Aman ha! Ayet yorumu yaparken dikkat!

YORUM | AHMET KURUCAN

Bayram ziyaretindeyiz. Dostlar meclisi. Mevzu Türkiye’de darbe, terör, cemaat mensubiyeti vb. saçma sapan ve geleceğin hukuk fakültelerinden “hukuki değer taşımayan gerekçeler” diye ders kitaplarında okutulacak uydurma şeylerle devletin orantısız zulmüne maruz kalan masum ve mağdurlar. Hocaefendi’nin hicret tavsiyesinin yaptığı eski yıllara gidildi. Allah şahit sarf ettiğim bir-iki cümle hariç sustum ve sadece dinledim. Mevzuyu öyle bir noktaya getirdiler ki dostlardan birisi hicret etmeyenleri neredeyse cehennemlik ilan edecekti. Delili de var, Nisa suresi 97. ayet. Sadece meal üzerinden hüküm vermeye kalkan bir zihniyet vardı karşımda ve düşüncesinin doğruluğuna aksine ihtimal vermeyecek netlikte inanıyordu. Ses tonu, karşıt fikirlere verdiği cevaplardan bunu görmek mümkündü. Susmayı tercih etmemim nedeni işte bu ortam. Bir ayet üzerinden Allah’ın muradını anlamaya çalışmanın zeminini orada görmemem. “Mesâil-i imaniyenin medar-ı münakaşa şeklinde bahsini caiz görmeme” düsturunu kabulleniyor olmam.

Şimdi de sizi bundan 2 yıl öncesine götüreyim. 15 Temmuz’un hemen akabinde yine bir başka dost meclisinde benzeri bir konu gündeme gelmiş ve ben de Nisa suresindeki bu ayeti de içine alan 95 ila 100 ayetlerini anlatmıştım. Bu ayet kümesinde mazereti olanlar hariç cihad ve hicret edenler-etmeyenler anlatılır. Bu sohbetin üzerinden aylar geçti. Bir gün benim o günkü konuşmamdan hareketle esnaflara sohbet eden birisinin aynı bayramda karşılaştığım türden hicret etmeyenleri neredeyse cehennemlik ilan eden yorumlar yaptığı haberini aldım. Hemen telefon açtım ve “Aman ha dikkat!” dedim ona. Kur’an’ın bir ayetini yorumlamanın İlahi maksadı beyan anlamına geldiğini, Kur’anî ilimlere vakıf olmadan bunu yapmanın zorluğunu, hele yapılan yorumun nihai doğru olduğuna inanmanın “Allah bunu kast emiştir” gibi çok büyük bir iddiayı taşıdığını anlattım. Yanlış anlaşılma olduğunu, böyle bir şey demediğini, ayet ve hadis hakkında konuşurken haddini bildiğini söyledi ve teşekkür etti. Tam da kendisinden beklediğim tavırdı bu. Zaten farklı düşünseydim telefon açmazdım. Fazilet abidesidir diyebilirim o zat için ve 38 yıldan beri bu özelliği benim nazarımda hiç değişmedi.

Bu iki hadise kaç gündür zihnimi işgal etti. Oturup yatıp kalkıp bunu düşünüyorum. Acaba diyorum ayetin zahiri manasından hareketle yıllar öncesi söylenen “hicret edilsin” tavsiyesine uymayanları cehennemlik ilan eden başka insanlar da var mıdır? İnanın bana beynimi kemiriyor bu soru benim. Uykularımı kaçırıyor. İşte bu sebeple kendimi tarihi bir sorumluluk altında hissettim ve okuduğunuz yazıyı yamaya karar verdim.

Allah’ın indirdiği ayetleri ile nüzul toplumuna ne dediğini bilmek zorundayız

Nisa süresi 95-100 ayetlerini içine alan kümenin toplamına bir bütün halinde baktığımızda karşımıza çıkan tablo yukarıda söylediğimiz gibi cihad eden ve etmeyenler, hicret eden ve etmeyenler, cihad ve hicrete etmemeye mazereti olan-olmayanlar ekseninde bir tasnifin yapıldığıdır. Kur’an her şeyden önce bir hitap olduğuna göre bu ayetlerin muhatabı Efendimizin (sas) hicretinden sonra da Mekke’de müşriklerle birlikte yaşamaya devam eden Müslümanlardır. Burası önemli. Neden? Çünkü her şeyden önce Allah’ın indirdiği ayetleri ile nüzul toplumuna ne dediğini bilmek zorundayız. Bu manayı doğru bilir ve doğru anlarsak kıyamete kadar gelecek olan Müslümanlara ne demek istediğini ne tür bir mesaj verdiğini anlamak daha kolay hale gelir. Ama bunu bilmeden “şunu demek istedi” şeklindeki yorumlar anlam kaymasını beraberinde getirir ve bu husus Kur’an’ın tüm ayetleri için geçerlidir.

Diyor ki Allah 95 ve 96. ayette: “Mü’minlerden geçerli özür sahibi olmaksızın cihattan geri kalıp oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah müminlerin hepsine de en güzel olanı, cenneti vadetmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükafat ile, kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Yukarıdaki açıklamalarla birlikte okunduğunda ayetin manası açık ve net. Gerçi ayette ki “özür sahibi olmaksızın” kaydının gözleri görmeyen İbni Ummü Mektum’un sorusu üzerine nazil olması başta olmak üzere yorum adına söylenebilecek bir çok şey var ama hem makale boyutunu aşmamak hem sözü asıl konuya getirmek için kesiyorum.

“Melekler, kendi nefislerine zulmeden, kötülük yapanların hayatına son verecekleri zaman onlara der ki: “Neredeydiniz, ne yapıyordunuz, durumunuz neydi, niçin hicret etmediniz? ” Onlar da “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.” (Nisa,97)

Kimdir bu kendi kendilerine kötülük edenler? Kimdir nefislerine zulmedenler? İman edip hicrete güç yetirdikleri halde hicret etmeyip Mekke’de müşriklerle birlikte hayatına devam edenler. Bunda şüphe yok. Pekala melekler ne zaman soruyor bu soruyu onlara? Canlarını alırken? Canlarının alınması savaş ortamında mı yoksa gündelik yaşamın tabii akışı içinde mi? İbn Abbas’tan gelen bir rivayet bu konuda oldukça manidar bir açıklamada bulunuyor. Manidar olması sorduğumuz son soruya net bir cevap vermesi itibariyle. Diyor ki: “Müslümanlardan bir grup insan müşriklerle beraber bulunuyor, savaşlarda da Resûlullah’a karşı müşriklerin sayısını arttırmış oluyorlardı. Bu arada atılan oklardan ve sallanan kılıçlardan isabet alıp yaralanıyor veya oluyorlardı. Bunun üzerine “kendilerine yazık ederken…” ayeti nazil oldu (Buhari, Tefsir, 4/19). Bununla beraber canlarının alınması hayatın tabii akışı içinde de olabilir. Hangi hal üzere olursa olsun dikkat edilecek husus, geçerli mazereti olmayıp hicret etmeyen bu Müslümanların müşriklerle birlikte yaşamlarına devam etmeleri.

Hicret konusunda bu kadar net bir duruşun olması ile alakalı söylenebilecek şey sanırım İslam tarihine vakıf olan herkesin söyleyebileceği şeylerdir. Tevhid-şirk mücadelesinin en uç sınırlarda ve çok şiddetli bir biçimde yaşandığı dönemde Müslümanların hem imanlarını koruması hem küfre karşı topyekûn mücadele için tek cephe olunması, hem müşriklerden görecekleri eziyet, sıkıntı, işkence vb. gayri insanî davranışlarla Müslümanların enerjilerini başka yerlere harcamaması, moral değerlerini alt-üst etmeye imkan tanınmaması gibi şeyler söylenebilir. Ama ayetin devamında Allah, hicret etmeye güç yetiremeyen zayıf insanları ya da Mekke müşrikleri tarafından önemsiz, ehemmiyetsiz, kaale alınmaya gerek duyulmayan ve varlıkları kendi cepheleri adına zarar getirmeyen, hak-adalet ve özgürlük mücadelesine girmeyen veya giremeyecek olanları istisna tutmakta ve “Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.” diyerek son noktayı koymaktadır.

Şimdi gelelim, “İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.” konusuna. Gerçekten hicret etmeye gücü yettiği halde hicret etmeyenler cehennemlik midir? Bu soruya doğru cevap verebilmek için şirk-tevhit, iman-küfür mücadelesinde geçirilen evrelere bir bütün olarak bakmak lazım. Hicret etmeyenler cehennemliktir hükmünü sadece bu ayetin zahiri manasına dayanarak verirken, “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize” ayetinden “Eğer orada henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle inanmış kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır.” (Fetih,25) ya da “Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kafirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.” (Mümtehine,8) vb. ayetlere bir bütün olarak bakılmalı. Bu bakış açısı tedriciliği hatıra getiriyor. Yani güçleri yettiği halde hicret etmeyenlere cehennemlik denilerek adeta bir tehdit dilinin kullanılması belli bir zaman ve mekan diliminde hicretin lüzum ve önemini göstermektedir. Konjoktürel tavır alış diye de ifade edebiliriz bunu. Zira yukarıda ifade ettiğimiz gibi ayet öncesi ve sonraki dönemlerde müşrik-müslüman ortak yaşamı adına çok daha farklı örnekler görmekteyiz.

Bu izahlardan sonra dostlar meclisindeki bayram muhabbeti ile alakalı bir-iki kısa değerlendirme yapıp yazıyı ekrar başa dönüp yazıyı bağlayayım; bu ayetin nazil olduğu dönemdeki şartlarla dünü ve bugünü ile Türkiye’yi aynı karede görmek tek kelime ile yanlıştır. Şirk ve tevhit mücadelesi nerede, İslamcı bir iktidarın iktidarını korumayı ölüm-kalım meselesi getirmesi ve kendisine muhalif olan herkesle adeta intikam mücadelesine girmesi nerede? Bu bir. İkincisi, dinleri daha da özgürce yaşama için Allah ve Resulünün verdiği emir ve tavsiyeler nerede, Hocaefendi’nin ön görüşünden hareketle kendisinin sözüne değer verenlere hicret tavsiyesi bulunması nerede? Kaldı ki karşımızda “Hiçbir zaman bu kadar kötülük yapabileceklerini düşünmedim” diyen bir insan var ve bu insanın yaptığı şey ortaya konan hizmete maddi-manevi imkanlarıyla destek veren gönüllülere şartların daha da ağırlaşabileceğini hesaba katarak hicret etmelerini tavsiye etmesi. Herkesin kendine ait bir dünyası, ailesi, çoluk-çocuğu, işi-gücü, dükkânı-fabrikası, evi-barkı, gelecek tasavvuru ve planları var. Ve tabii ki aklı, fikri, mantığı muhakemesi var. Hicret tavsiyesini önüne alır, bunu uygulayıp-uygulayamayacağını artı ve eksileri ile birlikte değerlendirip nihai kararını verir.

Mukayeseleri doğru yapmak lazım

Kur’an’ın nüzul ortamında olduğu gibi bir iman-küfür mücadelesi yok. Dolayısıyla öylesi bir ortamda hatta o ortamında belli bir kesitinde bir takım şartlarla kayıtlı olarak belli vasıflara sahip olan Müslümanlar için nazil olan bir ayeti literal manası ile alıp “Zamanında hicret tavsiyesini dinlemediler, bu zulümlere maruz kaldılar ve….” deyip ahkam kesmek tek kelime ile densizliktir, haddi aşmışlıktır. Kur’an’ın herhangi bir ayeti hakkında konuşurken, yorumlar yaparken “Allah’ın ashabı kirama ne dediği, bize ne demek istediği” hakkında konuştuğumuzu unutmamak lazım.

Hukuken suç olan fiillerden dolayı değil masa başında üretilmiş sözde suçlarla hapishanelere atılan, işlerinden edilen, malları-mülkleri gasp edilen, aileleri parçalanan yüzbinlerden hatta milyonlardan bahsediyoruz. Ve onlar şu an hiç hak etmedikleri halde büyük hem de çok büyük bir bedel ödüyorlar. Özgür bir şekilde hayatını yaşamak, insanca bir yaşam sürmek için dün-bugün ve yarın hicret etmiş, hicret eden ve hicret edecek olanlar niyetlerine göre mükafatlarını alacaklardır. Bundan hiç kuşkum yok. Ama hicret etmeyen veya edemeyenler de maddi-manevi çektikleri çileler, maruz kaldıkları ıstıraplarla aynı ölçüde belki de daha fazla mükâfat alacaklardır. Kim bilir? Birçok ayetin fezlekesinde dile getirilen şu hakikate kulak kesilin: “Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2/216; 3/66;16/74)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Hocam, …لا هجرة بعد الفتح ولكن جهاد ونية hadis-i şerifini de göz önünde bulundurmalı değil mi! Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye hicret anlamında, o zaman için imandan sonra farz mesabesinde görülen hicret yoktur.

  2. Ahmet hocam çok teşekkürler. Bizi rahatlattınız.Zira bu iş içimi kemirip duruyordu.Hicret için imkana sahibim ama içinde bulunduğum şartlar buna müsade etmiyor.Bu ramazan ayı hep bu düşünceyle geçti ama yapamadım.

  3. “belli vasıflara sahip olan Müslümanlar için nazil olan bir ayeti literal manası ile alıp “Zamanında hicret tavsiyesini dinlemediler, bu zulümlere maruz kaldılar ve….” deyip ahkam kesmek tek kelime ile densizliktir, haddi aşmışlıktır.”
    Tebrik ediyorum Ahmet Bey Allah sizden razi olsun. Sanki her insanin hicrete imkani vardi da keyfinden gitmedi muamelesi yapan sohbetcilerden biktik. Neymis hocaefendi yillar evvel söylemis. Tamam da kardesim, bize TC devletinde vazife veren kimdi? Yine HIzmetti. Biz vazifeyi birakip nasil gidecektik? Bircogu Hizmetin imkanlariyla yurtdisina yillar evvel gidebilmis ve hala hizmetten maas alarak gecinen insanlar bu mevzuda hicbir elestiri hakkina sahip degildir!

  4. 26 yildir yurtdisindayim. Eger yurticindeki ablalarim abilerim olmasaydi, disarda nasil ogretmenlik yapabilirdim!?
    Eger disarida hizmet edilebildiyse bu elbette ki yurticindekilerin fedakarliklariyla gerceklesti.
    Makale, hicret konusunda oyle dusunenlerin sayisinin coklugundan yazilmis olamaz. Cok olsalar biz de duyardik. Sanirim Ahmet Abinin dikkat cekmek istedigi, “ben boyle dusunen birkac kisi duydum/gordum. Aman ha boyle yanlis dusunulmesin”. Allah razi olsun.
    Disari cikabilen, cikamayanlarin belki yuzden birkacindan az. Allah icerideki kardeslerimize yardim etsin, dayanma gucu versin, imtihanlarini kolaylastirsin…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin