz’ı ‘itibarsız tanık’ olarak etiketleyip ‘yıpratıcı sorularla’ sıkıştırmaya çalışan avukat Todd Harrison söz konusu mektuba dair sorular sormaya başladı.

Mektup sadece savunmanın, savcının, hakimin ve tanığın önündeki ekranlarda gösterildi. Jüri ve biz izleyicilerin ekranlarına yansıtılmadı. Çünkü mahkeme usulü böyle. Savcının yada savunmanın bir delili, ancak hakim onay verirse jüriye ve halka açılıyor.

Todd Harrison’un ‘çok önemli bir mektup’ dediği ancak fotoşop olduğu ilk bakışta anlaşılabilen bu mektup hakim Berman’ın süzgecinden geçemedi. Polis Korkmaz’da mektubu ilk kez gördüğünü, ‘saçma ve absürd’ bulduğunu söyleyince avukat Harrison başka sorulara geçmişti.

Salonda olduğum için ‘haber’i yakından görmüştüm. Mektubun peşine düşmüşken ‘çok önemli bir haber yaptığını düşünen’ bir havuz çalışanı mektubu yayınladı.

İnanılması zor ama fotoşopta üretilmiş bir mektup ABD’de ki mahkemeye ‘çok önemli delil’ olarak taşınmıştı. Fakat ertesi gün hakim Berman, savunma heyetine öyle bir fırça attı ki, salonda olup o anları görmek lazımdı.

72 yaşındaki federal hakim Berman, Atilla’nın- aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetinin avukatlarıydı- avukatlarını evire çevire fırçalamıştı. Hakim Berman, savunma ekibini ‘profesyonellikten uzak’ olarak tanımlamış, mektup için ‘Amerikan mahkemelerinde görmeye alışık olmadığımız bir şey’ demişti.

Bu anlar tabi ki Türk medyasına pek yansımadı.

Aslında ‘dışarıya yansımamış’ bir çok detay var ancak uzatmamak adına bu konuya bir virgül koyup ‘jüriyi beklerken’ yaşadıklarımıza geçiyorum.

JÜRİYE HUKUK DERSİ

Salı akşamı itibariyle yargılama bitmiş, Çarşamba sabahı itibariyle jürinin karar toplantılarına geçmiştik.

Daha doğrusu Çarşamba sabahı hakim Berman, 12 kişilik jüri heyetine uzun uzun hukuki direktifleri okudu.

Delillerin nasıl değerlendirileceği, hangi kavramın ne anlama geldiği gibi konularda jüriyi bilgilendirdi.

Mesela Atilla’nın ‘suça iştirak’ statüsüne dair detayları açıkladı.

Mealen ‘diğer kişilerin suçlu olması nedeniyle Atilla da suçlu sayılmaz’ dedi. Yine aynı şekilde ‘kasıtlı ihmal’ kavramına da açıklık getirdi hakim Berman.

Berman’ın yaklaşık 1,5 saat süren ‘bilgilendirme’ seansı hukukçu olmayanlar için de hayli ilginçti denebilir.

Mesela ‘dolaylı delil’ nedir, nasıl değerlendirilir örneklerle açıkladı.

Savunmanın iptal edilsin dediği Hüseyin Korkmaz’ın ifadesine ışık tutacak bir açıklamayı ise şöyle yaptı: “hukuken, bir delilin elde edilme şeklini doğru bulmadığınız için o delili göz ardı edemezsiniz”

Berman duruşmanın başından bu yana hiç acele etmedi. Her şeyi tek tek, sakin sakin ve anlaşılır oluncaya kadar açıklattı.

Aynı şeyi jüri karar toplantısına geçmeden önce de yaptı. Kendisi de jüriyi bilgilendirirken karmaşık hukuki terimleri anlaşılır hale getirip tek tek açıkladı.

Jüri hukuki direktifleri aldıktan sonra yemin edip karar toplantısının yapılacağı odaya geçti. Gerçi o oda zaten ilk günden bu yana kullandıkları odaydı. Sabah güne o odada toplanarak başladılar, akşam o odadan dağıldılar.

Karar için jüri odasına geçerken artık ne kadar süreceği belli olmayan bir döneme girdik.

Jürinin seçilme ve çalışma usullerine dair çok katı kurallar var. Fakat karar alma süreci istisna tutulmuş. Kimse jüriye ‘şu kadar sürede karar alacaksınız’ diyemiyor. Zaten hakim Berman’da ‘istediğiniz kadar çalışın’ dedi.

ABD ceza yargılamalarında jürinin oy birliği ile karar alması esası var ki bu durum tamamen sanığın lehine. ‘Konuyla ilgisiz’ ve tam anlamıyla ‘sokaktan geçen’ 12 kişinin hepsinin sanığın suçlu olduğuna tam inanması gerekiyor. Burada tüm yük savcının omzunda. En ufak bir şüphe savunmanın lehine yazıyor.

JÜRİDEN MEKTUP VAR!

Jüri toplantı odasına geçtiği zaman dışarı ayrı bir seramoni başlıyor.

Toplantı odasının kapısında bir güvenlik görevlisi var. Jüri bir şey talep edeceği zaman yada karara vardığını bildireceği zaman bunu bir kağıda yazıp güvenlik görevlisine zarf içinde veriyor.

Bu aşamada üç alternatif var, yani zarfta üç şey yazabiliyor: “Jüri kararını verdi.” veya “Lütfen [şu delili] temin edin.” veya “(Hukuki terimi) anlamıyoruz. Lütfen açıklayın.”

Jüri toplantı da iken salonda biz gazeteciler, savunma heyetinden bir avukat ve ‘salonun patronu’ mübaşir bulunuyor. Salonda beklemek gibi bir kural yok. Fakat jürinin ne zaman karar vereceği belli olmadığı için biz gazeteciler ‘her ihtimale karşı’ salonda bekliyoruz.

Görevlinin getirdiği zarfı alan mübaşir hakimin odasına gidip bilgi veriyor. Bu esnada savcılar ve avukatlar salona geri geliyor. Ardından hakim duruşma salonuna gelip mektubu yüksek sesle okuyor.

Bu arada şu notu düşeyim: mahkemedeki şeffaflık takdire şayan. Hiç bir şey gözden, kayıtlardan kaçırılmıyor.

Bir de gözlemimi not edeyim: Hakim Berman ara sıra fırça atsa da sempatik bir yargıç. Zaman zaman espiri de yapıyor. Mesela dünkü oturumda jüri uzatma kablosu talep edince hakim salona dönüp “uzatma kablosunu savunma mı savcılık mı talep edecek müzakere edelim ?” dedi.

Jürinin bir talebine itiraz eden savunmaya ise “davanın düşmesini de talep etmeyecek misiniz ?” diye espiri yaptı. Duruşmanın başından bu yana sık sık ‘davanın düşmesini’ talep eden savunmaya bir göndermeydi bu ve salonda gülüşmelere yol açtı.

JÜRİ İŞİ FAZLASIYLA CİDDİYE ALIYOR

Bu aşamada bir yanılgımı itiraf etmeliyim.

Jüri sistemine ön yargılı bakıyordum. Özellikle dava hakkında hiç bir bilgisi olmayan, tam anlamıyla ‘sokaktan seçilmiş’ 12 kişinin adalet dağıtamayacağını düşünüyordum.

Fakat duruşmalar başlayıp yaşananları gördükçe fikrim değişmeye başladı. Öncelikle jüri sistemi aslında sanığın lehine bir durum. Savcının ‘hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde’ suçu ispatlaması ve jüriyi ikna etmesi gerekiyor.

Yaklaşık 4 haftadır duruşma salonunda olan jüri heyetinin hızlı karar vereceğini düşünüyordum. Oturumlar bittikten sonra aynı gün içinde hatta bir kaç saatte karar çıkar diye bekliyordum.

Fakat yanıldım.

Öncelikle ‘konuyla ilgisiz’ ve ‘sokaktan seçilmiş’ dediğim jüri üyeleri ilk iki gün öyle hamleler yaptılar ki hayret etmemek elde değil.

Yaklaşık 4 haftadır tüm duruşmaları izlediler. Her tanığı dinlediler, her delili gördüler. Yani artık kafalarında bir şeyler netleşmiştir diye düşünüyordum.

Ancak karar oturumuna girdikten sonra dışarıya mektup yağmaya başladı. Çay kahve ve ‘splenda’ taleplerini bir kenara bırakırsak hayli esaslı sorular gönderdiler.

Mesela Zarrab’ın duruşma salonunda çizdiği panolar istendi. O panoların gönderilip gönderilmeyeceği salonda tartışıldı ve hakim Berman panoların üzerine 1-2-3 gibi işaretler koydurarak jüri odasına yollattı.

Jüri bir başka talepte daha bulunup Hüseyin Korkmaz’ın ifadesinden bir detaya ait kayıtları istedi. Jürinin talep ettiği detay hayli ‘detay’ bir ayrıntıydı. Türkçe bir telefon tapesindeki küçük bir ayrıntının peşine düşen jüriyi taktir etmemek mümkün değil.

Gerçi bu durum Hakan Atilla’nın lehine mi aleyhine mi bilmiyorum ama jüri ince eleyip sık dokuyor.

Sonra bir başka talep geldi. Son derece karmaşık hukuki bir tanıma dair detayları talep etti jüri üyeleri.

Hakim Berman jüriye iletmek için savunma ve savcılıktan açıklama talep etti. Bu esnada ilginç bir şey oldu. Savcılık kısa sürede yazılı bir açıklamayı hakime sundu. Savunma biraz gecikmeli getirdi açıklamayı.

Hakim Berman savunmanın açıklamasını okuduktan sonra dönüp ‘bu açıklama yeterli değil, daha anlaşılabilir bir şeyler yazsanız’ dedi.

Savunmanın bir takım argümanlar sunması üzerine ‘kendisi için durumun önemli olmadığını fakat gönderecekleri eksik açıklamanın müvekkilleri için olumsuz sonuçlar doğurabileceği’ uyarısını yaptı.

Duruşmalar esnasında da aslında savunma avukatından beklenen bazı soruları hakim Berman sormuştu.
Toplantının ikinci gününde de jüriden sık sık mektup geldi.

Her mektup geldiğinde ‘acaba karar mı çıktı?’ diye heyecan yaptık fakat her mektupta yeni bir takım talepler geldi. Mesela ikinci gün gelen bir başka mektupta jüri üyeleri “IEEPA’nın (yani yaptırımlarla ilgili düzenlemelerin) ihlali amacıyla kumpas kurma suçlamasında yer alan üçüncü unsurun anlamını” öğrenmek istedi.

KARAR NE OLUR NE ZAMAN ÇIKAR ?
Bu sorunun cevabını kimse bilmiyor.

Çünkü Hakan Atilla’ya yönelik 6 suçlama var ve jüri her birini tek tek ‘suçlu’ yada ‘suçsuz’ şeklinde değerlendirecek. Şu ana kadar jüri odasından gelen ‘taleplere’ bakılırsa işlerini çok ciddiye alıyorlar.

O yüzden karar Cuma günü mesai bitimine kadar çıkar mı, çıkarsa ne yönde olur kestirmek mümkün değil. Ama Amerika’da Cuma günü uzun Noel tatili başlıyor ve tatil öncesi karar vermek isteyebilirler.

Peki karar ne yönde çıkabilir ?

Şahsen jürinin yerinde olmak istemezdim. Çünkü ilginç bir dava ile karşı karşıyayız. İran ambargosunun delinmesi, kara para aklama, sahtecilik, dolandırıcılık ve rüşvetlerle ilgili kimsenin – savunma avukatlarının bile- şüphesi yok.

‘Sorun’ Hakan Atilla’nın ‘bu suçun neresinde’ olduğunda düğümleniyor.

Bir görüşe göre ‘rüşvet almaması’ onu temize çıkarmaz, önünde işlenen suçu engellememiş ve bu yüzden suçlu. Bir diğer görüşe göre ise suçu işleyenler dönemin siyasileri, Reza Zarrab ve Süleyman Aslan. Hakan Atilla milyon dolar rüşvetlerin havada uçuştuğu günlerde rüşvete bulaşmamış. Dolayısıyla “Hakan Atilla suçsuz diğerleri suçlu” diyenler de var.

Bakalım jüri hangi görüşü benimseyecek.

Şimdilik toplantı odasının altından atılacak ve içinde ‘jüri kararını verdi’ yazılı zarfı beklemekten başka seçenek yok.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Tamammen sokaktan ve rastgele seçilmiş 12 kişilik jürinin, milyarlarca dolarlık “ticaret” (!) yapan Zarrap’ın, şekil çizerek anlattığı yöntemleri yeniden incelemek istemelerini anlayabiliyorum. Önemli unsur orada çizilenler değil, önlerine yatabilecek Bakan bulmakta. ABD’de bu tip işleri yapmak Türkiye’deki kadar kolay değil…

  2. Huseyin Korkmaz icin “polis sefi” dediniz.
    17 Araligin planlayicisi ve uygulayicisi polis seflerinin hepsi de hapiste. Korkmaz 17 Aralik nedeniyle tutuklanmadi bile.
    FBI’in icadettigi, FBI’in NSA vasitasiyla derledigi binlerce telefon gorusmesini, fortograflari sirtina yukledigi gariban bir “komiser yardimcisi”.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin