İdlib’teki cihadistler Erdoğan’ın nesi oluyor?

Yorum | Bülent Keneş

Bu konuda bazı tahmin ve kanaatlerim var tabii ki. Ama kesin şusu ya da busu oluyor diyemem. Sadece tahminlerle yazılabilecek bir konu olmasa da herhalde yine de şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkiye’de zulüm, gözyaşı ve haksızlıklar üzerine kurduğu hak/hukuk tanımaz İslamofaşist rejim, herkesten esirgediği toleransı eli kanlı bu yobaz sürülerine en üst düzeyde göstermekten çekinmediğine göre, eli kanlı radikal dinci bu cihadistlerin Erdoğan için özel bir önemi ve anlamı olmalı.

Öyle olmasa Erdoğan, dünyanın dört bir tarafından Suriye’ye akın eden bu katiller için ne Türkiye’yi bir otobana çevirirdi ne de emri altındaki MİT’i kullanarak doğrudan, veya İHH benzeri güya sivil toplum örgütleri üzerinden kamufle bir şekilde, radikal İslamcı bu teröristleri binlerce tır dolusu silah ve mühimmatla donatma ihtiyacı duyardı.

Erdoğan’ın Suriye ve Irak’taki radikal İslamcı terör örgütleri ile olan ilişkilerinin bütün boyutlarını, geçmişini, derinliğini ve genişliğini bilemeyeceğimiz için bunların Erdoğan’ın tam olarak nesi olduklarını da, doğal olarak, tam isabetli bir şekilde kestiremeyebiliriz. Ama, en mümeyyiz vasıfları kör bıçakla kafa kesmek, kafeslerde diri diri insan yakmak, masum insanları bina tepelerinden ya da uçurumlardan atarak katletmek, sırf farklı etniklerden ya da farklı inançlardan oldukları için kitlesel kıyımlarda bulunmak, sıradan insanlara akla hayale gelmeyecek işkenceler yapmak, adım attıkları her yeri yağmalamak, 21 yüzyılda esir ticareti yapmak, tutsak aldıkları kadınları seks kölesi olarak kullanmak olan insanlık artığı bu terör şebekelerinin Erdoğan’ın nesi olduğunu, bu katiller sürüsünün üzerindeki güçlü nüfuzundan hiç şüphesi olmayan Vladimir Putin ve adamları çok iyi biliyor olmalı.

ERDOĞAN’IN ZİHNİYET AKRABALIĞI İÇERİSİNDEKİ ÖRGÜTLERE VEFASI

Ha bir de derin devlet kontenjanından CHP’ye paraşütle indirilen ve hangi tecrübesine binaen olduğu bir türlü anlaşılamamasına rağmen partinin dış ilişkilerinden sorumlu başkan yardımcısı konumuna oturtulan Musul Başkonsolosu Yılmaz Öztürk, bu cihadistlerin Erdoğan’ın tam olarak nesi olduğunu biliyordur herhalde… Azıcık sabır, nedenini anlatacağım.

Aralarında pek bir fark olmadığı için bir gün el-Kaide, ertesi gün el-Nusra, bir başka gün IŞİD, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ya da bir başka örgüt adı altında Suriye ve Irak’ta kan döken, işkence yapan, talan, katliam ve tecavüzlerde bulunan radikal İslamcı teröristlerin Erdoğan için ne kadar değerli ve önemli olduklarını, haklarında yapılan soruşturmaları nasıl canhıraş sümen altı etme çabasından ve uğurlarına görevden alarak zindanlara tıktığı hakim, savcı, asker, polis ve gazetecilerin sayısından anlayabiliriz.

Öte yandan, Erdoğan ve şürekasının, oluşumlarında bile ciddi rol oynadıkları IŞİD ve el-Kaide uzantısı cihadist katil sürüleri ile olan yakınlıklarını, onlara duydukları sonsuz güvenden de çıkarabiliriz. Bu tuhaf güvenin ne kadar kadar köklü olduğunu çıkarabilmek için Erdoğan ve avenelerinin 2014 Eylül ayı sonuna kadar IŞİD’e terör örgütü demekten bile nasıl imtina ettiklerini hatırlamamız yeterli olur sanırım.

Unutmayalım ki, Erdoğan ve çetesi, 11 Haziran 2014’te Musul Konsolosluğu’nu işgal ederek Başkonsolos Yılmaz Öztürk de dahil olmak üzere 49 konsolosluk personelini aylarca rehin aldığı 102 gün boyunca bile IŞİD’e yönelik sempatisini açıktan sürdürmekte herhangi bir beis görmemişti.

IŞİD’e terör örgütü demek ve tepki göstermek şöyle dursun, sadece Erdoğan değil, dönemin dışişleri bakanı, AKP’li diğer bakanlar, milletvekilleri, havuz medyası ve kalemşörleri IŞİD’i açıktan övmekten bile geri durmamışlardı. Bu tuhaf tavırları elbette ki boşuna değildi. Irak işgali sonrasında yaşanan Ebu Gureyb skandalını ortaya çıkaran Amerikalı meşhur gazeteci Seymour Hersh, London Review of Books’un 1-7 Ocak 2016 tarihli sayısında yayınlanan kapsamlı bir makalesinde, ABD istihbaratının elinde Erdoğan’ın yıllarca Nusra Cephesi’ni ve IŞİD’i desteklediğine dair ciddi kanıtlar olduğunu yazmıştı.

DÜN TIR TIR GÖNDERDİĞİN BOMBALAR, BUGÜN HUZURUNU TIRMALAR

Dönemin hem Rus, hem de Batı medyasında bu tür haberlerin birbirini takip etmesinin çok haklı sebepleri vardı. Henüz Ocak 2014’te Adana ve Mersin’de Suriye’ye insani yardım malzemesi taşıdığı iddia edilen MİT tırları durdurulmuştu. Daha sonra benzeri binlercesinin Suriye’deki radikal İslamcı terör gruplarına ulaştığı anlaşılan bu tırlarda tıka basa mühimmat ve silah taşındığı ortaya çıkarılmıştı. Savcılık silahların IŞİD’e gönderildiğini açıklamış, ancak Erdoğan rejimi operasyonu yapan savcıları, hakimleri, askerleri ve uluslararası insanlık suçu niteliğindeki bu skandalı haber yapan gazetecileri gözaltına aldırıp tutuklatmıştı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2014’te yayınladığı terörizm raporunda da, Erdoğan yönetiminin, Türkiye’yi IŞİD’e katılmak isteyen uluslararası radikal İslamcı militanlar için bir ana geçiş yolu haline getirdiği kayıtlara geçirilmişti.

Uluslararası projektörlerin üzerlerine tutulmasına rağmen, Erdoğan ve adamları Suriye ve Irak başta olmak üzere değişik coğrafyalardaki radikal terör örgütleri ile olan ilişkilerini sürdürmekten vazgeçmemiş, tam tersine bunlar sanki sıradan ve meşru ilişkilermiş gibi devam ettirmenin altyapısını Meclis’teki çoğunluklarına dayanarak oluşturmaya girişmişlerdi. Bu bağlamda, 17 Nisan 2014’te Meclis’te kabul edilen tartışmalı MİT yasasıyla Türkiye’de tutuklu olan IŞİD militanlarının iadesinin ve karşılığında yapılacak takasların yolu açılmıştı.

İşin garip tarafı şu ki, bu tür pis işlerle gırtlağına kadar suça batmış MİT değil sadece, bizzat Erdoğan ve ailesi de uğraşıyordu. Mesela, Erdoğan’ın oğlu Bilal, hangi yetkiye dayalı olduğu hala bilinmese de, IŞİD’in kaçırarak infaz ettiği iki Japon rehine için IŞİD’le müzakereye girerek aracılık faaliyetlerinde bulunmuştu. Hatta bir adım daha ileri gitmiş ve konu hakkında Japonya Başbakanı Şinzo Abe ile bile görüşmüştü.

Bu tür netameli ilişkileri yüzünden, Erdoğan’ın tüm dünyanın gözleri önünde IŞİD, el-Kaide ve benzeri radikal dinci terör örgütleri için korunaklı bir cennete çevirdiği Türkiye’nin ismi Avrupa şehirlerine yaşanan her terör saldırısından sonra gündeme gelir olmuştu. Brüksel’de, Londra’da, St. Petersburg’ta, Stockholm’de giriştiği terör saldırılarıyla katliamlarda bulunan IŞİD militanlarının yolunun mutlaka Türkiye’ye düşmüş olmasının bir tesadüften ibaret olmadığı tartışılır hale gelmişti.

Benzer şekilde, ikisi polis olmak üzere 11 kişinin katledildiği Fransa’daki Charlie Hebdo saldırısını gerçekleştiren Koachi kardeşlerin arkadaşlarının da Türkiye’de oldukları anlaşılmıştı. Dahası çarpık Erdoğan zihniyetinin teşvik ettiği Kayseri Genç Müslümanlar Derneği, katliamcı teröristler için “Müslümanların yüzünü ağarttılar” diyerek övgüde bile bulunmuştu.

TÜRKİYE’Yİ IŞİD, EL-KAİDE VE TÜREVLERİ İÇİN BİR CENNETE ÇEVİRDİ

Bunlarla kalınsa yine iyi. Kasım 2014’te YPG ile IŞİD arasında yaşanan silahlı çatışmalar sırasında Kürtleri hedef alan intihar saldırılarında kullanılan araçların Türkiye’den giriş yaptıkları ortaya çıkmıştı. IŞİD militanlarının Türkiye tarafındaki TMO silolarına saklanarak YPG militanlarına buradan ateş açtıklarına dair iddialar bizzat dönemin Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük tarafından doğrulanmıştı.

IŞİD sadece Suriye ve Irak sınırındaki bölgelerde cirit atmıyordu. Ankara ve İstanbul dahil Türkiye’nin istediği her yerinde istediği şekilde hareket edebiliyor, özgürce propaganda yapabiliyor, etkinlikler düzenleyebiliyor, yardım toplayabiliyor ve eleman devşirebiliyordu. IŞİD’e yakınlığıyla bilinen takvahaber.net, İstanbul’da yüzlerce IŞİD militanın hiçbir engelle karşılaşmadan bayram etkinliklerine ilişkin görüntüler yayımlayabiliyordu.

Bu rahatlık elbette ki boşuna değildi. Erdoğan IŞİD’e terörist dememek için bin dereden su getirirken dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 7 Ağustos 2014’te, yani Musul Konsolosluğu IŞİD işgali altında ve 49 konsolosluk personeli rehin durumdayken bile, IŞİD’e “öfkeli gençler” demekten geri durmuyordu. Davutoğlu, “IŞİD dediğimiz yapı radikal, terörize bir yapı gibi görülebilir. Ama oraya katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu… IŞİD öfkeyle büyüyen bir tehdit ama işin özünü unutmamak lazım,” demek suretiyle IŞİD’i yaptıklarında hala mazur gösterme çabası içerisindeydi.

Davutoğlu, ilerleyen günlerde daha da ileri gitmiş ve “Herkesin saygı duyduğu, IŞİD’in de Musul’da üzmek istemeyeceği bir kesim var,” demişti. Böylece, IŞİD sanki muhatap almaya değer meşru bir yapıymış gibi davranmayı sürdürmüştü.

AKP milletvekili Orhan Miroğlu ise, o günlerde katıldığı bir televizyon programında açıktan ‘IŞİD terörist bir örgüt değildir’ demekten çekinmemişti. Eski Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler de, 7 Ekim 2014 Kobani eylemleriyle ilgili olarak Twitter’dan yaptığı bir paylaşımda, güya PKK ile IŞİD’i mukayese eder gibi yaparak, “IŞİD öldürüyor ama işkence bari yapmıyor,” güzellemesinde bulunmuştu. AKP’li siyasal İslamcı akademisyen Abdulkadir Şen, sosyal medyada yaptığı paylaşımlarda, IŞİD’i desteklediğini açıktan söylemişti. Erdoğanist köşe yazarı Cemil Barlas da 28 Ekim 2014’te Kobani’ye saldıran IŞİD katillerini destekleyerek “Kobani’de IŞİD’ciyim” diyebilmişti.

IŞİD VE EL-KAİDE’YE YÖNELİK TÜM SORUŞTRUMALARI KAPATTIRDI

Üstelik Erdoğan ve adamlarının zihniyet akrabalığı içerisinde bulunduğu IŞİD’e destekleri sözde kalmamış, IŞİD’in Türkiye’deki faaliyetleri konusunda yapılan tüm soruşturmaları, ancak suçüstü yakalanmışlığın sebep olabileceği bir telaşla kapatmışlardı. IŞİD ve el-Kaide’in Türkiye’deki faaliyetleri konusunda Meclis’te verilen tüm araştırma önergelerini, sahip oldukları çoğunluk oylarına dayanarak, reddetmişlerdi. İlerleyen tarihlerde ise, el-Kaide ve IŞİD’e yönelik soruşturmalarda rol alan tüm hakim ve savcılar ile polis ve jandarma mensupları görevlerinden alınarak hapsedilmişlerdi.

Aynı dönemlerde, Erdoğan’ın her türlü pis işlerini aklamakla görevli siyasal İslamcı militanların yönetimindeki devletin resmi Anadolu Ajansı (AA), açıktan IŞİD propagandası yapmaktan çekinmemişti. Mesela, 25 Haziran 2014’te servis ettiği bir haberde, muhabirlerinin IŞİD’le ilgili ‘olumlu’ izlenimlerini aboneleriyle paylaşmış ve Musul’un IŞİD’in elinde sesiz ve sakin olduğunu yazmıştı. Yine AA’nın 5 Ekim 2014’te abonelerine servis ettiği bir haberde, IŞİD’in merkezi Rakka’dan bayram fotoğrafları paylaşılarak IŞİD güzellemeleri yapılmıştı.

Erdoğan’ın geniş meczup kadrosundan Fatih Tezcan da, IŞİD’in muhaliflerin kafasını keserek infaz etme yöntemini açıktan savunmuş, ‘Sen kafa kesenleri mi savunuyorsun?’ sorusu üzerine de, “Hz. Muhammed Bedir Savaşı’nda kafa kesti. Senin peygamberin kafa kesti. Sen peygamberine terörist mi diyorsun?” iftirasını hiç utanıp sıkılmadan atabilmişti. Tezcan, IŞİD’in yakarak katlettiği iki Türk askeri için de ‘Devlete ihanet ettiler, gerçek Türk askeri değiller’ ifadelerini kullanmıştı.

Erdoğan’a yakınlıkları ile bilinen Özgür-Der Başkanı Rıdvan Kaya ise, İstanbul-Küçükçekmece’de katıldığı bir panelde, IŞİD’in meşru bir direniş örgütü olduğunu savunmuş ve ‘bölgedeki Sünni hareketin lokomotifi’ ifadelerini kullanmıştı.

Tüm bunlardan daha vahimi, Erdoğan rejiminin IŞİD’le kirli ilişkilerinin hem ağır faturalarından biri hem de turnusol kağıdı olan Musul Konsolosluğu işgaliyle ilgili yaşanan gelişmeler olmuştu. IŞİD saldırıları Musul’u kasıp kavurmasına rağmen, IŞİD’le olan köklü hukuklarının verdiği özgüvenle Türk Konsolosluğu’nu tahliye etme ihtiyacı duymayan dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, IŞİD saldırısından sadece 22 saat önce, Twitter’dan “Musul Başkonsolosluğu’nda her türlü önlemi aldık,” açıklaması yapmıştı: “Son 48 saattir Irak’ta yaşanan gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Bağdat Büyükelçiliğimiz ve Musul ile Erbil Başkonsolosluklarımızla sürekli irtibat halindeyiz. Musul başkonsolosluğumuzun güvenliği için gerekli önlemler alındı. Musul’da görev yapan tüm konsolosluk çalışanlarımız ve emniyet görevlilerimize de vakur duruşları için teşekkür ediyorum.”

MUSUL KONSOLOSLUĞU İŞGAL EDİLİRKEN DAVUTOĞLU NEYE GÜVENİYORDU?

Davutoğlu, bu açıklamayı yaparken şüphesiz ki bir şeylere güveniyordu. IŞİD, Irak’ın Ninova bölgesini talan edip taş üstünde taş bırakmazken nasıl olmuştu da Davutoğlu’nda Türk Konsolosluğu’a dokunmayacaklarına dair bir güven oluşturmayı başarabilmişti? Bu soru önemli çünkü 102 gün IŞİD’in elinde rehin kalan Başkonsolos Öztürk Yılmaz, olaydan 2 yıl sonra kendisine konsolosluğu tahliye etmeme kararının kendisi tarafından verildiğine dair suçlamalar yönetilmesi üzerine şunları söylemişti: “16 tane kripto yıldırım telgraf yazdım. Bunlardan 2 tanesi tahliye ile ilgili. Uçak istedim, helikopter istedim. Bu şerefsizliği kim dillendiriyorsa benimle yüzleşmeli… Ben orada ölseydim herhalde birileri her şeyi üzerime yıkıp konuyu kapatacaktı… Ben orada teröre eğilmedim ama Ankara’da birileri eğildi… Ben uçak istedim gelmedi, helikopter istedim gelmedi, ne istediysem gelmedi…”

Erdoğan rejiminin 2018’de radikal İslamcı terör gruplarıyla birlikte Afrin’e yönelik işgal girişimi sırasında “Özgür Suriye Ordusu’nun kaynağı El Kaide’dir!” diyecek kadar bölge gerçeklerine ve radikal dinci örgütlerle Erdoğan’ın ilişkilerine aşina olan Yılmaz’ın halen Musul’da gerçekte neler yaşandığını bütün çıplaklığıyla anlatma gibi bir sorumluluğu bulunuyor. Erdoğan rejimi ile IŞİD arasındaki kirli ilişkileri açığa çıkaracak detayları Öztürk’ün saklama gibi bir hakkı ise bulunmuyor. Bizzat IŞİD lideri Bağdadi’nin emriyle salıverilmelerine kadar nelerin yaşandığını bütün detayları ile anlatmadığı müddetçe Öztürk Yılmaz’ın da bu kirli ilişkilerin önemli bir parçası olduğunu düşünmek kaçınılmaz olmaya devam edecektir.

Öte yandan, bir diğer CHP milletvekili olan Dursun Çiçek’in Meclis tutanaklarına geçirdiği anlatımları ise, Erdoğan ile IŞİD arasındaki ilişkilere ışık tutar nitelikte. IŞİD’in Musul Başkonsolosluğu işgali öncesinde dönemin Başbakanı Erdoğan ile dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel arasında geçtiğini iddia ettiği bir diyaloğu paylaşan Çiçek, “Konsolosluğu basacaklar, takviye edip engel olalım,” diyen Org. Özel’e Erdoğan’ın “IŞİD bize böyle bir kötülük yapmaz, siz başka işlerle uğraşın” dediğini aktarmıştı. Çiçek, bu bilginin kaynağının doğrudan Özel olduğunu da ifade etmişti.

Şimdi bütün bu kirli ilişkiler geçmişinin ışığında Putin’in neden Erdoğan’ı İdlib’teki radikal İslamcı terör gruplarının bir temsilcisi gibi gördüğünü ve ona göre beklentilerini dile getirdiğini daha iyi anlayabiliriz sanırım.

PUTİN, BU ÖRGÜTLERİN ERDOĞAN’IN NESİ OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLİYOR

Şüphesiz ki, ümüğünden yakaladığı Erdoğan’ın IŞİD, el-Kaide, el-Nusra ve benzeri radikal İslamcı terör örgütleriyle sıkı ilişkisine dair Putin’in kanaatinin yeni yeni netleştiğini söyleyemeyiz. Çünkü, Putin ta 2015 Kasım ayında katıldığı G20 Zirvesi’nde bile “IŞİD petrollerinin Türkiye tarafından satın alındığı,” imasında bulunmuştu. İlerleyen aylarda ise, Erdoğan rejimi ile IŞİD arasındaki kirli ilişkileri belgelendiren kalınca bir dosyayı BM Güvenlik Konseyi’ne sunma aşamasına gelmişti. Bu gelişmeler karşısında pabucun pahalı olduğunu gören Erdoğan, o güne kadar tüm tükürdüklerini afiyetle yalamış ve Putin’in kucağına oturmaya mecbur kalmıştı.

Erdoğan’ın IŞİD’e olan zımni desteği, Türkiye’nin zoraki olarak IŞİD karşıtı koalisyonda yer almasından sonra bile, sıklıkla IŞİD’i PKK ve Hizmet Hareketi ile mukayese edermiş gibi yaparak eli kanlı bu terör örgütünü masum gösterme çabalarıyla devam etmişti. Aynı dönemde IŞİD’e karşı sadece göstermelik operasyonlar yaptırmakla yetinmiş, abuk subuk gerekçelerle 200’den fazla muhalif medya organını kapattığı halde IŞİD ve el-Kaide yanlısı propaganda organlarının faaliyetlerini özgürce sürdürmelerine müsaade etmişti. Aynı şekilde bu örgütlerle ilişkili pek çok radikal İslamcı dernek, IŞİD ve el-Kaide’ye eleman kazandırma faaliyetlerini tüm Türkiye’de sürdürebilmişlerdi. Halen de sürdürüyorlar.

Erdoğan’ın Suriye ve Irak’taki radikal İslamcı terör örgütleri ile olan kirli ilişkilerini ele veren bir başka gelişme ise, 2014 yılında Azez’deki 21 Türkmen köyünün IŞİD tarafından talan edilmesine karşı tek kelime etmeyip de, cihatçı teröristlere yönelik Şam ve Rus saldırılarına karşı Bayırbucak Türkmenleri’ni bahane ederek ortalığı ayağa kaldırması olmuştur.

PUTİN’İN ERDOĞAN’I ÇEKTİĞİ TUZAĞIN FATURASI SONRADAN ÖDENECEK

Erdoğan yardakçıları şimdilerde Suriye’deki radikal islamcı terör gruplarının hamiliğine soyunarak onlar için bir çıkış arayışına giren Erdoğan’ı, büyük bir çatışmayı engellediği iddiasıyla Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermeyi dillendirecek kadar ileri gidedursunlar, Putin’in müthiş bir satranç hamlesiyle Erdoğan’ı içine çektiği oyun planının ceremesinin sonradan ödenmek zorunda kalınacağı bir türlü görülmek istenmiyor.

Erdoğan rejiminin Suriye’deki radikal İslamcı terör unsurlarıyla olan sıkı fıkı ilişkilerinin ve onlar üzerindeki nüfuzunun tescili anlamına gelen Rusya ile varılan Soçi Mutabakatı, şimdilik sadece İdlib’teki sivil kayıpları ve göçmen dalgalarını önleme boyutuyla tartışılıyor. Hiç şüpheniz olmasın ki, bu kirli ilişkilerin içeriği, derinliği ve gerek Suriye ile Irak, gerekse Avrupa şehirlerini tehdit eden radikal İslamcı terör saldırıları ile olan irtibatı da pek yakında gündeme getirilecektir.

Zamanı geldiğinde Erdoğan’ın IŞID ve el-Kaide’nin yanısıra, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile el-Nusra gibi radikal dinci terör örgütleri üzerindeki büyük nüfuzunun kaynağı sorgulanırken, bu örgütlerin Erdoğan’ın nesi olduğunu da sanırım daha iyi anlayabilme şansını da yakalamış  olacağız.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Acaba Erdoğan bu zamana kadarki hangi uygulamasını İslam’ın bir vecibesi olarak hayata geçirdi de İslam’ı yanlış anladığından dolayı İslam’ın faşist versiyonunu önümüze koymuş oldu. Ben İslamofaşizm kelimesini Almanya’da ilk defa Ayan Hirsi Ali, Hamid Abdel Samed gibi mürted isimlerden ve Ralph Giordano gibi iflah olmaz ateistlerden duydum. Zaten İslamofaşizm, İslam düşmanlığı ile öne çıkan marijinal ateistlerin ortaya attığı ve ısrarla kullandığı bir kavram.
    Maduro kendini sosyalist bir çerçeveye oturtuyor, adama bugün sosyalist diyen var mı, biz diyor muyuz? Çin’i Çin Komünist Partisi yönetiyor. Çin’e bugün komünist diyen kaldı mı, bir diyor muyuz?
    Bu sitenin genel yayın yönetmeni, yazarın kullandığı İslamofaşizm kavramıyla sadece kendini değil, hizmeti de İslam düşmanı ateist çevrelerin söyleminde buluşturduğunun farkında mı?
    İslamofaşizm kelimesinin geçtiği bu kaçıncı yazı?

  2. İslam adına pislik yapanları ve bu pisliği islam adına kafalara sokarsanız başka nasıl tanımlama yapaçaksınız kin nefret söylemleri islam adına yapılırsa bunada islamfaşizm denir bençe Bülent Keneş isabetli tanımlama yapıyor

    • Bitakim seyleri İslam adina yapmasi onu sadece popülist yapar. İslamci diyebilmemiz icin İslami bi motivasyon lazim. Var mi boyle bi sey? Yok! Sehit tabutuna yaslanmak, Kuran okumak İslami bi motivasyon olamaz. Olsa olsa tribune oynamak olur. Bulent Kenes bu kavrami kullanarak isabetliymis. Bravo su kadar Hizmet yazarinin, liberal yazarin akledemedigini o akletmis olmali ki her yazisinda islamofasizm ezberi yapiyor. Yazik tabii ama bizde isler hep boyle degil mi?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin