Ahlaki enkaz ve devasa suçlar…

YORUM | ERHAN BAŞYURT

Gazeteci arkadaşım, birlikte Cihan Haber Ajansı’nda görev yaptığım Zafer Özsoy, Tr724’e Silivri’de 22 ay yaşadıklarını ve koğuş arkadaşı Prof. Mümtaz’er Türköne’yi yazdı.

Prof. Türköne, gazeteci ve yazar olarak tanıdığım bir insan. Türkiye’de demokrasi mücadelesinde emeği geçen bir isim. Darbelere karşı mücadelesi bilinen ve 27 Nisan Bildirisi’nde AKP’ye ‘Kartaca’ örneğini vererek beklenmedik direnmeyi öneren isim. Benim için yeri bir parça daha ayrı. Prof. Türköne’den doktora dersi alma şansını yakaladım. Çok da istifade ettim…

‘’Sinek file karşı…’’ satırlarıyla başlayan ve ‘’gözyaşları içinde bitirdim’’ dediği Stefan Zweig’ın ‘Vicdan Zorbalığa Karşı’ romanını 21’nci yüzyılda yaşatır gibi, yazdığı köşe yazılarından dolayı 3 yıldır ‘darbe’ suçlamasıyla hapiste… Dinci faşizmin kurbanı bir muhalif aydını konu alıyor bu kitap… Türünde bir nevi efsanedir…

Prof. Türköne, gözaltından başlayarak sivil bir direniş gerçekleştirmiş, maruz kaldıkları hak ihlallerine. Hücreden ‘azim ve ayakta kalma’ dersi vermiş hem koğuş arkadaşlarına hem de bizlere…

Zafer Özsoy’un iki gün art arda yayınlanan yazısını okuma fırsatınız olmadıysa mutlaka okuyun derim…

***

Yakın bir zamanda bir başka meslektaşımız İbrahim Karayeğen de, Silivri’de gazeteci-yazar Ahmet Altan ile paylaştığı koğuş günlerini yazmıştı.

Ahmet Altan da duruşma salonlarında verdiği hukuk derslerini, koğuşta gençlere direnme ve ayakta kalma derslerine çevirmişti.

Altan, parmaklıkların ardından ‘’Dünyayı Bir Daha Görmeyeceğim’’ diye bir kitap yazdı. İngilizce, Almanca başta olmak üzere bir çok dile çevrildi. Bir çok ülkede best seller (en çok satan) kitap oldu. Bedenini hapsetseler bile ruhunu hapis edemeyeceklerini, hayallerine ve düşüncelerine zincir vuramayacaklarını ortaya koydu…

***

Sadece Altan ve Türköne değil. Prof. Sedat Laçiner, gazeteci yazarlar Nazlı Ilıcak ve Gültekin Avcı başta olmak üzere yüzlerce aydın ve gazeteci halen demir parmakların ardında… Hürriyetlerinden mahrum durumdalar…

Ergenekon karşıtı yazılar kaleme almış, Türkiye’nin demokratikleşmesini savunan bu gazeteci ve aydınlar, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda da hukuka hesap verilmesini savundular.

İşte bu kesişim kümesinde yer alan isimler, 17/25 Aralık bahane gösterilerek derin yapılar desteğinde hukuksuzca, ‘’intikam’’ amaçlı esir tutuluyorlar…

Gerisi boş laf…

Peki kitleler bu acı gerçeği neden görmezden geliyor? Neden bunca hak ihlali karşısında suskunlar?

***

Siyaset bilimci Dr.  Cengiz Aktar, Kronos’a yaşadığımız bu süreçle ilgili çarpıcı analizlerde bulunmuş. Yukarıda sorduğumuz sorulara da cevap veriyor.

‘’Türkiye’de milyonlarca irili-ufaklı, kadınlı-erkekli, genç-yaşlı Erdoğanlar var. Türkiye’de bu rejimi destekleyen bir kitle var. Totaliter kavramını bulan ve geliştiren kuramcılara baktığımızda, kitle vurgusu görürüz’’ diyor Aktar ve ekliyor; ‘’Orta Asya diktatörlükleri, Afrika diktatörlükleri bunlar totaliter değil, orada diktatörler ya da otokratlar var, istibdat rejimleri var, zorla yaptırılan işler var. Türkiye’de işler zorla yaptırılmıyor. Bunu anlamak istemiyor insanlar. Türkiye’de toplumun en az yüzde 50’si canı gönülden istiyor Erdoğan’ı. Seve seve, gözlerinden yaşlar aka aka, ayaklarına kapana kapana…’’

Aktar, ‘’Hitler, Mussolini, Stalin gibi. Bu başka bir şey, insanlar bunu görmek istemiyor, bahsettiğimiz kitleyi kandırılmış sanıyor. Orada da bir küçümseme var : Siz aptalsınız, Erdoğan din üzerinden sizi kandırıyor…’’ tespitinin hatalı olduğunu şu acı ifadelerle dile getiriyor;  ‘’Hayır, öyle değil. Bu kitle faşist, faşist kalmak istiyor. Bu bir arzu. Kedi köpek öldüren, kadın öldüren bir kitle bu, bu yüzden iç savaş ve darbe ihtimalinden bahsediyorum…’’

Evet! Yazarlarını, akademisyenlerini, gazetecilerini, aydınları linç eden bir kültür var. Geçmişte de bugün de… İdeolojik körlük var. Yandaşlığın, aidiyet duygusunun gözünü ve vicdanını körelttiği her görüşten kesimler var.

İşkenceleri, adam kaçırmaları görmezden gelen, loğusa kadınların ve emzikli bebeklerin hapse atılmasını sessizce destekleyen, insanların mallarına mülklerine çökülmesini duyarsızca seyreden, onbinlerin uydurma gerekçelerle KHK ile atılmasını veya hapse konulmasını alkışlayan akıllarını kaybetmiş gibi davranan bir kitle…

‘Ateş kendilerine dokunmadıkça’’ başkalarına yapılanları haklı gören bir mankurtlaşmış insanlar… Kendilerini savunurken bile diğer mağdurları suçlayan ‘’Bizim bir şeyimiz yok ki…’’ diyebilen bir kitle…

AKP iktidarı, ülkenin beynini kemiren bir ur gibi… Ağır ağır, uyuştura uyuştura ülkeyi uçuruma götürüyor.

***

Siyaset bilimci Aktar, Kronos’a geleceğe dair öngörülerini de paylaşmış. Tespitlerinin büyük bölümüne katılıyorum. İşte o çarpıcı sözler:

‘’Hayalini bile kuramıyorum. Erdoğan gitmez; muazzam suç işlemiş bir siyasetçi, bu yüzden kendiliğinden ya da seçimle gitmeyecek, çünkü gittiği andan itibaren işlediği her suç su yüzüne çıkacak. Dediğim gibi Ermeni Soykırımı yıllarından gelen bir cezasızlık ve sorumsuzluk kültürü var Türkiye’de. ‘İktidarını devret, biz çaldığını çırptığını, bütün bu dönem boyunca günde defalarca işlediğin Anayasal ve yasal suçları senin yanına kâr bırakıyoruz’ da denebilir belki ama bundan bir şey çıkmaz. Bu cezasızlık o kadar içimize işlemiş ki, bu kadar cürmü bu yüzden bu kadar kolay sindirebilen bir toplumuz. Erdoğan’a tamam sen köşene çekil otur demekle de olmayacak, o kadar mağdur ne olacak? Bu devasa bir mağduriyet, Nuremberg mahkemeleri gibi mahkemeler gerekiyor, çok büyük bir enkaz var. Enkaz kurumsal, tüm kurumlar yerle bir edilmiş, Ahlaki bir enkaz var, o da 100 yıllık bir enkaz…’’

Evet ortada Aktar’ın da işaret ettiği gibi ‘ahlaki bir enkaz’ ve ‘devasa suçlar’ var. Görmezden gelenler, sessiz kalanlar da bu suçun ortağı, hatta destekçisi… Sadece ‘siyasal islamcı iktidar’ değil kitleselleşen ve kültleşen bir sorun var!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin