Gelgitlerden kurtulmak için ne yapmalı?

YORUM | SÜLEYMAN SARGIN

Bir dem âbid, bir dem zâhid, bir dem âsî, bir dem mutî’;

Bir dem gelir ki ey gönül, ne dinde, ne imandasın…

Yunus Emre bu dizelerde, insanın mahiyetindeki oynaklığı ne güzel anlatır! İnsan her kalp atışında farklı bir düşüncenin, farklı bir niyetin, farklı bir tavır ve davranışın, farklı bir yönelişin içine girebilecek özelliğe sahip bir varlıktır. Vicdanın yanı başındaki nefis, siyah bir bulut gibi iç dünyamızda sürekli karartılar oluşturur ve bir türlü arzu edilen nuraniyetin yakalanmasına fırsat vermez.

Varlığını böyle gel-gitlerin ağında sürdüren insan her an bir ikaza, yönlendirilmeye, yenilenmeye, ıslaha ve istiğfara muhtaçtır. Farz namazların günün beş ayrı vaktine yayılması, gecelerin teheccütle nurlandırılıp, gündüzlerin duhâ ile bereketlendirilmesi de bu sebeptendir. Zikrullah’a, tevbeye, istiğfara ve çeşitli evrada herhangi bir zaman ve sayı sınırı konmaması ise üzerinde ayrıca düşünmeye değer bir konudur. Kur’an’da “Allah’ı çokça zikretmemiz” emredilir. (Ahzab, 41) Buradaki “çok” emrinin bir sınırı yoktur. Özellikle Kelime-i Tevhid (Lâ ilâhe illallah) zikri kalbi her türlü şirkten ve şirk şaibesinden koruyacak önemli ve hayati bir iksirdir. Efendimizin beyanlarıyla “Hem kendisinin hem de kendisinden önceki bütün peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz” olan ‘Lâ ilâhe illallah’ zikri, diğer bütün virdlerin ırmaklar halinde içine aktığı bir okyanus mesabesindedir ve manevi hayatımızı ayakta tutan, “Latîfe-i Rabbâniye” de dediğimiz kalbin can suyudur.

“Başka ilâh yoktur, (ilâh olarak) sadece ve sadece Allah vardır” manasındaki Kelime-i Tevhid, Allah isminin diğer bütün Esmâ-i Hüsnâyı da içine alması hasebiyle, “Allah’tan başka ilâh yoktur, Allah’tan başka Ma’bûd yoktur; Allah’tan başka bizatihî Maksûd yoktur; Allah’tan başka mutlak manada Rabb, Mevlâ, Mahbûb, Mâlik-i Hakîki, Rezzâk, Şâfî, Halîk…. yoktur” gibi manalara da gelir. Dolayısıyla Kelime-i Tevhîd’in tekrarla zikrine devam etmek, kalbi kendilerine bağlayan nefsani arzuların, şehvetlerin, dünyevi beklentilerin bağlarını kırar. Ehlullah’a göre, “Bu zikri hayatının değişmez bir parçası haline getiren ve ne maksatla okuduğunu bilerek her gün aksatmadan yüzlerce defa tekrar eden bir insan Allah’tan başka bir Rabb, koruyucu, güç mercii, yardım istenecek makam vesaire aramaz. Kalbinde O’ndan (cc) başkasına hakiki manada yer vermez.”

Kelime-i Tevhid, insanın bütün boyutlarıyla hakiki ve tahkîki tevhidi kazanmasına vesile olur. Hem de onu birden fazla sözde ilâha, rabbe, mahbuba, maksuda, mevlâya, koruyucuya, yardımcıya kul edecek, onların önünde boyun büküp gerdan kırmasına sebep olacak bir zilletten, dolayısıyla şeref, haysiyet ve izzetini ayaklar altına almaktan korur.

Bunun yanı sıra Kelime-i Tevhid’in tekrarla zikri, insandaki pek çok duygu ve latifelerin de bir tevhidi olduğuna işaret eder. Aklın, düşüncenin, muhakemenin, tefekkürün, tasavvurun, hayal etmenin, iz’anın, tasdikin, itikadın, kalbin, ruhun, fuâdın, sırrın, hafinin, ahfânın, gözün, kulağın, burnun, derinin, dilin, ellerin, ayakların, midenin, sevmenin, kızmanın, korkmanın, bağlanmanın, yakınlaşmanın, uzaklaşmanın, hâsılı bütün duyuların, duyguların ve azaların tevhidi vardır. Tevhidden maksat şudur; Lâ ilâhe illallah hakikati içinde veya bu hakikatten her birine düşen bir vazife söz konusudur.

İşte Kelime-i Tevhid tekrarla zikredilerek bütün duyu, duygu ve uzuvlara Tevhid’den düşen vazife hatırlatılır ve bütün duyu, duygu ve uzuvlar Tevhîd’e yönlendirilir. Bu yönlendirme yapılırken de elbette nefsin put edindiği veya edinebileceği pek çok alâkalar ve varlıklarla, pek çok sözde ilâhlar, rabler, hâkimler, melikler, koruyucular, güç sahipleri ve mevlâlarla bütün ilgi ve münasebetleri kesilir. Böylece insan bütün varlığı ve benliğiyle, bütün ruhuyla Kelime-i Tevhidi zikreder, yaşar, idrak eder ve imanda kemale ulaşır.

‘Ene’nin ilacı zikirdir

İnsanı böyle bir kemale ulaşmaktan alıkoyan ve sırât-ı müstakimden saptıran iki büyük tağut vardır. Bunlardan biri “ene” yani benlik duygusudur. Enâniyet (egoizm) olarak da tabir edilen bu duygu, insanı Allah karşısında “Sen Sensin, ben benim” diyecek kadar küstahlaştırabilir. Allah’ın emir ve yasaklarına karşı güya bağımsızlık ve özgürlük arayan, ona isyan eden enfüsteki (iç dünyamızdaki) bu mekanizma, insanı Allah’tan koparıp kendine köle etmek ister.

Diğer tağut ise insanın dış dünyasındadır ve Cenab-ı Allah’ın kâinat üzerindeki hâkimiyetinin karşısına bir put gibi dikilir. Buna da “tabiat” tabir edilir. Baştan sona ilâhi ayetler mecmuası, Cenab-ı Allah’ın Kudret ve İrade sıfatlarının tecellisi ilâhi bir kitap olan kâinat bize Rabbimizi tanıtan üç küllî muarriften biridir ve baştan sona irfan kaynağıdır. Risale-i Nurlar’da “Kitab-ı Kebîr-i Kâinat” olarak anılan bu uçsuz bucaksız varlık âlemine gaflet nazarıyla mânây-ı ismîsi ile bakmak, onu bir sebep değil müsebbip görmek, matbû yani basılmış bir kitap olarak değil, tâbi’ yani kendi kendini basan bir kitap olarak düşünmek, üzerine yazılar yazılmış bir kâğıt değil, bizzat bir yazar olduğunu vehmetmek; bir ürün değil bir kaynak; münfail yani tamamen tesire açık edilgen bir nesne değil, bir fâil (özne) ve etken olarak kabul etmek insanı yoldan çıkarır. Böyleleri için tabiat heyula bir tağut olur çıkar ve insanı dalalete atar.   

Bediüzzaman Hazretleri, “Bir tohumun kalbi, yani içi delindiği zaman, elbette sümbüllenip neşv ü nemâ bulamaz; ölür gider. Bunun gibi, ‘ene’ (ben) ile tabir edilen enaniyetin kalbi, “Allah, Allah” zikrinin şuâı ve hararetiyle yanıp delinirse büyüyüp gafletle firavunlaşamaz; Hâlık-ı Semâvat ve Arz’a ısyan edemez. O zikr-i ilâhi sayesinde ene mahvolur” der. (Mesnevî-i Nûriye, Hubâb)

Başta Kelime-i Tevhid, bütün zikirler hem enfüsteki hem hariçteki tağutları mahv ve tarumar eden ilaçlardır. Kendimizi bilmeye, Rabbimizi doğru tanımaya vesile olan, karakterimizi oturaklaştıran ve zıp oraya zıp buraya gidip gelmekten kurtaran çok önemli nurani iksirlerdir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Amanda aman!
    Amanda aman! …nasıl güzel bir Yunus Emre dizeleridir…

    Hak bir gönül verdi bana
    Ha demeden hayrân olur
    Bir dem gelir şâdân olur
    Bir dem gelir giryân olur

    Bir dem sanasın kış gibi
    Şol zemheri olmuş gibi
    Bir dem beşâretden doğar
    Hoş bağ ile bostân olur

    Bir dem gelir söyleyemez
    Bir sözü şerh eyleyemez
    Bir dem dilinden dür döker
    Dertlilere dermân olur

    Bir dem çıkar arş üzere
    Bir dem iner taht-es-serâ
    Bir dem sanasın katredir
    Bir dem taşar ummân olur

    Bir dem cehâletde kalır
    Hiç nesneyi bilmez olur
    Bir dem dalar hikmetlere
    Câlînus u Lokmân olur

    Bir dem dev olur yâ peri
    Vîrâneler olur yeri
    Bir dem uçar Belkîs ile
    Sultân-ı ins ü cân olur

    Bir dem varır mescidlere
    Yüz sürer anda yerlere
    Bir dem varır deyre girer
    İncil okur ruhbân olur

    Bir dem gelir Îsâ gibi
    Ölmüşleri diri kılar
    Bir dem girer kibr evine
    Fir’avn ile Hâmân olur

    Bir dem döner Cebrâil’e
    Rahmet saçar her mahfile
    Bir dem gelir gümrâh olur
    Miskin Yunus hayrân olur.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin