Acılar, mağduriyetler çocuklarda kimlik bunalımına neden olmasın!

Yorum | Mahmut Akpınar

Çocuklarımla konuşurken Erdoğan’a, AKP’ye muhalefet edeceğiz, mağduriyetimizi dile getireceğiz derken batıyı ve batı değerlerini fazlaca idealize edip, ülkemizi ve insanımızı ölçüsüz eleştirdiğimizi farkettim. Yaşanan acılar, sıkıntılar ve buna karşı çıkmasını beklediklerimizin suskunluğu bizde maksadı aşan tepkilere, duygusal tavırlara neden olabiliyor. Zorunlu göçe maruz kalanlar olarak Türkiye’de yaşanan zulümlerle, insanlık dışı tavırlarla ve suskunluklarla batıdaki uygulamaları, insanların ilgili ve merhametli yaklaşımını sıkça karşılaştırıyoruz. “Müslüman” dediklerimiz zulme seyirci hatta destekçi iken “gavur” denilenlerin ilkeli, duyarlı tavrı “bunlar nasıl Müslüman?” “bunlar nasıl gavur?” sorusunu akla getiriyor. Müslümanın da önce insan olması, Allah’ın yarattığı eşrefi mahlukat özelliklerini üzerinde taşıması gerektiğini unutuyoruz. Yaşadığımız sıkıntıların etkisiyle mevcut Müslümanlar  üzerinden Müslümanlara güveni sarsacak; batıda yaşayanların insanlığı üzerinden de onların din, inanç ve kültürünü yücelten, öne çıkaran konuşmalar yapabiliyoruz. “Su-i misal misal olmaz” kaidesine aykırı şekilde yanlış karşılaştırmalarla hem kendimizin hem de çevremizin inanç, kültür ve değerlerimiz hakkında sarsılma yaşamasına, güven bunalımına girmesine neden olabiliyoruz.

İslam dünyasının 6-7 asırdır hem dünyadan hem de kendi değerlerinden, dinamiklerinden uzak ve ciddi bir bunalım içinde. Batı medeniyeti ise skolastik inançlardan kurtulup seküler, liberal, insani değerler üzerinden yaşanabilir ve büyük oranda kabul edilebilir bir düzen kurdu ve bunu devam ettirecek dinamikler tesis etti. Böylesi kriz dönemlerinde ve ağır zulme, baskıya maruz kalarak ülkesini terk edip batıya göçmek zorunda kalan insanlarda iki dünya arasındaki fark çok açık ve net görünür hale geliyor. Seküler, Allah’a, ahirete inancı olmayan insanlar alabildiğine sorumlu, merhametli, yardımsever, ilgili davranırken; kul hakkı, hesap, mahşer, adalet, zulüm gibi kavramlarla ilgili sürekli dini telkine muhatap Müslümanlar taş kesilince olayları izahta zorlanıyoruz. Ortaya çıkan tablo bazılarının batıya ve batılılara hayranlığına sebep olurken, bazılarında kendi din ve inanç sisteminden şüphe duymaya, uzaklaşmaya, sorgulamalara neden olabiliyor.

“Nerde yanlış yapılıyor? Neden onlar öyle, biz böyleyiz?” gibi sorgulamaları yanlıştan dönme ve hakikati bulma adına doğru ve gerekli görüyorum. İmanı tahkiki dediğimiz en makbul iman türü de böylesine derinlemesine sorgulamalar ve muhasebe sonucu kazanalabiliyor zaten. Ancak içinde bulunduğumuz zorluklar, yaşadıklarımız, maruz kaldıklarımız, kendi insanımızın vefasızlığı, buralarda gördüğümüz iyi muamele nedeniyle kantarın topuzunu kaçırma ve savrulmalar yaşama ihtimalimiz var. Zira öfkeyle, nefretle, duygusallıkla verilen kararlarda isabet olmaz. İfrat tefrit arası gelgitler yaşarız ve aklı selimle, makuliyetle düşünme, karar verme yetimizi yitirebiliriz. O nedenle hem kendimizin, hem de çevremizin, ama özellikle gelişme, yetişme çağında olan çocuklarımızın ruh sağlığını, sağlıklı düşünme ve karar verme kabiliyetini koruyabilmek için mevcut olağanüstü şartların verileriyle düşünüp ani ve tepkisel kararlar vermekten, kanaatler oluşturmaktan kaçınmalıyız. Kaldı ki bir süre yaşadıktan sonra idealize edilen batının ve batılıların da çok farklı ve başka başka problemlerinin olduğunu görüyoruz. Onların da başka defolarının, arızalarının olduğunu fark ediyoruz.

Yaşadığımız süreç bizi ne Müslümanlar ne de batılılar hakkında genellemeci, şablonik ön kabuller edinmeye sevketmemeli. “Hikmet Müslümanın yitiğidir” Hadisi Şerifi gereği elbette buralarda var olan güzel şeyleri takdir edecek, alacak ve kendimize mal edeceğiz. Ama bu bizde ve çocuklarımızda İslam’dan, kendi değerlerimizden soğumaya, kopmaya neden olmamalı. Müslümanlığa mal edilen yanlışları, Müslümanlarda var olan ve tasvip edilmez tavırları, tutumları reddetmekle birlikte pekala kendi değerlerimizi koruyarak ama batıdan bazı güzellikleri alarak kendimizi revize edebiliriz.

Yaşadığımız ağır süreç, yoğun duygusallık ve bunun neden olduğu ölçüsüz tepkiler özellikle zihin dünyası, ahlakı, inançları yeni yeni şekillenen 18 yaş altı çocukları çok etkiliyor. Bizler bir taraftan bu çocukları Müslüman ahlakıyla yetiştirmeye ve batının bazı olumsuzluklarından uzak tutmaya çalışırken, öte yandan -farkında olmadan- her olay/haber, İslam ülkelerindeki kötü uygulamalar üzerinden örtülü şekilde Müslümanları ve İslam’ı kötülüyoruz. Her vesile ile batılıların dürüstlüğünden, yardımseverliğinden, batı sisteminin işleyişinden vs bahsederken Müslümanların  olumsuzluklarını öne çıkarmamız körpe zihinlerde bir yandan batı hayranlığını besliyor, öte yandan Müslümanlara yönelik olumsuz düşünceleri yeşertiyor. Bizim gayrı ihtiyari ve itinasız söylediğimiz sözler, tavırlarımız, tutumlarımız çocukların datalarına akıyor ve çocuklar İslam, Batı, Hristiyan, Müslüman kavramlarını o datalara göre şekillendiriyor. Kavramların içini bizden aldığı bilgiler, veriler, davranışlarla dolduruyorlar. Bu noktada hepimizin: “yaşadıklarımla ve anlattıklarımla, verdiğim örneklerle çocuğuma nasıl bir Müslüman profili çiziyorum?” diye düşünmesi ve çocuğunun zihin dünyasını nasıl etkilediğini sorgulaması lazım.

Özellikle vatanından göç etmek zorunda kalan, hayatı sıfırlanmış ailelerin çocuklarında “Müslüman” kimliğinin ve “İslami” bazı kavramların zulümlerde kullanmasından dolayı zaten mevcut Müslümanlara tepki var. Zira çocuklar hayatlarını onların çaldığını, aileyi onların parçaladığını, geleceğini onların kararttığını, anne veya babasını, yakınını onların hapsettiğini düşünüyor. Olayların oluşturduğu negatif “dindar” “Müslüman” “İslamcı” tablosuna bizim her vesileyle söylediğimiz olumsuzlukları da eklerseniz bu çocuklarda din, İslam, Müslümanlık namına olumlu bir şey kalmayacaktır. İslam adına anlatılanlar çocuğun gördükleriyle tezat teşkil ettiğinden inandırıcı gelmeyecek ve tesir etmeyecektir. Böyle bunalımlar, tereddütler içinde olan gençler kolaylıkla deizmden ateizme farklı felsefi akımların etkisine kapılabilecek ve savrulacaklardır. Eğer bu çocuklar batı eğitim sisteminin içinde yetişiyorsa İslamla, kültürümüzle ilgili değerleri-ilkeleri korumak ve sürdürmek çok daha imkansız hale gelecektir. Bizim duygusal ve tepkisel girdilerimizle batıda çevreden aldıkları olumsuz düşünceler birleşince İslamla ilgili menfi sorgulamaları derinleşecektir.

Eğitimli, kültürlü de olsa anne-babanın söyledikleri, telkinler çocuğun çevrede gördükleriyle, okulda öğrendikleriyle örtüşmeyeceği için daha güçlü ve tutarlı olan fikir çocukların zihin dünyasına hakim olacak ve en iyi ihtimalle çocuklar kimlik bunalımları, düşünce karışıklıkları yaşayacaklardır. Buna bir Ortadoğu ülkesinden gelmiş olmanın, batıda Müslüman olarak yaşamanın, İslamafobik eğilimlerin etkisini eklediğimizde zihni bulanıklığın hayranlığa, hatta komplekse dönüşmesi mümkündür.

Özellikle batıya zorunlu hicret etmiş olan aileler çocuklarıyla muhatap olurken kanaatimce:

  • Ülkemizdeki olumsuzluklara odaklanmak yerine ülkemizin ve insanımızın, medeniyetimizin güzelliklerinden de bahsetmeliyiz. Münhasıran ideal Müslümanlardan, gerçek örnek hayatlardan, sahabeden bahsetmeliyiz ki mevcut Müslümanlardan doğan olumsuzlukları izale edebilsin. Batının güzelliklerini, faziletlerini takdir etmekle birlikte, kendi inanç ve kültürümüzün güzelliklerini de anlatmalı ve aktarmalıyız.
  • Çocukların sorduğu soruları ve sorgulamaları kafadan reddetmek, bastırmak yerine onlara ikna edici, makul izahlar getirmeliyiz. Çocuklarımızı zihnen beslemezsek bizi büyük sıkıntılar bekliyor. Genelde çocuklar anne babayı öğretmen, rehber olarak görmüyor, ebeveyn-çocuk ilişkisi öne çıkıyor. Bu nedenle evde örnek olma, hal ile etkileme olmalı, ama çocuklarımızı mutlaka ehil rehberlere, abilere-ablalara emanet etmeliyiz. Özellikle temel İslami itikadi, konularda kafa kalp tatminini sağlayacak  şekilde beslenmelerini sağlamalıyız.
  • Batıda yaşayan ailelerin çocukları için rehberlik bu çocukların okulda çevrede karşılaşabilecekleri olumsuzluklar dikkate alınarak hazırlanmalı, konular ona göre seçilmeli ve “medenilere galebe ikna iledir, icbar ile değildir” yolu tercih edilmelidir. İcbar, ilzam, baskı ile verilen eğitim, rehberlik kopuşlarla, keskin kırılmalarla sonuçlanabilir.
  • Batıda insan hakları ve demokratik değerler, birey ve hakları bütün eğitim sisteminin temeli. Bu değerler bazı ekstrem durumlar hariç çok büyük oranda İslam’la ve Kur’an’ın emirleriyle, Asrı Saadet uygulamalarıyla örtüşüyor. Çocuklarımıza İslam’ın gelenek ve görenek tarafından öte temel ilkelerini, esaslarını öğretmeli, Kur’ana, Hz Peygamberin hayatına dayalı bir İslam öğretmeliyiz. Vereceğimiz bilgiler ve eğitimle çocuklar Müslümanların Müslümanlıkla örtüşmeyen yanlarını görebilmeli ve bir yıkıma, inkısara maruz kalmamalılar. İdeal Müslümanlık ile mevcut Müslümanlar arasındaki farkı görebilmeliler.
  • Rehberlikte batıda yetişmiş ama İslami bilen ve yaşayan abi/abla modeli çok önemli diye düşünüyorum.  Sadece Türkiye kafasıyla bu çocuklara model olmak ve ikna etmek mümkün görünmüyor. Ne edip yapıp bu modelin geliştirilmesi, desteklenmesi lazım. Bu sebeple rehberlerin batı düşüncesinden ve bunlara verilebilecek cevaplardan haberdar olması, fikri/zihni derinliğe sahip olması önemli. Buna matuf hem İslam’ı, hem batıyı bilen hocalarımız rehber kitaplar, broşürler hazırlayabilirler. Bunu başarabilen başka Müslüman toplumlar varsa örnek alabiliriz

Batıda yaşayan zorunlu olarak buralara göçen aileler olarak duygusal ve tepkisel davranmayı bırakıp akılcı ve kalıcı çözümler geliştirmeli, çocuklarımızın asimile olmadan entegre olabileceği modeller üzerine kafa yormalıyız. Geçici modundan, geri dönme beklentisinden kurtulup gerçeklerle yüzleşmeli ve hem kendimiz hem çocuklarımız için kalıcı tedbirler, çözümler geliştirmeliyiz.
Eğer tedbir almaz ve bir süre daha geç kalırsak Allah korusun yeni kayıp nesiller çıkabilir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Zaten ne Bediuzzaman hazretleri ne de Hocaefendi müslüman kimliğine toz konduruyor. Hep makul ölçülerle kendi değerlerimiz yüceltiliyor.

    Bunu bir yere koymamız lazım.

    Severken aşırılığımiz, öfkede de karşımıza çıkıyor.

    Tutarlı olmak zorundayız. Bir şey biz kızdığımiz için kötü olmak zorunda değil.

    Ölçü biz olamayız.

    İzah edilebilir ve temellendirilebilir düşünceler içinde olmak gerekiyor.

    Önerim: Geçmişteki kampları günümüz şartlarına uyarlayıp mutlaka yapmalıyız.

    Çocuklarımız ve kendimiz.

    Bunun için de para ayırmak birinci öncelik.

  2. Merhaba Mahmut Bey,
    Böyle önemli bir konuda yazı kaleme aldığınız için teşekkürler.
    Keşke Batı’da yaşamış veya bu süreçte Batı’ya çıkmış eğitimci,sporcu,sanatçı,sosyolog,psikolog,pedagog,ilahiyatçı vb meslekten insanlar birikim,tecrübe ve öngörülerini somut,ortak bi çalışmaya dönüştürebilse.ailelerin fikirleri alınsa.bunlar konuşuluyor,yazılıyor ve fakat herkes kendi küçük dünyasında bu sorunlarla basa etmeye çalışıyor.zaman hızla akıyor,çocuklar büyüyor.bir şeyler yapmalı,yapılmalı.

  3. İyi günler hocam.Ben yazınızı okudum.Tam da şu sıralar düşündüğüm şeyleri yazmşsnz.Ben Almanyaya 1 sene önce iltica ettim.Türkiyede 6 sene rehberlik hzmti yapmştm.Şu an Türkiyeden gelen ailelerin çocklaryla ilgileniyorum.Ve bunu tamamen gönüllü olarak yapıyoru m.Hatta buradaki ilgili abla benim rehberlk yapmamı istemedi.’Siz yeni gelenler burayı Türkiyeleştrmye çlşyrsnz’dedi.Hizmet sizden böyle birşey istemiyor dedi.Ama ben ilglndğm çockları çok sevdim ve onlarla her hafta etknlk yapıyorum.Ama ben batı kültüründe yetşmedm.Hatta çok tutucu bir ailede yetştm.Onlarla nasl ilgilenmeliyim tam olarak bilmyrm.Keşke dedğnz gibi batı kültüründe yetşmş ablalar olsa ama bence çok zor.
    Ben kendimi sorumlu ama bu konuda da yetersiz buluyorum.Onlara ne verebilirim?Haftada 1 gün risale dersi yapmak ya da sahabe hayatı anlatmak yeterli mi ?
    Teşekkürler

  4. Sevgili Mahmut Akpınar,
    umarım bu yorumları da okuyorsunuzdur. Ne yazık ki size katılamayacağım. Nedeni ni ise sizin kadar edebi olmasa da açıklamaya çalışacağım.
    Ben ve eşim Ağustos ayında tutuklanarak cezaevine konulduk. Karı koca üniversitede Profesör olarak çalışıyorduk ve yaklaşık bir yıl sonra ise ilk mahkemede salıverildik (salıverildik diyorum, nasıl bir şekilde alındı isek dahlimiz olmadan da salıverildik). İki çocuğumuz ile birlikte stresli bir şekilde yaklaşık 10 saat yürüyerek Yunanistan’a geçerek özgürlüğümüze kavuştuk. Acılar herkesin farklı ama acı çektiren ise aynı. Acı çektiren ne yazık ki Necip Türk Milleti.

    Ben ve eşim ” atlastan cepkenli yiğit akıncı! dönmedin geriye bunca yıl oldu. gözlerim yollarda ruhumda sancı, elimde güllerim buruşup soldu……” şiirinin 1990 lı yıllarda çocukların dilinden dinleyerek büyüdük. Bizim için dünyaya mutluluk getirecek Necip Türk Milleti vardı. Biz ise bu Necip Türk Milletinin gerçek karakterini dünyaya yayacak olan sevdalılardık. Ne zaman kadar …..

    15 Temmuzda önce işimizden sonra özgürlüğümüzden olana kadar. Evet görünürde bize zulmü yapan Erdoğan ve derin devlet olduğu kesin ama onlar Türk milleti değil. Türk Milleti beni çocukluğumdan beri tanıyan kuzenim. Üniversite sınavına hazırlanırken bizim evimizde kalan ve eşimi 15 Temmuzdan sonra şikayet eden. Türk Milleti doktora öğrencim, doktorasını bitiremeyeck ike sırtını sıvazlayım hadi dediğim. Türk Milleti 100’e yakın kuzenim (bunlardan sadece bir tanesi çocuklarımın halını harını sorum onlara harçlık verdi, o da gavurlaşanlardan). Necip Türk Milletinin gerisini ne mi yaptı, anne baba hapiste iken benim çocuklarıma terörist dedi, bu Türk Milleti öğretmendi, okulda müdür, kantinde satıcı, serviste servis şöförü. 12 ay boyunca cezaevinde bizleri birbirimizle görüştürmeyen hapishane müdürü idi Necip Türk Milleti. Necip Türk Milleti ilk mahkemede isimsiz ihbar mektubunu okuyan savcıydı, bir profesör karı kocaya neden 48 defa yurt dışına çıktınız diyen Hakim’di Türk Milleti. Türk Milleti 12 ay sonra eşim ile mahkemede karşılaştığımda kendisine sarılmama izin vermeyen Jandarma. Tutuklandığımız gün evimize gelip eşimin iç çamaşırlarına kadar karıştıran erkek polis memuru idi Türk Milleti. Türk Milleti cezaevinden çıkınca yıllarca kendisine iş yaptığım fabrikatördü, benim sayemde fabrikasına kurulan sistemden milyonlarca lira kazanan kişi idi Türk Milleti. Cezaevinden çıkıpta iş aradığımı söylediğimde teröriste iş yok burda diyen di Türk Milleti. Türk Milleti amcamdı, dayımdı, halamdı, kuzenlerimdi, bireyi olmasa tutuklamalılardı diyen. Sonra tutuklanınca kendilerini yağ gibi yukarı çıkarmak için ihbar mektubu üstüne ihbar mektubu yazan kuzenlerim di Türk Milleti.

    Türk Mileti çocuklarımla evimde kalan anne ve babamı köşelerde sıkıştıran apartman sakinleri idi. Ya da eşimin babası vefat ettiğinde bize mezarlığa izin vermeyen Cezaevi savcısıydı Türk Milleti. Türk Milleti’ni daha sayayım mı bence gerek yok mahmut Bey. Ne yazık ki Türk Milleti ne Necip bir millet ne de beklenen bir Millet. Türk Milleti sadece ve sadece güçlüden yana olan bir Millet. Bu hep böyleydi, Fatih kardeşini öldürdüğünde bir tanesi çıkıp kardeş öldürülür mü diyemeyen Milletti Türk Milleti.

    Peki bizim gavur dediklerimiz ne yaptı dersiniz. İki arkadaşımız var bir tanesi Hawai de bir tanesi de ABD’de ailece 10 yıldır görüştüğümüz her ikisinin de 5 çocuğu olan bir aile. 15 temmuzdan sonra sürekli bizi arayarak nasıl olduğumuzu soran ve tutuklandığımızı duyunca da her ay düzenli olarak ta ABD’den bir hediye kargosunun içindeki çorabın içerisine 500 dolar gönderen gavurlardı biliyor musunuz. Ne zorları vardı da kendi güvenliklerini bile hiçe sayarak çorabın içine 500 dolar koydular. Ne beklentileri vardı, benim onlar gibi Hıristiyan mı olmamı bekliyorlardı, ya da benim onlara casusluk yapmamı mı bekliyordu. Ekonomist ve Göz doktoru olan arkadaşlarımız.

    Gavur kim biliyor musunuz, 10 saat yürüyüp te bir Yunan karakoluna sığındığınız da çocuklarınıza çikolata getiren Yunan Polisi. Oradan havalimanında deneme yaptığınızda bir daha ki sefere merak etmeyin diyen Yunan Polisi. Gavur kim biliyormuşsunuz, Gavur size göğsünü açan ve ne ihtiyacınız var diyen

    Gelelim sevdiğim ve yollarına kurban olduğum iki zaatın (birisi hayatta ki Rabbim benim ömrümden ona ömür versin. Diğeri de çiçekler ile mezarına gideceğimiz günü beklediğimiz yiğitler), bu Millete Necip Millet dediğine. Ne yazık ki İslam dünyası o kadar kötü durumda ki belki bu sizin Necip dediğiniz millet bu dünyaya bir şeyler katar diye, onlar bu milletin Necip olmadığını o kadar iyi biliyorlardı ki belki 40 defa Necip dersek Necip olur diyerek söyledikleri bir söz.
    Birisine 40 defa Necip dersen belki Necip olur ama ne yazık kı bu millet 15 temmuz sonrasında aslına dönmüştür. Ve Rabbim unutun artık Türk Milletini diyor, siz Dünya Milleti olun diyor Mahmut Bey ve ben çocuklarıma D
    nya Milletindensiniz diyorum. Bizim literatürümüzde artık Türk Milleti diye bir şey yok. Bana göre Allah bunu murad ediyor, belki ilerde Emeviler, Abasiler gibi milletçilik ile yozlaşmayalım diye. Şunu da bilin bu dava daha bitmedi bu dava dünyaya yayıldı kendisini Dünya Milletinin bir ferdi gören bizler tarafından.

    Kusura bakmayın bir çok yazım yanlışı olabilir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin