Yüzde elli bir

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Adil, özgür ve demokratik bir ülke olsun, ama bunlar, şunlar ve onlara bu ülkede yer yok. KHK’lıların suça bulaşmamışları, ceza almamışları, haklarında soruşturma olmayanları görevlerine geri dönsün. Mahkemeler bağımsız değil, yargı ve yargıç bağımsızlığı olsun, fakat ah bir de “FETÖ’cü” hâkimler olmasa. Tüm partilerle ortak olabiliriz, beraber çalışabiliriz, güç birliği ve işbirliği yapabiliriz, ama HDP’yle olmaz. Gazetecilere özgürlük, tüm gazeteciler hapisten çıkmalıdır, ama filancalar ve falancalar değil, çünkü onlar gazetecilikten içerde değiller. 

Yeter mi, devam edeyim mi? 

Size de gına gelmedi mi artık bu sirkten? Siz de sıkılmadınız mı, bunalmadınız mı, sizin de mideniz bulanmıyor mu artık bu şark panayırından? 

Demokratmış gibi gözükenler, demokrat olmadıkları belli ve tescilli olanlardan çok daha tehlikeli. Karşımızda olanları biliyoruz. Ya aramızda gibi gözüküp arkadan vuranları? 

Kimi Kemalofaşist, kimi Avrasyacı, kimi eski tüfek solcu, şimdinin Türk-üstünlükçü ırkçısı, kimi Kürt düşmanı, kimi kafasını Ermenilerle, Rumlarla, Yahudilerle bozmuş, kimi tescilli anti-Semitist, kimi kadın düşmanı, kiminin LGBTQ alerjisi var ve adamlar resmen bildiğin faşist. Ama sorsan hepsi de demokrasi istiyor, hepsi de herkesin düşüncesine ve yaşam biçimine saygılı, hiçbiri ırkçı değil, hiçbiri aşırı uç değil, hiçbiri fanatik değil, hiçbiri Türk Nazi’si değil! Kendilerine demokrasi ve hak isteyen, ama ötekileştirdiklerine bunları çok gören geniş bir kitle var ülkede. Azımsanmayacak orandalar toplumda. Açıkça yazayım, çoğunluktalar. Hem de az buz bir farkla değil. 

Bunlar her tür partide mevcuttur. 

Ne CHP, ne İYİP, ne Deva ne hava-civa. Tüm muhalefette mebzul miktarda faşizm ve faşist var. 

Türkiye dışında bazı siyasal tabu meseleler vardır. Nefret suçları gibi! Temel insan hakları gibi! Temel özgürlükler gibi! Cinsiyetler arası eşitlik gibi! Etnik ve ırkçı ayrımcılığa karşı olmak gibi! Bu değerler ve bunun yansıması olan siyasal filtre maalesef Türkiye’de mevcut değil. Dediğim gibi, partiler üstü denilebilecek bir yaygınlıkta, geniş bir hareket serbestisi söz konusu, her türlü patolojik siyasal fikre. 

Eleştirel kuram düşünürleri olan Max Horkheimer, Theodor Adorno, Herbert Marcuse, Erich Fromm gibi Alman düşünürler, 1930’larda başlattıkları çalışmaları, Nazilerden kaçarak sığındıkları ABD’de 1950’lere kadar geliştirdiler. Vardıkları temel sonuçlardan biri, ilericiliğin nesnel bir tanımıydı. Buna göre insanları özgürleştiren her şey ilericiliktir. Başkalarının özgürlük alanlarını kısıtlamadığımız ve engellemediğimiz takdirde, her şeyi yapmakta özgürüz. Bu emansipasyoncu (özgürleştirici) tanım, Türkiye’de uygulanırsa, neredeyse hiçbir ilerici kalmaz etrafta. Evet, Türkiye’de aydınların çoğu salt kendilerine ve kendileri gibi olanlara özgürlük ister. Kendilerinden farklı gruplara ve üyelerineyse özgürlükleri çok görür. Fakat özgürlük ya herkese sunulabilir, ya da kimse özgür olamaz. Son 250 yıllık modernleşme ve medenileşme macerasında Türkiye’nin duvara toslamasının en başta gelen nedenlerinden birisi budur. 

Özgürlükleri talep ederken başkalarına bu özgürlükleri çok görmek tüm özgürlükleri bitiren ve otoriterliğe/totaliterliğe götüren bir süreci başlatır. 

Türkiye hiçbir zaman tam özgür bir ülke olamadı. Bunun nedeni, herkese özgürlük getiren bir siyasal sistemin asla kurulamamış olmasıdır. Özgürlükleri başkalarına istisnalar getirerek sağlamaya çalışırsanız ancak havanda su dövmüş olursunuz. Başta kendi özgürlükleriniz olmak üzere, zamanla tüm özgürlükler solar ve kurur. Başkalarına özgürlük vermeyeceğim diye yola çıkar, sonra da kendi özgürlüğünüzün de yitip gittiği bir ülkede bulursunuz kendinizi. 

Türkiye’de herkes demokrasi kurmak istiyor. Neden? 

Çünkü kendilerini iktidara taşımak istiyorlar. 

Güzel, bunun yanlış bir tarafı yoktur. 

Fakat demokrasi, ancak özgürlüklerin yeşerdiği ve kök saldığı bir toplumda işleyebilir. Özgürlükler olmadan yapılan seçimler, sadece prosedüreldir. Dahası, özgürlüklerin hukuk sistemiyle güvence altına alınması ve bunun uygulamaya yansıması gerekiyor. Özgürlükleri garanti altına alan yegâne sistem hukuk devletidir. Hukuk devleti, hukuk kurallarının herkese eşit uygulandığı bir sistemdir. Hukuk kurallarının da gelişigüzel kurallar olması yetmez. Özgürlüklerin garanti altına alındığı, özgürlüklerin yasaların ruhunu oluşturduğu kanunlar yapmak ve uygulamak lazımdır. Bunların çatısınıysa özgürlükleri geri götürmeyecek bir kırmızı çizgi çizen anayasa oluşturur. Bu anayasa, devletin de mimarisidir. Anayasal devlet mimarisi olmadan demokrasi işlemez. 

Demokrasinin kuru kuruya bir seçimsel prosedürden ibaret olmadığının altını çizmiştim. 

Bu, Türkiye’de demokrasi konusunda en az anlaşılmış konulardan biridir. Hukuk devleti olmadan demokrasi de olamaz. Minimalist demokrasi tanımları, adil ve özgür seçimleri demokrasi kıstası olarak yeterli görme eğilimindedir. Oysa birçok ülkede kısmen çok partili seçimler yapılsa da bu ülkeler demokratik değildir. Rusya veya İran gibi ülkelerde de seçimler yapılıyor. Fakat bu ülkelerin demokrasiyle alakası yok. 

O halde nasıl bir demokrasi tanımı yapılacak?

Demokrasinin maksimalist bir tanımı yapılmalı. 

Bu tanımın ilk maddesi – biliyorum sizi hayal kırıklığına uğratacak ama – seçimler değildir. İlk madde hukuk devleti olacak! Hukukun oturmadığı ve temel insan hak ve özgürlüklerine dayanmadığı hiçbir seçimsel prosedür demokrasi olamaz. Güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, temele evrensel hukuk ilkelerinin yerli yerinde olması gerekir. Bunlar arasında mesela masumiyet karinesi, mesela suçun bireyselliği ilkesi, mesela yasalara dayanmayan ceza olmayacağı ilkesi gibi ilkeler, en başta gelenleridir. Diğer bir önemli ölçüt, basın ve medya özgürlüğüdür. Düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğü, medya özgürlüğü ile beraber çok merkezidir. Bunun yanında din özgürlüğü vardır. Din özgürlüğü inanç ve inanmama özgürlüğünü içerir. Ötesinde, bu devlet mimarisi mutlaka seküler bir devleti öngörür. Seküler olmayan bir devlet, farklı inançtan olanlara adil olamaz. Bunları çoğaltmak ve sayfalarca kriter yazmak olanaklı. 

Türkiye’de demokrasi tartışılırken bunlar unutuluyor. 

Ben bunları hatırlatmanın zamanı olmadığını biliyorum. Çünkü okurların bir kısmı demokrasinin gerekli olup olmadığından bile emin değiller! Ama sorsan, hepsi de adalet istiyor. Kendilerine ve yakınlarına yapılan zulümden dolayı ağlıyor. 

O halde bunları neden yazıyorum? Bencilce bir nedenden: Tarihe not düşüyorum. 

Günün birinde birileri bu günlerin tarihini araştırırken, bak birisi 2023’te bunları yazmış, ama kimse bu adamı dinlememiş desin diye. Peki bunun kendini tatminden başka faydası nedir? Şudur: Bundan yüzlerce yıl önce başka toplumlarda da sosyal bilimciler, düşünürler, felsefeciler, yazarlar bu tip makaleler yazdılar, ama toplumlarının çoğu onlara burun kıvırdı. Oysa sonrasında bu insanların düşünceleri yayıldı, birçok insanı etkiledi, dönüşümlere ve değişimlere neden oldu. Yani fikirlerini yaz, denize at! 

Seçimlere girilecek. Demokrasi tartışılıyor. Daha doğrusu seçimsel prosedür. Herkesi bir kaygıdır aldı. Evet, matematiksel olarak kazanılacak bu seçimler. Ama ya masa başı? Masa başında seçimleri çalmaya kalkacak diktatör ve rejimi nasıl engellenecek? Evet, konunun önemini kavramaya yakınsınız şu an. Lütfen düşünmeye devam edin. Pes etmeyin! Efendim? Hukuk mu? Kurumsallaşma mı? Yetkileri sınırlandırılmış iktidar mı? Şimdi aynı dili konuşuyoruz işte! 

Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. 

Türkiye’de yapılması gerekenler gayet de ortada, gayet de açık ve bellidir. 

Soru ya da sorun şudur: İnsanlar yapılması gerekenleri yapacak mı? 

Hukuk devleti ve demokrasi dışında insanı insan gibi yaşatacak, hakkınızı ve hukukunuzu koruyacak başka bir siyasal sistem yok. Bunu yüzde elli birin anlaması çok önemlidir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. YAZMALISINIZ……

    Bakın ben bir Kürdüm.
    Bu yüzden 28 Şubat da adeta gırtlağımdan tutup beni havaya kaldırdılar, nefessiz bırakıp öylece bıraktılar.. Üç yıl depresyon içinde kaldım…

    Sonra inançlı biri olduğumdan, Hizmete yakınlaştırma ve vebali müamelesi gördüm. Ama bana bunu yapan menfaatı icabı hizmetin içindeydi ve zaten 15 Temmuz da bakın itirafçı değil, İFTİRACI oldu. Sonra hizmeti iyice inceledim ve o gün bu gün hizmet yazarları ile beraber yazılarınızıda okuyorum…
    Tabii siz hizmet den değilsiniz, ama duruşunuz hizmet insanı ile birebir örtüşüyor…

    Ve siz harikasınız…

    Fikri tekamülün son basamağında yani insani basamağındasınız…

    Bizede o basamakta gece gündüz, hasbi olarak el sallayıp hepimizi oraya çağırıyor ve teşvik ediyorsunuz…
    Orası..
    Fikri, vicdani tekamülün son basamağı veyaxut platformunda durup yazılarınızla bir çağırıcı gibi…
    huzura, mutluluğa çağırıyorsunuz…

    Çabanızı alkışlıyorum…

    Zihnimize katkılarınızdan dolayı müteşekkirim..

    Var olun…

  2. Suç uydurup, uyduruk suçtan yine uyduruk bir sekilde yargıladılar. 2208 sayili kanunun 88. maddesinde, “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halleri” dışında suç işlediği ileri sürülen hâkim ve savcılar yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez.”
    denilmesine ragmen darbe girisimi bitmeden binlerce hakimin evini tomalarla basıp tutukladılar.
    Uydurma suça bile bulaşmamayan yüzbinler ilk önce suçun UYDURMASYONLUĞUNU tesbit ettirecek ardından “schritt für schritt” davalar “KONUSUZ” kaldığından düşecektir.

  3. Dünyanın hangi ülkesinde gazetecilerin suç işleme özgürlüğü var. Hapisteki sözde gazetecilerin Pkk’lı terörist olduğunu herkes biliyor.
    Örneğin Kanada’yı bölmek isteyen bir gazeteciye, “Ooo, emrin olur, gel buyur, istediğin yerden böl” mü diyorlar.
    Yüksek bürökrat, hakim, savcı, öğretim üyesi, Türk Ordusunda subay olmuş bir kişinin ne işi var şu, bu örgütün içinde. Devletten maaş alıyorsan öncelikle görevin o maaş aldığın kurumu savunmaktır.
    Türk Üniversitesinde görevli bir hocanın, “Türk devleti katildir, soykırımcıdır, Pkk, Dhkpc mazlumdur” deme hakkı olamaz. Devlet yaptığınız bu ahlaksızlığa tepki gösterince de birden demokrasi aklınıza gelir.
    “Bu suça ortak omayacağız” diyerek Türk devletini katil, Pkk terör örgütünü mazlum göstermeye kalktınız. Bu yaptığınızın dünyada ikinci bir örneği var mıdır.
    Kısacası bay Çaman; yaptığın şey ucuz kahramanlık. Bakın ben çok cesurum, beraber yaşadığım halka sövebiliyorum, onların dedelerine katil, soykırımcı diyebiliyorum.
    Tarih seni hatırlar mı bilemem, hatırlasa bile kahraman olarak hatırlamaz. İçinde büyüdüğü, beraber yaşadığı kendi halkını aşağılayan, devletine söven kişiler tarihe kahraman olarak yazılmaz.

  4. Hukuku savunmak, özgürlükler ve insan haklarına dayalı hukuku savunmak aslında insanı savunmaktır. Hukuktan taviz insan makamından aşağı düşmektir. Türkiyede insanlara özgürlük veriliyor. Ama bu bildiğimiz manada özgürlük değil. Bir kısmına içki içme, seçme seçilme ve türban takmama özgürlüğü veriliyor. Ve deniliyor ki “sana özgürlüğü ben veriyorum” O kişi özgürlüğü sadece kendisine verilmiş bir hak olarak görüyor. Yani kendisi kimseye özgürlük vermiyor. Özgürlüğü aldım kimseye kaptırmam gözüyle bakıyor. Yani işi paranoyaya bağlıyor. Özgürlüklerimi elimden alacaklar diye. Böyle paranoyak ve kendine lütfedilmiş gördüğü özgürlükleri kaptırmamak için varlık mücadelesi veriyor. Yani bu kişilerden özgürlüğü savunmalarını beklemek, insanlara özgürlük getirilmesini beklemek boşuna. Tam tersine bırak özgürlük vermeyi hepsinin içinde bir canavar var. Özgürlüğünü elinden almak isteyenlere karşı yok edici dürtüleri çeşitli seviyelerde ortaya çıkmıştır. Çocukların, kadınların karşısındaki dehşete düşüren tutumları bunu göstermektedir. Özgürlüğümü elimden alacaklar diye içine düştüğü yıkıcı, katliamcı, soykırımcı, oh olsuncu dürtüler insanlığını, adalet duygusunu, hak hukuk anlayışını yıkmıştır. Ona verilen bir avuç özgürlüğe razıdır. Azcıcık özgürlükle yetinebilirim, bu halime razıyım. Halbuki özgürlük bütün insanları kapsar. Ama bir insan diğer insanın özgür olmasını kabul edemiyor. En büyük özgürlük düşmanı aslında kendisidir. Özgürlüğüm elimden alınacak korkusuyla başkaların özgürlüğünü vermemeye çalışıyor. Bu öyle bir kısır döngü ki Türkler bin yıl yaşasa bu pis çöplükten kurtulamazlar. Hep korku ve özgürlüklere müdahale ederek, hatta yaşamları sonlandırmak, bebekleri ağlatmak, hastaları en temel haktan mahrum bırakarak elini kana bulaştırmadan birini öldürmek ile yaşamak zorunda kalmak ne korkunç bir yaşam böyle.

    Sanki iki kişiyi bir adaya bıraktılar, sanki kısıtlı yiyecek varmış gibi ölümlü bir kavgaya tutulmuş. İnsanlar hukuktan yani insanca yaşamaktan o kadar uzaklaştılar ki bir türlü vahşi, soykırımcı, tıpkı yunan, ermeni çeteleri gibi, katliamcı dürtülerden vazgeçemiyorlar. Türklerin katliamcı dürtüleri Ermeniden aşağı değil. Bunu kabul etmek nedense çok ağırlarına gidiyor ama kimse gerisine, arkasına bakmıyor. Pislik, leş içinde. Ermenilerde Türklere Fetö muamelesi yaptı diyebiliriz. Hatta Ermeniler Türklere PKK muamelesi yapmış. Herkes düşmanını PKK gibi alçak görürmüş. Sanki PKK lı gibi kadın, çocuk, ihtiyar demeden davrandılar. Hem insan haklarına saygıya PKK dan başlayabiliriz. PKK lı terörist bir insandır. En başta düşünce özgürlüğü kapsamında basında yer almalılar. Suçunu çekmiş bir PKK lı ile neden konuşulmaz? Neden tek bir suçunu çekmiş bir terörist veya yakalanmış bir teröristi biz bir kez olsun görmüyoruz? Sanki hayalet ile savaşıyoruz. Bir PKK lının neler yaşadığını öğrenmek, neler hissettiğini öğrenmekten kim korkuyor? 40 senedir bu böyle devam ediyor ve biz hala insiyatifi yetkililere bırakıyoruz. PKK yerine hep yetkililer konuşuyor. Daha bir tane teröristin neden dağa çıktığını öğrenemedik. PKK nın iç yüzünün anlaşılması yerine belirsizlik oluşturuluyor ve bu sefer Kürt-PKK birbirine giriyor. KCK davasından sonra gözüm açıldı. Türk Devleti Kürt Devletine gebe bırakılmış ama kimsenin nedense haberi yok. Sonradan polisler olaya el attı da ortaya çıktı. Bu polisler sonra Cumhuriyetin yıkılışıyla birlikte yıkıntıların altında kaldı. Teröristler konuşsa kimin onları dağa çıkardığı ortaya çıkacak ve gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Ama Türkiye ne yapıyor? Dağda kaç tane terörist vurduğunu söylüyor sadece. Ve bu yıllar boyu böyle devam ediyor. Bazen Türkiyeden şüpheleniyorum. Türkiye kim? Ben mi yoksa ben sandiğim başka birisi mi? Sürekli Türk diyerek beni mi kastediyor yoksa beni, Türklüğü siliyor mu? Yoksa PKK diyerek beni benle savaştırıyor mu? Benliğimi parçalamaya mı çalışıyor?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin