Berfo Ana’dan Emine Ana’ya Anadolu artık kan ağlayan ana dolu

Yorum | Bülent Keneş

Türkiye devletinin nesiller boyu devamlılığı olan ve hiç değişmeyen bir vasfı varsa şayet o da herhalde fırsatını bulduğunda aslına dönmesi ve zulüm, işkence ve haydutlukta sınır tanımamasıdır.

Belki farklı din ve etnikten milyonlarca insanın ahı ve gözyaşı üzerine kurulmuş olmasından dolayıdır ki, bu devletin henüz 100 yılı bulmayan kısa tarihi yüzbinlerce acıyla doludur. Sevan Nişanyan’ın taşı gediğine koyarak “Yanlış Cumhuriyet” şeklinde tanımladığı bu devletin zulüm damarı, genetik kodlarına kadar nüfuz etmiş ve 1925’lerde (Şeyh Sait İsyanı bahanesiyle), 1930’larda (Menemen Olayı bahanesiyle), 1938’lerde (Dersim soykırımı), 1940’larda (Varlık vergisi bahanesiyle), 1955’lerde (İstanbul pogromu), 1960’larda (27 Mayıs sonrası kıyımlar), 1980’ler ve 1990’larda (Kürt halkına uygulanan zulümler), 2015’li yıllarda (Kürtler, Hizmet camiası ve tüm sahih muhaliflere yönelik zulümler) depreştikçe depreşmiştir.

Yeryüzünde “kötücül devlet” diye bir kategori olsaydı şayet emin olun bizim devlet birinciliği hiç kimseye bırakmazdı. Üstelik buradaki “kötücül devlet,” 1700’lerde yaşamış Amerikalı düşünür Thomas Paine’in hayal gücünün çok ilerisinde ve onun herhangi bir devlet için yaptığı “necessary evil – gerekli şer” tanımlamasının çok fevkindedir. Ne yazık ki, tıpkı insanlar gibi devletlerin de gerçek karakterleri ancak olağanüstü durumlarda ortaya çıkıyor. Günümüz Türkiyesi ise, kötücül devletin gerçek karakterini boylu boyunca sergileyeceği en berbat dönemini yaşıyor.

Yolsuzlukları, hırsızlıkları, aldığı rüşvetleri ve işlediği uluslararası insanlık suçlarından dolayı suç üstü yakalanan Erdoğan ve taifesinin Ergenekon’un kucağına oturması yüzünden, Türkiye bugün ırkçı/Türkçü faşizmle dinci faşizmin birleşiminden doğan yeryüzündeki en korkunç rejimlerden biri haline gelmiş durumda. Çoğumuzun “İslamofaşist Erdoğan rejimi” olarak tanımladığı bu ceberrut rejime, pek çokları boşuna “haydut  devlet” demiyor.

SÖZDE DİNDARLAR SAYESİNDE ZULÜM VE İŞKENCE ÇOK KOLAYLAŞTI

2000’lerin başında sağlanan muvakkat bir rahatlama sonrasında yeniden milletin üzerine bir kabus gibi çöken devletin, şayet bugünkü halinin dünden bir farkı varsa, o da geçmişte irat ettiği zulümlere nispeten daha mesafeli yaklaşan muhafazakar/dindar kitleleri tümden yanına çekmeyi başarmış olmasıdır. Sözde mütedeyyin kitlelerin, Ergenekon’un kucağındaki İslamofaşist Erdoğan rejiminin yaptığı zulümlerin ana taşıyıcıları ve en büyük destekçileri haline getirilmiş olmalarıdır. Bu sayede, dün zulümlerini büyük ölçüde topluma rağmen yürüten devlet, bugün o zulümlerden çok daha fazlasını dünyanın en doğal ve en meşru şeyini yapıyormuş rahatlığında icra edebiliyor. İçlerine devlet kaçmış imamlar, cami cemaatleri, tekkeler, tarikatlar ve cemaatler işlenen korkunç insanlık suçlarının en büyük aklayıcısı, paklayacısı ve destekçisi rolünü bil hakkın oynuyor.

“Devlette devamlılık esastır,” sözünün en fazla devletin işlediği ya da devlet adına işlenen insanlık suçları için geçerli olduğu görülüyor. 1990’larda ‘Beyaz Toros’larla kaçırılıp yok edilen 17,500 kayıbın üzerine gitmekten imtina eden devletin, bugün sadece bindiği aracı siyah Transporter’larla değiştirerek en iyi bildiği şeyi yapmaya devam etmesi, dünün acılarına da vakıf olanları hiç şaşırtmıyor. İstiklal Caddesi’nde barış içerisinde oturmaktan başka bir suçları olmayan acılı Cumartesi Anneleri’ni hınçla döven, yerlerde sürükleyen işte bu acımasız devlet. Aşağılık bir haydut gibi İzmir’de kaçırdığı Fahri Mert’in, Ankara’da kaçırdığı Orçun Şenyücel’in ve Stockholm Center for Freedom’ın tuttuğu kayıtlara göre kaçırdığı toplam 20 insanın analarını ağlatmayı meziyet sanan da aynı devlet.

Bir aralar “Analar ağlamasın’” diyerek oy devşiren siyaset şaklabanlarının devr-i iktidarında dini, dili, etniği farketmeksizin Anadolu’nun tüm anaları bugün artık kan ağlıyor. Ta 1995’ten beri, devlet tarafından kaybedilen çocuklarının en azından kemiklerine ya da mezarlarına ulaşmak için her Cumartesi toplanıp adalet isteyen saçlarına ak düşmüş annelere Cumartesi günü layık görülen zulüm, kötücül devletteki devamlılığın ve devlet kılığına girerek analara zulmetme alçaklığının en somut göstergelerinden biri oldu.

699 HAFTA BOYUNCA BU ANALARDAN NE ZARAR GÖRDÜNÜZ!   

Toplandıkları 699 hafta boyunca tek bir kimseye zararları dokunmayan Cumartesi Anneleri’nin 700. toplantılarında üzerlerinde hoyratça tepinen soylu devlet kılığındaki soysuzların yaptığı, bu devletin hakiki karakterinin dışa vurumundan başkası değildi maalesef. Ve bu kötücül devleti en iyi, çoğu evlatlarından geriye kalanlara ulaşamadan bu dünyayı gözleri arkada terkeden o acılar analar tanıyorlar. Şayet devletin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız, bunu bana, ona, buna, şuna değil, gözbebeği evlatları kucaklarından ceberrüt devlet tarafından çekilip alınıp yok edilmiş o gözü yaşlı analara soracaksınız.

Meziyet, bugün güçlerinin zirvesindeki haysiyetsiz siyaset şarlatanlarının yaptığı gibi, 106 yıllık acılarla dolu yaşamının son 32 yılını, 26 yaşındayken devletin kaçırıp yok ettiği oğlu Cemil Kırbayır’ın cesedini aramakla geçiren Berfo Ana’nın acısını istismar etmekte değil. Meziyet, “Benim evladım gelir diye kapıyı bacayı hep açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse cenazesini bana versinler,” diyen o ananın acısını yürekten duyabilmektedir.

Yoksa önüne konan ne varsa siyaseten istismar etmekten utanmayan Erdoğan’ın bir seçim öncesinde yaptığı gibi, büyük bir şov eşliğinde o analarla görüşmek ve işi bittikten sonra onlara sırtını dönmekle kalmayıp, bir de o kötücül devlet kılığına girip onlara reva görülenden çok daha fazlasını yapmaya soyunmak hiç değildir. 5 Şubat 2011 günü, o hafta 306. kez toplanan Cumartesi Anneleri’nden 12 ana, dönemin başbakanı Erdoğan’la da görüşmüşlerdi. Görüşenler arasında Berfo Ana da vardı. Bu görüşme üzerinden Erdoğan ve partisi özellikle Kürt seçmenler arasında büyük sükse yapmıştı. Erdoğan bu görüşmeyi tepe tepe kullanmıştı.

Cumartesi Anneleri’nin taleplerini dinlermiş gibi yapan Erdoğan, 8 yıldır faali meçhullerin önlendiğini, bu konuda mücadelede hükümetin kararlı olduğunu söylemişti. Kayıp analarının acılarını dindirmek için hükümet olarak her türlü çabayı göstereceklerine söz vermişti. O gün faali meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların bir insanlık sorunu olduğunu söyleyen işte o Erdoğan, bugün o anaları yerlerde sürüklüyor.

SİYASETİN GREGOR SAMSA’SI, İNSANLIĞIN SOYSUZ YÜZ KARASI…

Güç ve iktidar uğruna Franz Kafka’nın Gregor Samsa’sından çok daha büyük bir transformasyon geçiren Süleyman Soylu’nun talimatıyla yerlerde sürüklenen, dayak atılan, gözaltına alınan analar arasında yer alan 82 yaşındaki Emine Ocak’a kıyan cehennemsi bir zihniyet kimlere kıymaz ki? Emine Ana, gazetelere yaptığı açıklamada bakın neler diyor: “Biz orada barış içerisinde oturuyoruz. Kimseye zarar vermiyoruz. Benim derdim çocuklar. Anneler çocuklarına özlemini söylüyor. Kardeşler ‘yeter artık mezarımız olsun’ diyor. 600. haftada Asiye Karakoç’la, Fatma Morsümbül’le, Hediye Coşkun’la, Makbule Babaoğlu’yla, Güzel Şahin’le orada oturduk. Onlar şimdi yoklar. Her geçen yıl anneleri kaybettikçe ben de azalıyorum. Ben oraya gitmeye devam edeceğim. Onların çocuklarının katillerini bulmaya sözüm var.”

Her ne kadar kendisi zikretmese de 82’lik Emine Ana’nın, o meydanda yıllar boyunca her cumartesi birlikte oturduğu analar arasında Berfo Ana da vardı. Ta ki 21 Şubat 2013 günü gözleri açık ahirete irtihal edene kadar. Emine Ana’nın Berfo Ana’ya da bir sözü vardı mutlaka. Bu sözün Erdoğan’ın ona verdiği söz kabilinden olmadığı ise aşikar. Evladının kemiklerini bulma ve adaletin yerine gelmesi için Berfo Ana’ya elinden geleni yapma sözü veren Erdoğan ne yapsa beğenirsiniz? Tabii ki kendisine yakışanı… Bugün hapislere tıktığı binlerce ananın ahı, hapse tıkıp işkenceden geçirdiği onbinlerce evladın anasını ağlatması yetmiyormuş gibi bir de Berfo Ana’nın kemiklerini sızlattı Erdoğan.

2017 Ağustos’unda yayınlanan bazı haberlere göre Erdoğan rejimi, hayatının son 32 yılını oğlunun cenazesini aramakla geçiren Berfo Ana’nın ölümünün hemen sonra, 26 Ekim 2011’de açtığı davaya ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gönderdiği savunmada, “Berfo Ana öldü, dava düşsün” demekten bile utanıp sıkılmadı. İlkel devirlerde bile azıcık onuru olanların dört elle sarıldığı “pacta sund servanda – ahde vefa” ilkesinin Erdoğan için geçerliliği işte bu kadardı.

Berfo Ana, son anlarına kadar, “Tek dileğim ölmeden oğlumun mezarını görebilmek. Başbakan bana söz vermişti. Oğlumun kemiklerinin gömüldüğü yeri bulacaktı,” deyip durmuştu. Berfo Ana’nın ölümünden sonra konuşan oğlu Mikail Kırbayır ise, “Annemin hastalığı 32 yıldan beri yanan bir yürekti. Gencecik yaşta kaybettiği evladı Cemil’in acısı yıllarca yüreğini pişirmişti… Annem öleceğini hissettiği anda, ‘Beni çocuğumun kemiği bulunmadan defnetmeyin, mezara gömmeyin,’ dedi. O bağlamda diyorum ki omzumuzda ağır bir yük var. Bu vasiyeti nasıl gerçekleştireceğiz. Yetkililer ne yapacaklar bekleyiş içerisindeyiz,” demişti.

ANALARI AĞLATMAKTAN HAZ ALAN SADİST DESPOT YALAKASI

Mikail Kırbayır’ın bahsettiği yetkililerin ne yaptığını hafta sonu Cumartesi Anneleri’ne reva görülen alçakça muameleyle görmüş olduk. 23 yıl önce eylemlere başladıkları ilk günden bu yana karşılaşmadıkları türden bir şiddet ve hakarete maruz kalan Cumartesi Annleri’nden 82’lik Emine Ocak’ın “Bize neden bunu yaptılar? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Süleyman Soylu bana bunun cevabını versin! Biz hangi bir gün bir karıncanın canını incittik?” şeklindeki isyanı karşısında Süleyman Soylu, yer yarılıp da yerin dibine geçmek yerine, hiç utanıp sıkılmadan şu hayasızca açıklamayı yapabildi:

“700. gösterilerini yapmak istediler, izin vermedik. Çünkü artık bu istismarın ve kandırmacanın son bulmasını istedik… Anneliğin terör örgütünce istismar edilmesine, teröre kılıf yapılmasına göz mü yumsaydık?… Galatasaray Meydanı’nın, terör örgütlerinin sözde ortak meşruiyet alanı haline getirilmesine müsaade etmeyiz. Bu millet yüz yıl önce bunların ağababalarına bu ülkeyi teslim etmemişti. Bugün onların paçozlarına da teslim etmez, bunu herkes böyle bilsin!”

Ahir ömürlerindeki acılı analar için kullandığı şu üsluba bakar mısınız? Soylu ve haysiyetli bir insanın edebileceği laflar mı bunlar? Anaların acılarına “istismar” diyen, o beli bükülmüş acılı analara “paçoz” diyebilen bu türden ahlak yoksunu şerefsizlere “Müstahaklarını görmeden gebermesinler!” demek çok mu olur?

2012’de yaptığı bir konuşmada, “Allah rızası için verin benim cenazemi. Cemil Kırbayır’ın annesini soran var mıdır ki nasıl geziyor? Nasıl dolanıyor, nasıl geziyor? Cenazem için geldim. Sizin de evlatlarınız var. Benim cenazemi, çocuğumu bana verin. Poşet elimde kapıda oturmuşum, başımı vermişim taşların üstüne, kemiğini bekliyorum… Ben yandım… Anaları yakmayın. Ne olmuşsa verin bana. Ben Cemil ile beraber mezara gireceğim. Başımı vereceğim toprağının üstüne. Ama hani mezarı? Hani toprağı? Bana söz verdiler, niye getirmediler? Getirsinler,” diyen Berfo Ana gibi ağlattığınız eli böğründeki sayısız ananın ahı yerde mi kalır sanırsın ey soysuz!

İBRETLİK SONUNUZ AĞLATTIĞINIZ ANALARIN AHINDAN OLACAK!

Sırf Berfo Ana gibi tam 23 yıldır o meydanda adalet aradığı için torunu yaşındaki polisler tarafından çocuğu ve torunu gözaltına alınan, kendisi tartaklanan 82 yaşındaki Emine Ocak’a şu yapılanlara bakın hele! “Polis beni iteleyerek götürdü. Araca bindirecekken bir sivil polis ‘yaşlı kadını almayın’ dedi. ‘Bunların hepsi benim çocuklarım, bunların hepsini götürüyorsanız ben de geleceğim,’ dedim. Beni götürürlerken gençler görür üzülür diye, sesimi çıkarmadım. Onlara zarar gelmesin istedim… Kadın polisler kollarımdan çekiştirdikleri için acıdı. Ama çocuklarımı aldıklarında yüreğim yandı. Elimde baston vardı. Yaşlı ve zor yürüyen bir kadınım. Neden bana bu kadar sert davrandılar?.. Sonra polisler beni zorla aşağıya indirdi… Biz kimseye bir şey yapmadık, zarar vermedik. 23 sene adalet aramaktan başka bir şey yapmadım… Hep bu meydanda oturdum. Her kapıyı çaldım. Siyasi liderlere gittim, beni kapı dışarı ettiler. Oğlumu bana vermediler. Bize bunu niye yapıyorlar? Beni daha önce de dövdüler, cezaevine koydular. Ben onlara bir şey söylemedim…”

Ey alçak zalimler, bilin ki ibretlik sonunuz yaşına başına bakmadan itip kaktığınız, ahir ömürlerinde ya da kucaklarında bebekleriyle hapislere tıktığınız, evlatlarını ellerinden alıp zindanlara attığınız, sürgünlere yolladığınız bu gariban anaların ahından olacak! Demedi demeyin.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Az bile dediniz.

    Kaç yürek yandı, yakıldı.

    Bu hayasız, haydut devlet arkasına sözüm ona dindarı alıp kac can yaktı.

    Dünyaya sığmaz çocukları cezaevine koydu, ötesi var mı?

    Türk milletinden devlet telakkisi çıkmadıkça bu devlet hep haydutluk yapacak, millet de buna kılıf bulacak.

    Hadis diyecek, ayet diyecek daha nerakip kadar temiz şey varsa onları kullanmaktan utanmayacak.

    Bize de içi yanmak kalacak.

  2. Şu dünyada yaptıkları zulümlerin karşılığını ahirette kat be kat göreceklerini bildiğimiz için bir nebze de olsa içiniz ferahlıyor sayın Bülent Bey.

    Koza İpek medyaya harami gibi çöktüklerinde bütün kimsesizlere sahip çıkan Canerzincan TV yönetim başkanı sayın Recep Bey’in iyilikten başka bir maksadı olmamasına rağmen 15 Temmuz bahanesiyle de orayı kapatan despot ve yalancılar hâlâ yalanlarına devam ederek hayatlarını sürdürüyorlar. Sözde sublumesasaj mı her neyse uydurdukları şeyleri şimdi kendileri 7/24 başta Kanal D olmak üzere bütün fosektif medyalarında yayınlıyorlar.

    Camilerden okullara kadar her alanda Şerdoğan’ı kutsamak için birbiriyle yarışmaların,uyumayı seven kıytırık bir güruhun varlığı koca ülkeyi yıksa bile buna ses verecek basiret sahibi kimseler sanki yok gibi. Yeri geldiğinde kendi aile efradımızdan,akrabalarımızdan bile bizleri anlamayanları,despotizme ve faşist diktatörlere bu kadar aç kişileri gördükçe nasıl yaşamımızı sürdüreceğimizi gerçekten bilemiyoruz.

    Çöküş olmadan ülkenin ayağa kalkacağı maalesef görünmüyor.Sosyal medyada en ufak bir eleştiriye anında küfürlü ve saldırgan cevap veriliyor.TV lerde reklamlara kadar Gobels türü beyin yıkama programları mevcut. Soruların cevapları mutlaka Şerdoğan RTE ye çıkıyor.

    Türkiye’de şu anda “Karartma Geceleri” gösteriliyor sanki. Yediğimiz ekmeğin bile buğdayını elin gâvurundan alıyoruz ama onlar bizlerin yollarını,köprülerini kıskanıyorlar.Bu durum devam ettiği müddetçe ne Cumartesi Annelerinin terörist olmaları,ne PKK-İŞİD türü terör olayları,ne de huzursuzluklarımız biter.Sizler gibi ben de sadece tarihe not düşmek adına içinde bulunduğumuz çıkmazı dile getirdim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin