Günümüz Türkiye’sinde kitle vicdanının yitirilmesi

YORUM | ENGİN TENEKECİ

Ünlü İngiliz filazof H.J.Blackham, ‘Altı Varoluşçu Düşünür’ isimli eserinde meşhur  Danimarkalı varoluşçulardan Søren Kirkegaard’a uzunca yer ayırır. Hümanizmin babalarından  gösterilen Blackham, eserinde, Kirkegaard’dan, ‘Her çağın kendine özgü bir ahlaksızlığı vardır.’ şeklinde kısa ancak oldukça manidar bir alıntıda bulunur. Bunu, her çağda yaşayan ve o çağın toplumunu oluşturan fert ve toplumun kendine özgü, eskilerin ifadesiyle,  marazları vardır, şeklinde de anlayabiliriz. Ya da Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin tespitleriyle, buna, ’’nifak çağı’ ahlaksızlığı da diyebiliriz.

Sigmund Freud ise ‘Kitle Psikolojisi’ isimli kitabında tanınmış Fransız psikolog Gustave Le Bon’un, birey ve bireylerin oluşturduğu kitle içerisindeki kazandığı ikinci bir fıtrat üzerindeki görüşlerini yansıtır. Freud, Le Bon’un, kitle içinde bireyin kazandığı sözde yeni özelliklerin, insan ruhunda tüm kötüyü bir yatkınlık olarak kendisinde barındıran bilinçdışının sesini duyurması olduğunu, söylediğini dile getirir.

Freud, Fransız psikoloğun, kitle yaşamında vicdanın ve sorumluluk duygusunun yitimini anlamanın bizim için hiç de zor olmayacağına dikkat çektiğini ifade eder. Le Bon, vicdan ve sorumluluk duygusunun yitimi nedenini ise şöyle açıklar: “Çünkü toplumsal korkunun vicdan denilen nesnenin çekirdeğini oluşturduğunu hayli zaman önce ileri sürmüş bulunuyoruz.’’ Belki de kim bilir Le Bon’un burada, “Biz sizi biraz korkuyla imtihan edeceğiz.’’ ayetinin realitesini bilmeden sezmiş olsa gerek.

Özellikle Le Bon’un, ’vicdan ve sorumluluk duygusunun yitirilmesini toplumsal korkuya bağlaması ve tek kişinin bireysel yoldan edindiği özelliklerin kitle içinde silindiği ve bireyin kendine özgü karakterinin kaybolduğu’ tespitlerinin günümüz Türkiye’sinin tüm katmanlarına bakan yönleri var. Bu yönler sadece siyasal islamcılarla da sınırlı değil. Aynı zamanda akademisyenlere, teologlara, halka, iş adamlarına, sanatçılara, gazetecilere bakan vecihleri de mevcut.


Günümüz Türkiye’sinde Gustave Le Bon’un dediği gibi şuursuz kitlelelerin vicdan ve sorumluluk duygusunun yitirilmesine tanıklık ediyoruz.


Artık günümüz Türkiye’sinde  AKP hükümetince ve onlara bağlı emniyet, yargı vs. gibi mekanizmalarla oluşturulmuş toplumsal bir korkunun olmadığını söylemek aptalca bir şey olur herhalde. Nitekim buna, sosyal  medyaya düşen görüntülü paylaşımlarda bire bir tanık oluyoruz. Bu paylaşımlarda halk, “Ne desek hapse atılmaktan korkuyoruz.’’ diyorlar. Aslında bu tür söylemler, Le Bon’un, kişini bireysel yoldan edindiği özelliklerin kitle içinde silindiği ve bireyin kendine özgü karakterinin kaybolduğuna da bir tür delil niteliğinde. Zira daha düne kadar kitlesel bazda AKP ve Erdoğan’ı öven bu kitle, ani bir dönüş yapıp,  bugün, “biz bunları hak ediyoruz, çünkü bunları bu makama biz getirdik’’ nevinden sözler sarf edebiliyor. Ayrıca bu tür söylemlerin sayısı günden güne de artıyor ve artacağa da benziyor.

Yine Fransız psikoloğun yukarıda dediği gibi, bugünkü Türkiye  kitle yaşamında vicdanın ve sorumluluk duygusunun yitimini anlamak bizim için hiç de zor değil. 17 bin kadının 700’den fazla bebekleri ile hukuksuzca cezaevine konulması ve buna hiç kimsenin çıt çıkarmaması Le Bon’un tespitine hem de tarihi bir delil değil midir? Daha düne kadar Hizmet mensuplarını yere göğe sığdıramayan her kesimin, aniden bir ’U’ dönüşü ile  vicdansız bir şekilde çark etmesi bariz bir başka örnek değil midir? Ya Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ilmini hem de ilmi delillerle kabullenen, buna dair eserler yazan, araştırmalar yapan, Hocaefendi her seferinde reddetmesine rağmen onu müçtehid, müceddid kabul eden prof teologların bir andaki dönüşleri, Hocaefendi ve Hizmet hareketini fırak-ı dalle ilan etmeleri, bir diğer aşikar kanıt değil midir? Cebren mallarına çökülenler, hicrete maruz kalanlar, yuvası yıkılanlar, Meriç’ten geçerken canlarından olanlar, mahkemeye çıkarılmadan, delil gösterilmeden kodeslere atılanlar, yine başka bir delil değil midir?

Kirkegaard’un dediği gibi, “Her çağın kendine özgü bir ahlaksızlığı vardır.’’ Bu çağın ahlaksızlığı, ’’dilsiz şeytan olmak’’, zalime ’’zalimsin’’ dememek,  adaletsizliğe boyun eğmek, nifakla işleri yürütmek, çıkarlarına göre hareket etmek, ancak cebine, menfaatine dokununca adaletsizliğin farkında olmaktır. Acı olan şey ise,  insanın özü anlamına gelen vicdanın fert ve toplum bazında yitirilmesi ve onun tamirinin ciddi zamana vabeste olmasıdır.

Bununla birlikte bu süreç, herşeyin fertle başlayıp fertle bittiği hususunun önemini de somut bir şekilde tevil etti. Evet,  fertler sağlamsa toplumda sağlam demektir. Aksine, fertler çürükse toplumda çürüktür demektir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin