‘Adem Yavuz Arslan’ı iade edin, adam öldürdü!’

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

Başlığa bakıp ‘şaka mı bu?’ diye sormayın.

İlk duyduğumda ben de ‘yok artık’ demiştim ama İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını görünce şaka olmadığını anladım.

Hrant Dink Cinayeti’ne dair yazdığım “Bi Ermeni Var” ve Malatya Zirve Yayınevi cinayetine dair yazdığım “Ergenekon’un Zirvesi” kitaplarımı ‘terörist faaliyet’ olarak kabul eden mahkeme ABD makamlarına Türkiye’ye iade edilmem için başvuru yapmış.

Hakim Mesut Düzgün imzalı iade talepnamesinin ‘işlediği suçlar’ bölümünde, “Kasten adam öldürme” de yazıyor.

Ben yanlış görmedim, siz de yanlış okumuyorsunuz… Meğerse Hrant Dink’i Ogün Samast vurmamış.

Cinayeti işleyen benmişim!

HAYDUT DEVLET, HUKUK BİLMEZ YARGIÇLAR

Uluslararası ilişkiler literatüründe ‘Haydut Devlet’ (Rogue State) diye bir tanım var.

‘Hukuk bilmeyen, küresel barışı tehdit edip terörizmi destekleyen, hatta bunu siyasetlerine araç yaptıkları iddia edilen devletler’ için kullanılıyor.

Yakın zamana kadar İran, Kuzey Kore ve Suriye gibi ülkeler bu kategoriye örnek gösteriliyordu.

Artık Türkiye de ‘haydut devletler’ arasında sayılıyor.

Erdoğan rejiminin Kosova’dan 5 öğretmen ile 1 doktoru MİT aracılığıyla kaçırması bu tartışmayı alevlendirdi.

Daha önce Malezya ve Pakistan gibi ‘demokrasinin eksik, yolsuz siyasilerin bol olduğu’ ülkelerde operasyon yapan Erdoğan ilk kez Avrupa’da ‘haydutluk’ yapmış oldu.

Erdoğan rejiminin istihbarat örgütleri haydutluk yapar da yargısı, polisi geri durur mu?

Son örnek benimle ilgili.

Malum olduğu üzere 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası Anayasayı askıya alan, yargıya-bürokrasiye darbe yapan Erdoğan, binlerce hakim savcıyı tutuklatıp yerlerine parti mensuplarını atadı.

Bugün itibariyle Türk hakim, savcılarının yüzde 34’ü iki yıldan az tecrübeye sahip ve yüzlercesi AKP teşkilatlarından gelme.

Erdoğan ‘hedef’ gösteriyor, savcılar ona uygun iddianameler yazıyor, mahkemeler de bu yönde kararlar alıyorlar. Gerçi iddianameleri de savcılar yazmıyor ama o mesele bu yazının konusu değil.

Perinçek’in tabiriyle ‘yargı siyasetin köpeği’ olmuş durumda.

Dink Cinayeti’nde de aynısı oldu.

Gülen Cemaatine ‘terör örgütü’ suçlaması yapabilmek için Dink cinayetinin Cemaat’le ilişkilendirilmesi gerekiyordu. ‘Talimatı’ alan savcı Gökalp Kökçü tam da bu amaca uygun bir iddianame yazdı.

Fakat savcı o kadar ‘uçmuş’ ki AKP’nin atadığı hakimler bile Kökçü’nün iddianamesini iki kez ‘yetersiz’ diyerek iade etmek zorunda kaldı.

Sonra ‘siyaset’ devreye girdi ve mahkeme boyun eğdi.

İktidar elindeki sınırsız propaganda gücü ile istediği kamuoyunu oluşturdu. Yalanlar üzerine bir dava inşa edildi.

122 sayfalık iddianame üçüncü sınıf komplo teorilerinin derlemesi şeklinde. Bu yönüyle hukuki bir metinden çok Nedim Şener’in köşe yazılarına benziyor. İddianameyi savcı değil de Nedim Şener yazsa ancak bunları yazabilirdi!

Daha önce bu köşede anlatmıştım, iddianamenin en büyük iddiası, jandarmaların cinayet esnasında orada olduğuydu.

Fakat adli tıp raporları ve HTS kayıtları gösterdi ki savcının ‘cinayet mahallinde’ dediği jandarmaların olayla ilgisi yok.

‘AKP mahkemesi’ bile jandarmaları tahliye etmek zorunda kaldı.

İKİ POLİS ÜÇ GAZETECİ

Gelinen noktada Dink Cinayeti 2 polis ile 3 gazetecinin üzerine kalmış durumda.

Jandarma yok, MİT yok, Trabzon ve İstanbul valiliği yok, Dink’i 301’den yargılayıp ‘vatan haini’ diye manşetlere taşıyanlar yok.

Veli Küçük’leri, Kemal Kerinçsiz’leri, Dink’i İstanbul Valiliği’ne çağırıp tehdit eden MİT’çi Özel Yılmaz’ları da yok sayıyor Savcı Kökçü.

Ama gazeteciler var.

Mahkeme şimdi yeni bir aşamaya geçip ‘rezaleti’ ABD’ye taşımaya karar verdi.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi geçtiğimiz 12 Şubat’ta benim hakkımda tutuklama kararıyla birlikte Türkiye’ye iade edilmem için yazı yazdı.

Mesut Düzgün imzalı iade talepnamesi, eminim günün birinde iletişim ve hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacaktır.

İade talebine Savcı Kökçü’nün iddianamesini özetleyerek başlayan hakim Düzgün’e göre benim yazdığım ‘Bi Ermeni Var’ ve ‘Ergenekon’un Zirvesi’ kitapları ‘terörist faaliyet’ kapsamındaymış.

Her şeyden önce savcı Kökçü gibi hakim Düzgün de ciddiyetsiz.

Savcı Kökçü adımı bile doğru yazamazken hakim Düzgün kitabın adını her defasında yanlış yazmayı başarmış. ‘Ergenekon’un Zirvesi’ kitabım metinlerde ‘Ergenekonun Şifresi’ diye geçiyor.

İçerik ise facia.

İade talepnamesine göre ben, Ercan Gün, Ekrem Dumanlı, Faruk Mercan ve Avukat Halil İbrahim Koca, 30 Ocak 2007’de buluşmuşuz ve Ercan Gün’e yayınlaması için Ogün Samast’ın meşhur bayraklı görüntüleri bu toplantıda verilmiş.

Kim temin etmiş, kime vermiş, nasıl vermiş? Hiçbir bilgi, detay, delil yok.

İddianamede olmadığı gibi ABD’ye yollanan metinde de delil yok. Tek delil benim Ercan Gün ile telefonla konuşmuş olmam. (Deli saçması bu ithamın basit bir açıklaması var. O tarihte ben Bugün Gazetesi Haber Müdürüydüm. Ercan Gün de Fox TV’nin emniyet muhabiri. Herkes bilir ki Ercan Gün, Türk medyasının en iyi emniyet muhabirlerinden biridir. Cinayet sonrası onu arayıp neler olduğuna dair bilgi almak için görüşmem cinayetin delili yapılmış.)

Ne Ekrem Dumanlı ile ne de Faruk Mercan ile buluştum. Telefon irtibatım da yok. Kaldı ki buluşsam da suç değil. Her ikisi de gazeteci meslektaşlarım. İddianamede adı geçen Avukat Halil İbrahim Koca’yı ise ilk kez duydum.

Bırakın yüz yüze görüşmeyi doğrudan ya da dolaylı bir temasım, tanışıklığım da yok.

Adını ilk kez iddianame ile duyduğum bu avukatın fotoğrafını Google’dan bulup baktım.

Tanışmadığım, görüşmediğimden eminim. AKP yargısı bizi nasıl bir araya getirdi aslında merak etmiyor değilim.

SANIK YAZDIĞI KİTAPLARLA…

ABD makamlarına gönderilen iade talebinde öyle bir ifade var ki yorumlamaktan aciz kaldım.

İfade aynen şöyle: “Gazeteci ve Yazar Nedim Şener tarafından Hrant Dink Cinayetiyle ilgili olarak yazılan, FETÖ silahlı terör örgütü mensubu kamu görevlilerinin cinayete katılımı ile ilgili ilk izlerin görüldüğü “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları”, “Kırmızı Cuma, Dink’in kalemini kim kırdı?” isimli kitapların yayınlanmasından sonra FETÖ silahlı terör örgütü mensubu sanık Adem Yavuz Arslan’ın FETÖ mensuplarının katılım ve organizasyonunda işlenen cinayeti, FETÖ mensuplarından uzak tutmak, perdelemek, Hrant Dink Cinayeti’nde FETÖ silahlı terör örgütü mensubu emniyet mensuplarının rolünün olmadığını kanıtlamak için “Bi Ermeni Var’ve ‘Ergenekonun Şifresi  kitaplarını örgütsel faaliyet kapsamında yazdığı, böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma, kasten adam öldürme ve Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediği…”

ABD makamları bu cümleden ne anlayacak, nasıl yorumlayacak bilmiyorum. Muhtemelen işin içinden çıkamayacaklardır.

Öncelikle hakim Düzgün’deki mantığa hayran olmamak mümkün değil. Diyor ki, ‘Nedim Şener’in kitaplarından sonra….’.

Nasıl yani?

Nedim Şener’den başkası kitap yazamaz mı? Başka gazeteciler başka detaylara ulaşamaz mı? (Kaldı ki cinayete dair bir karartma aranıyorsa bakmaları gereken yer Nedim’in kitaplarıdır) ‘Nedim Şener’den sonra kitap yazmak suçtur’ diye bir kanun maddesi mi var?

Hukuku geçtim bu nasıl bir mantıktır?

İşin daha da ilginci ne savcı ne de hakim kitaplarımı okumuş. Çünkü Bi Ermeni Var’da cinayetin öncesine ve jandarmanın aktif katılımına yoğunlaşmıştım. Ergenekon’un Zirvesi ise Malatya Zirve cinayeti ile ilgiydi.

Düşünsenize, yazarına iki müebbet ve 25 yıl hapis istediğiniz kitapları açıp okumaya bile zahmet etmeyen bir ‘AKP yargısı’ var karşımızda.

Dahası, savcının ‘cinayette aktif katılımları vardı’ dediği Trabzon’daki bazı jandarmaları 7 yıl önce kitabımda isim isim yazmıştım.

Şimdi o jandarmalarla birlikte sanığım. Kimse, ‘Burada bir mantıksızlık yok mu?’ diye sormuyor.

SUÇLAMA SİYASİ DEĞİLMİŞ.

Mahkemenin ABD’ye yolladığı iade talebinde hakim Düzgün yargılandığım suçun ‘siyasi, askeri veya mali’ olmadığını söylüyor.

Oysa, üç cümle öncesinde ‘Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs’ diyordu.

Bunu da kitap yazarak yaptığımı söylüyordu.

Eminim ABD’li hukukçular günlerce bu metin üzerine düşünüp bunalıma girecektir.

En enteresan ‘suçlama’ ise şöyle:

“Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu beraberinde başka suç işleme” diye bir madde var.

Fakat o suçun ne olduğuna dair bir bilgi, açıklama ya da delil yok.

Uzman bir ceza hukukçusuna sordum o da anlayamadı. TCK’da böyle bir suç  tanımı yok çünkü.

Güler misin ağlar mısın denebilecek bir diğer konu ise kırmızı bülten meselesi. Mahkeme benim için önce kırmızı bülten çıkarma kararı almış.

Oysaki adresim belli. Hem yurt dışı seçmen kütüğünde hem Washington Büyükelçiliği’nde var.

Telefonlarım da. Üstelik başka bir mahkemeden bana resmi evrak da geldi. Yani sistem işliyor.

Sonra nasıl olduysa ‘yeri yurdu belli, vizesi ve çalışma izni olan birine’ kırmızı bülten çıkarılamayacağını fark edip kırmızı bülteni ‘Türkiye’ye iade’ talebine çevirmişler.

ABD’ye yollanan metinde ‘firari’ deniyor.

Halbuki benim Washington’a atanmam 2014 Mayıs’ta oldu. Tüm resmi dokümanlarım ABD makamlarında mevcut. ABD’de akredite basın kartım var. Hatta yakın zamanda yeniledim.

Hakkımdaki dava ben Washington’a atandıktan neredeyse 3 yıl sonra açıldı.

Yani teknik olarak ‘firari’ olamam.

Mahkemenin yapması gereken şey resmi yollardan ifademin alınmasını talep etmekti

4 sayfalık metinde o kadar çok hukuki hata var ki, neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

TALEP MÜEBBET FAKAT DELİL YOK

Mesela ‘olgular’ kısmında kasten adam öldürmeye dair bir veri yok. ‘Suçun maddi ve manevi unsurları’ ortada yok.

‘Adam öldürme’ suçunun neresinde olduğum, ilgim ne belli değil.

Anayasal düzeni değiştirme ve terör örgütü üyesi olmaya dair de bir delil, bulgu vs. yok. Hakim ağırlaştırılmış müebbet istenen bu suçlara dair tek bir delil, bulgu vs. göstermiyor.

Belgeyi uzman bir hukukçuya yorumlattım.

‘Hukuken rezil bir metin’ dedikten sonra, ‘Bu kararla bırakın ABD’den bir gazeteci talep etmeyi, normal şartlarda Türkiye’de gözaltı bile yapamazsınız’ dedi.

Bu iade talebini alan ABD makamları Türkiye’de yargının ne halde olduğunu daha yakından görmüş olacaklar. Hep diyorum, Türkiye’nin itibarını beş paralık etme konusunda kimse AKP’nin eline su bile dökemez.

Son bir not: Savcı Gökalp Kökçü adımı, hakim Mesut Düzgün de kitabımın adını doğru yazmayı öğrensin lütfen.

Hukuka saygınız yok, haddinizi de bilmiyorsunuz bari okuma yazma bildiğinizi gösterin!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Sayın Aslan,
    Diğer yazarlara da yorum olarak aynı şeyleri yazdım. Siz ve diğer yazabilen kişilere büyük görev düşüyor. Maalesef Batı ülkelerinde Yeni Türkiye ve onun Böyyük Liderini hakkıyla anlatan kitap vs. yazılmadı. Hizmetle ilgili de pek birşey yazılmadı. Gazeteci gözüyle Tayyip Erdoğan’ın hayatı yazılmalı değil mi?
    Hatta ilginçtir Zaman Gazetesi Türkiye’nin en büyük gazetesi iken de yazarları pek kitap yazmadılar. Mesela bir zaman Mehmet Ali Birand yazdığı kitaplarla Türkiye’de gündem olmuştu. Şu anda özgür olan ve yazı yazabilen kişiler Allah rızası için hızla Yeni Türkiye ve Erdoğan gerçeklerini yazmalıdırlar. Bu kitaplar eş zamanlı büyük Batı dillerinde (İngilizce, Fransızca, Almanca ve mümkünse diğer dillerde) basılmalıdır ve konuşulmalıdır. Burada soruyorum; İngilizce olarak Yeni Türkiye gerçekliğini anlatan kaç kitap var? Yada Almanca? Eminim ki Batı kamuoyları bu konudaki bilgi açlığı ile yazılacak böylesi kitapları okur, tartışır ve dikkate alır. Trump için yazılan tek kitap Amerika’yı ve hatta dünyayı salladı. Sahi merak ediyorum yazmak için ne bekliyor gazetecilerimiz?
    Saygılarımla,

  2. Rogue state, en tepedekisiyle beraber, kafayi yedi artik bayagidir cinnet geciriyor. TR’deki zulumleri yapanlar, en bastakisiyle beraber, ve onlara oy veren ve destekleyen milyonlar, hayati alt ust olan ve zulumden kacmaya calisirken olen onca coluk cocuk ve bebeklerin, yetim kalanlarin, kadinlarin, erkeklerin, yaslilarin, haklarini odeyemezler. Yerin dibine batsin baszalim, zalimcikleri ve onlarin halen destekcileri olan halk kesimi. Batiyor ve batacak da zaten,

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin