Bir Türkiye klasiği: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde asker gölgesi

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Türk tarihi boyunca ordunun devlet yönetiminde aktif rol oynadığı bir gerçektir. Yeniçeri ve Sipahiler de Osmanlı padişahlarının tahta çıkışında veya indirilmesinde hep ön plana çıkarak hükümdarların belirlenmesinde etkili oldular.

1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra ordu, bu kez “mektepli subaylar” eliyle yönetimdeki etkisini devam ettirdi. 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyetin ilanında da İttihat ve Terakki içindeki “genç subaylar” önemli bir rol üstlendiler.

Cumhuriyetin kurucuları ise “askerler” arasından çıktığı gibi Cumhuriyet devrinde de ordu, her zaman etkili oldu.

ORDUNUN İLK MÜDAHALESİ

Türkiye’de ilk cumhurbaşkanlığı seçimi, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanıyla yapıldı. Ancak bu süreç Kazım Karabekir, Rauf Bey (Orbay) gibi kişilerin İstanbul’da oldukları bir zamanda gerçekleştiğinden muhalif grubun tepkisine yol açtı.

Cumhuriyetin ilanından önce “İlk Meclis” feshedilmiş ve seçimler sonucunda İkinci Mecliste muhaliflerin tasfiyesiyle büyük çoğunluğu M. Kemal taraftarları oluşturmuştu. Buna rağmen M. Kemal’in “Cumhurbaşkanı” seçildiği oturuma 287 milletvekilinden sadece 158’i katıldı.

Atatürk devrinde “partili Cumhurbaşkanlığı” sistemi uygulandı ve Atatürk 1927, 1931 ve 1935’de karşısında bir aday olmadan Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak bu seçimlerde de milletvekillerinin tamamının Mecliste olmadığı görülmektedir.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk kriz, 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümüyle yaşandı. Bu seçimde “ordu” ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak kilit bir rol oynadı.

Seçimde aday olarak 1937’de Atatürk tarafından Başbakanlıktan uzaklaştırılan İsmet Paşa’nın ismi öne çıktı. Fevzi Paşa ve ordu komutanları, seçim günü TBMM’ye gelerek İnönü’nün seçilmesini sağladılar. Böylece Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ordu ilk defa etkili oldu.

İkinci Cumhurbaşkanı “Milli Şef” İnönü, CHP’nin genel başkanı olarak iki defa daha Cumhurbaşkanı seçilerek “partili cumhurbaşkanlığı” modelini devam ettirdi.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde çok partili hayata geçilmesiyle rekabet yaşansa da 1946’da Demokrat Parti’nin adayı “asker Fevzi Çakmak”, “siyasetçi İnönü” karşısında yenilgiye uğradı.

ALİ FUAT BAŞGİL OLAYI

1950 seçimleriyle Cumhurbaşkanlığı, Mecliste üç dönem büyük bir çoğunluğu elinde tutacak olan Demokrat Parti’ye geçti. DP’nin genel başkanı Celal Bayar, 1950-1960 arasında cumhurbaşkanlığı yaptı. Ancak Atatürk ve İnönü’nün aksine parti genel başkanlığından ayrılmayı tercih etti.

Cumhuriyet dönemi boyunca Cumhurbaşkanlığı makamı önemli bir sembol olarak görüldü. Cumhurbaşkanlığı yapan Atatürk, İnönü ve Bayar’ın Milli Mücadele’de rol alan kişiler olmaları, ayrıca İnönü ve Bayar’ın “Atatürk’ün Başbakanı” olarak görev yapmaları dikkat çekmektedir.

Diğer yandan ilk iki cumhurbaşkanının “asker” kökenli olması ve ilk sivil cumhurbaşkanının yirmi yedi yıl sonra seçilebilmesi, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki “asker” etkisini açıkça göstermektedir.

DP iktidarının 27 Mayıs 1960’da askeri darbe ile devrilmesinden sonra yeni dönem “Cumhurbaşkanlığı krizi” ile başladı. 1961’de yapılan seçimlerde hiçbir parti üstünlük kuramasa da DP’nin varisi “Adalet Partisi”, az bir destekle Cumhurbaşkanını seçebilecek sayıya ulaşmıştı.

Darbeci subaylar ise bu makamı askerlere ve dönemin asker “Devlet Başkanı” Cemal Gürsel’e layık görüyorlardı. Buna karşılık sağ kesimin adayı,  Hukuk Profesörü Ali Fuat Başgil’di ve özellikle milliyetçi kesimde Başgil ismi etrafında bir konsensüs oluşmuştu.

Başgil’in aday olma ihtimaline karşı askerler devreye girdiler. MBK üyelerinden Sıtkı Ulay ve Fahri Özdilek, Başgil’i “ölümle” tehdit ederek “belki Etlik’te mezarının bile hazır olduğunu” söylediler. Tehditler üzerine Başgil, adaylıktan vazgeçerek İsviçre’ye gitmek zorunda kaldı. Bu olayla Cumhurbaşkanlığı seçimlerine “asker gölgesi” düşmüş, siyasiler ve kamuoyu bundan sonraki her seçimde askerin yaklaşımını merak etmeye başlamıştır.

Yapılan seçimler sonunda Gürsel, dördüncü cumhurbaşkanı seçildi ve Türkiye’de “asker cumhurbaşkanı” modeli devreye girdi. Artık askeri lisenin birinci sınıfına başlayan bir öğrencinin en büyük ideali  “Cumhurbaşkanı olmaktı”.

DEMİREL’İN ASKERLERE OYUNU

Gürsel, sağlık nedenlerinden dolayı cumhurbaşkanlığı görevini devam ettiremeyince 1966’da bu göreve “Genelkurmay Başkanı” Cevdet Sunay seçildi. Bu seçimde 1965 seçiminde büyük bir zafer elde eden AP’nin genel başkanı Demirel’in kendisi veya partisinden bir kişi yerine yine bir askeri tercih etmesi, ordu ile iyi geçinme stratejisinden kaynaklanıyordu.

1973 yılına gelindiğinde yine “Cumhurbaşkanlığı” krizi patlak verdi. Sunay’ın yerine “ordunun adayı” olan Faruk Gürler’in seçilmesi kesin gibi gözüküyordu. Gürler on beş günlük Genelkurmay Başkanlığı görevinden sonra “Senatör” seçilerek Cumhurbaşkanı olmasının önündeki engel de aşıldı. Artık kilit isim AP ve onun genel başkanı Demirel’di.

Demirel bu seçimde siyasi zekâsının bütün hünerlerini ortaya koyarak 12 Mart’la kendisini iktidardan uzaklaştıran askerlerden intikam aldı. Gürsel’in seçilmesi için yeni Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, kuvvet komutanları ve diğer üst rütbeli subaylar, Meclis locasına gelerek baskı yaptılarsa da başarılı olamadılar. Böylece askerler, siyasiler karşısında bir kez daha mağlup oldu.

Demirel ise CHP ile anlaşarak Büyükelçi ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri Korutürk’ü cumhurbaşkanı seçtirdi. Böylece “asker cumhurbaşkanı geleneği” devam etse de en azından askerin dayattığı isim yerine başka bir asker cumhurbaşkanı oldu.

367 KRİZİ

Korutürk’ün yedi yıllık görev süresinin bitimiyle Türkiye yine Cumhurbaşkanlığı krizi yaşadı. AP ile CHP anlaşamayınca yapılan oylamalardan bir sonuç çıkmadı. Nitekim 12 Eylül darbesinin en önemli gerekçelerinden birisi bu durum oldu.

12 Eylül sonrasında darbenin lideri Kenan Evren, 1982 Anayasası’nın halk tarafından kabulüyle Cumhurbaşkanı seçilerek “asker cumhurbaşkanı” sisteminin son ismi oldu.

1989’da Evren’in görev süresinin bitmesiyle Turgut Özal kendi partisinin oylarıyla Cumhurbaşkanı seçildi ve bu makamın yeniden sivillere geçmesini sağladı. Onun vefatı sonrasında da Demirel, 1993-2000 arasında Cumhurbaşkanlığı yaptı.

Kendisini “Türk siyasetinin vazgeçilmezi” gören Demirel, görev süresinin sonunda 5+5 modeliyle ikinci defa seçilmeye çalışsa da parti liderlerinin anlaşmasına rağmen Meclisteki milletvekillerinin iradesi karşısında hedefine ulaşamadı. Bunun üzerine liderler, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer isminde uzlaşarak Sezer’i cumhurbaşkanı seçtiler.

Aynı yıllarda 28 Şubat’la çok güçlenen darbeci askerler, “cumhurbaşkanlığı” rüyası görmeye başlayarak bu makamı geri alma hevesine kapıldılar. Özellikle dönemin flaş ismi Çevik Bir’in adı öne çıktı. Ancak Bir, “kurt politikacılar” karşısında hiçbir adım atamadı ve unutulup gitti.

2007’de Sezer’in görev süresinin bitimiyle cumhurbaşkanlığı seçimi; askerin sürece müdahalesi ve anayasa hukukçularının yorumlarıyla yeniden bir krize neden oldu.  Askerler, 27 Nisan e-muhtırası ile “Sözde değil, özde Atatürkçü” bir cumhurbaşkanı isteyerek, hukukçular da “seçimin yapılabilmesi için 367 şartı” yorumu yaparak ülkeye gergin günler yaşattılar.

“367 Krizi”; hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları, hak ve özgürlüklerden yana olan sivil toplumun ve kamuoyunun tepkisiyle askeri vesayete büyük bir darbe vurularak Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesiyle aşıldı.

Aynı yıl yapılan anayasa değişikliyle Cumhurbaşkanlığı seçimi için halkoylaması uygulaması getirildi. 2014’de de Erdoğan, halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı oldu.

ASKER YENİDEN SAHNEDE

Türkiye yine bir cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine girdi. 16 Nisan Referandumuyla kabul edilen “partili cumhurbaşkanlığı” modeli, bu seçimleri daha da önemli hale getirdi.

Erdoğan’a rakip olabilecek adayların belirlenme aşaması ise ilginç bir gelişmeye sahne oldu. Her yönden siyasete bulaşmış Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın eski Cumhurbaşkanı Gül’ün adaylığına doğrudan müdahale etmesiyle Türk siyasetinde on yıllardır yaşanan “asker gölgesi” bir kez daha ortaya çıktı.

Akar’ın Gül’ü neyle tehdit ettiğini bilmiyoruz. Ancak OHAL ortamında yapılacak bir seçimin demokrasi ile bağdaşmayacağı ortada iken ordunun bir numaralı isminin müdahalesiyle, 2018 seçimleri şimdiden tartışmalı hale geldi.

Akar’ın bu aşamada Erdoğan’ın önünü açmak için girişimde bulunması, belki de kendisine teklif edilen “Cumhurbaşkanı yardımcılığı” ile ilgili olabilir. Ancak geçmişteki örnekler, siyasetçilerin “büyük oyuncu” olduklarını ve askerleri rahatlıkla tasfiye ettiklerini göstermektedir.

Garip olansa askeri vesayete tepki göstererek güçlenen AKP’nin “milli irade” yerine vesayet yöntemleriyle rakiplerini saf dışı etmeyi tercih etmesidir. Bu durum artık vesayetin kendisini AKP üzerinden ifade ettiğini göstermesi yönüyle ilginç bir tablo ortaya koymaktadır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin