Caminin Çay Ocağı

YORUM | HAKAN ZAFER

Cami çay ocağında çok oturmuşluğum var. Parasız yatılı okumanın, çaya (cam bardakta ama!) ve insani ortama ihtiyaç duyurmasındandır belki. Sessiz sessiz bir köşede çayın tadını almaya çalışırken, ocağı ve ahaliyi gözlersiniz. Gözlem dediğin, genelde konforsuz bi şey. Bir süre sonra kafa, istifçi evi gibi oluyor. Beyin, mecbur kalırsa kurum atıyor. Mesela, münasebet yokken zihnin vitrinine çıkan hatırlamaların, anlam veremediğimiz birçok rüyanın bu türden olduğunu düşünüyorum.

Ocağın geleni gideni türlü çeşitli olur.

Meczup. Tanımıyorsanız, karıştığı erenlerin arasından bir teneffüs vakti biz sefil kulların arasına anca gelmiş zannedecek kadar etkileyicidir. Süre geçtikçe alüminyum çaydanlık gibi sıcaklığını yitirir. Tavında denk geldiyseniz, esrikli halden kısmen nasip almamak için aklınızı kuşanarak hasır tabureye oturmanız gerekir. Bir de göz göze gelmeseniz iyi edersiniz.

Tövbekâr. Daha sakin durduğundan kendini pek ele vermez. Evvelce müskirata alışkınlığından çayın koyusunu sevse de sohbet koyulaştıkça içi daralır. Tabureyi çekip yaklaşırsanız, adamcağızın aklınızda kalmayı istediği sureti bozacak, maziden yana pek soru sormayınız, hoşlaşmaz.

Garip. Sanki karnı doymuş da üstüne keyfin kadife yastığına yaslanacakmış gibi oturur. Çay, onda çoğunun dolu midesinde durduğu gibi durmaz. Garip ne yapsın, bir bardak çayın ederi, ayağını açıkta bırakmayacak yorgan gibidir, gücü ona yetişir.

Tebliğci ama softa. O hiç oralı değildir ama gitmez. Konuşana kadar -ki homurdanmayı da bu neviden sayınız- tesiri azdır. Beğenmez, anca kınar. Dün öğrendiğini bugün, bir urdan kurtuluyormuş gibi üstünden atma telaşındaki bu karakterin, çayla sohbetle pek derdi olmaz. Sözü kesip girer araya. Hep o konuşur. Tırpanına bileyi taşı sürüp gelmişse doğrayamayacağı yoktur maazallah.

Caminin imamı. Cemaatini küçümsemiş gibi olmamak için basit bir bahane ile çıkıp gidene kadar ocağa katlanır. İki yudum çayın -ki kesin biri ikram eder- ne zararı olur?

Yaşından büyüklerin arasında maden arayan genç. Önce kıyafetlerini, tavırlarını, saçını, çıkmışsa bıyığını sakalını, sonra konuşmalarını orada gözünde büyüttüklerine benzetecek evladımızdır. Onda, ormanda seken antilop yavrusunun canavardan habersiz edasını görebilirsiniz. Aradığı cevheri bulamayacağına ikna olursa daha da uğramaz, acil yollu kendine bir ihtilal yapıp sihirbaz şapkasından tavşan olup çıkan renkli mendilden daha fazla şaşırtır sizi.

Geçerken uğramış. Bunlar, ortama, mevzu bulunamadığı, “eeee daha daha nassın?” vaktinde girmiş ve ocak ahalisi dışardan görünüşleri üzerine hikâye konduramamışsa, burada bahsetmeye değmeyecek kadar kısa sürede tozunu alıp giden zararsız tayfasıdır. Acelece içilen çayın ücretini ödemişlerse zaten hiç mesele etmeyin. Denk gelir de başka bir yerde karşılaşırsanız, “gözüm seni bir yerden ısırıyor” iltifatınıza(!) mazhar olurlarsa ne âlâ!

Birini bekleyen. Çay ocağı, minare yardımıyla hemen bulunduğu, gelene gidene “hayırdır” hesabı sorulmadığı için “neredesin” sorusuna cevap olarak vermeye pek münasiptir. Yer küçük olunca, aranan şahıs kolay bulunur.

Vakit öldüren. Bu tayfa, evden bezmişinden, yarenlik edecekleri tek tek yitirmişine; kendini işte zannettirecek kadar ortada gözükmeyen işsizinden, bir iş çıkarsa görünürde olayım diyenine, vs. kendi içinde kısım kısımdır. Ne yapsalardı ya? Tabureyle adamcağızın yanına varıp, “elin ayağın tutuyor maşallah” diyerek aklınızdan geçen en muteber işleri saymak suretiyle raspacı gibi herifi zımparalamanızdan daha büyük gaflette değiller ya!

Kahveye gitmeyi yediremeyen. Hele de namazdan yeni çıkan kalabalığın bir parçasıysa… Ayakkabı ardını, bağını düzeltecek kadar müsaade ediniz araya kaynasın.

Çayın güzelliğine gelen. Bu tayfaya hiç karışmamak evladır. Yanlarında derin, çatallı mevzulara girmek münasip değildir. İsterlerse, dilinin ucunda döndürüp durduğu çay yaprağını tükürdüğü hızla konudan uzaklaşabilirler.

*****

Her biri ayrı âlem 15-20 kişinin hasır tabure üstünde oturduğu 30-40 metrekare bir çay ocağından pek farkımız yok aslında. Köşesinde sessizce oturabilirse kişinin en iyi kendini gözleyeceği bir ocak hem de. Çünkü insan, kendi nefsinin tanığıdır, kendine basiretle dönecek nitelikte yaratılmıştır (Kıyamet Suresi 14).

Gözlem için konforsuz dedim ama kendi, meczup, ilgisiz, umursamaz, meraklı, arzulayan, sorumsuz, gafil, cahil, müsrif, pişman, bilgiç, yerine yakışmayan, kaba, mağrur, muhtaç, vs. yanlarımıza basiretle dönüp bakmadığımız, tanıklık etmediğimiz sürece, o konforsuzluğu mumla arttıracak öyle şahsiyet musibetlerine düşer ki insan, kendine şaşacak kadar bile sıyrılamaz.

Not: Oralete ayıp ettiğimi hissettim, hakkını yemeyeyim. Allah var, çayın kırmızısı kadar olmaz ama o da turuncusu-sarısıyla ocağın bir başka rengidir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin