Yoklukta varlığı bulmak

YORUM | AHMET KURUCAN 

Hayatının en verimli döneminde 5 yıl 7,5 aylık bir zaman dilimi zalim devlet tarafından çalınmış bir dostumla görüştüm geçenlerde. Hanesi şen olsun. Gökyüzüne perdesiz ve hailsiz bakma, gündüz güneşi, gece kameri en çıplak haliyle görme imkanına yeni kavuşmuş bir insandı. Bu benzetmeyi bilerek yaptım. Birkaç yıl önce bir-iki yıl süren gaybubet hayatından sonra Meriç’i geçerek özgürlüğüne kavuşan bir başka dostum söylemişti bunu bana. “Yunanistan toprağına ayağımı bastığın an yere uzandım, gözlerimi gökyüzüne doğru yönelttim ve semadaki yıldızları seyrettim; özgür olduğumu o an anladım. Meğer ki ne büyük nimetmiş gökyüzünü perdesiz ve hailsiz seyretmek,” demişti. Hayatında özgürlüğü kısıtlanmamış, dört duvar arasında yaşamaya hiç mahkum edilmemiş benim gibi insanların anlayabileceği bir şey değil bu ama ne yazık ki bugünün dünyasında yüzbinlerin yaşadığı bir gerçek.

Önceki dostuma geri döneyim. Uzunca muhaverede bulunduk. Yaklaşık 6 yıllık hasretin acısını çıkarttık. Ağarmış saçlarının her bir teli, beş-on günlük sakalındaki beyazların her bir tanesi çekmiş olduğu çileleri benim yüzüme adeta haykırıyordu. Onun yüzüne baktıkça hüzünlendim, hüzünlendikçe kahroldum.

Akla gelebilecek hemen her detayı konuştuk. Ve o uzun konuşmamız esnasında bir cümle söyledi bana. Can evimden vuruldum o cümleyi duyunca. Boğazım düğümlendi. Hıçkırıklarla ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bu cümlenin sarf ediliş gerekçesini olumlu ve olumsuz tarafları ile birlikte düşünmeye çalıştım içten içe: “Aman Allah’ım! Neler yaşamış ki bunu söyleyebiliyor!” dedim. Sonra 6 yıllık yaşadığı hapis hayatı için mi söylüyor bunu yoksa üç haftalık özgür hayatındaki birikimlerini mi kastediyor sorusunu sordum kendime. Evet, daha üç hafta olmuştu çıkalı. Belki bu cümleyi şu üç haftalık serbest hayatında karşılaştığı manzaralar karşısında söylemiştir yorumu ağırlık kazandı zihnimde. İster içeride yaşadıklarından isterse dışarıda şu anda yaşıyor olduklarından dolayı söylesin, netice değişmiyor benim için.

Daha fazla uzatmadan aktarayım söylediği cümleyi: “Dışarısı bana açık ceza evi gibi geldi. İçeride iken daha özgürdüm.” Ne demekti bu Allah aşkına! Bizim özgürlük alanı olarak gördüğümüz mekana açık cezaevi diyor, hapis dediğimiz dört duvar arasını da özgürlük alanı olarak görüyordu açıktan açığa. Sıradan bir cümle değildi bu. Hapis ile özgürlük yer değiştirmişti onun zihin dünyasında. Karşımdaki sıradan bir insan değildi. Sözünü bilerek ve süzerek söyleyen bir insandı. Yıllar boyu devlet ve özel sektörde çalışmış, ilahiyat mezunu ve okumaları itibariyle günümüzün nice ilahiyat mezunlarını cebinden çıkaracak hatta önüne diz çöküp otursalar onlara ders okutmayı vakit kaybı sayacak kadar da ilimde derinliği olan bir insandı.

İki şey anlıyorum ben bu cümleden. Birincisi, dışarısı içeriye girdiği 6 yıl öncesine nispetle çok değişmiş. Hele bizim gibi devletin orantısız zulmüne maruz kalmış, algı operasyonları ile şeytanlaştırılmış bir cemaatin mensupları için cennet vatan, cehennem olmuş durumda. İhtimal o çarşıda pazarda dolaşırken, yaşadığı apartmana girip çıkarken kendisine karşı gösterilen tavırdan etkilendi. Ya da yazılı ve görsel medyadan hem geriye dönük hem de bugüne ait okumalar/izlemeler yaparken gördüğü akıl almaz iftiralar, yalanlar, ithamlar ve yorumlar karşısında bu cümleyi sarf etti.

İkincisi, 24 saatin kendisine yetmediği cezaevi hayatındaki özgür yaşamı bunu ona söyletti. “Haydi oradan, dört duvar arasında ne özgürlüğünden bahsediyorsun?” diyebilirsiniz. Vallahi ben de aynen böyle düşünüyorum. Cezaevi kuralları, yatış ve kalkış saatleri, gardiyanların sabah akşam sayımları, zamanlı zamansız kontroller, yemek ve içme noktasındaki kısıtlılık, böyle bir hayata özgürlük denebilmesi ancak özgürlüğün tanımının değişmesi ile mümkün.

Ama bu objektif düşüncelere rağmen tam 6 yıl boyunca hapiste yaşayan bir insan eğer dışarısı ile içerisi arasında mukayese yapıp içerideki hayatına özgürlük diyorsa -ki diyor- bunun bir izahı olmalı. Telefonu kapattıktan sonra çok düşündüm bu cümle üzerinde. Neden böyle demiş olabilir hak ile batılı zihnindeki furkan kılıcı ile ayırabilen bu insan dedim kendi kendime. İnanan bir insan olarak ulaştığım sonuç su oldu: Allah hissiyat düzleminde ona hapis hayatını yani bildiğimiz anlamda özgürlüğünün elinden alınışını hissettirmiyor. Halk tabiriyle söyleyeyim: “Duyurmuyor ve koyurmuyor.” Nitekim bu yorumu destekleyen başka örnekler de biliyorum. Hapishane ya da gaybubet hatıralarını anlatan insanlardan dinlediğim ve okuduğum beyanlar da oldu. Hatta öyle uç yorumlar yapanlar oldu ki sanki hapis hayatı yaşayan biziz, onlar bize üzülüyorlarmış izlenimini edindim anlatımlarından.

“Bize de çekmek düştü” adını vermiştim yıllar önce yayınlanan bir kitabıma isim olarak. Hocaefendi’nin bir sohbetinden alıntı cümleydi aslında o. Daha ufukta Cemaat’in “paralel devlet yapılanması” olarak dahi adlandırılmadığı yıllarda söylemişti bunu. Orada şunu vurguluyordu: Yoklukta varlığı bulma. Konuşmamızı sonlandırıp telefonu kapatırken aklıma o yazıda dile getirdiğim bu vurgu geldi. Hapishanede yaşadığı hiçlik ve yoklukta varlığı bulmuş.

Sakın ola bu yazıdan hareketle yaşananları kutsadığım sanılmasın. Böylesi akıbeti yaşayanları teskin etme ve teselli verme niyeti ile kaleme alınmış bir yazı olarak değerlendirilmesin. Suizan etmiş olursunuz. Böyle bir niyetim yok. Ben kaderi beşerin iradi ve ihtiyari tercihlerinin zaruri sonuçlarını Allah’ın yaratması olarak okuyan bir insanım. Kevni kuralların, tarih yasalarının, dünyanın imtihan meydanı olmasının, insanın amellerinden sorumlu tutulmasının, ahirette hesap ve mizanın, cennet ve cehennemin ancak bununla anlam kazanacağına inananlardanım. O cümlenin bana düşündürdüklerini yazdım sadece. Evet, Allah’ın inayeti olmadan ve içerde iken o inayeti doya doya, duya duya yaşamadan hayatından çalınan 6 yıla rağmen o cümlenin söylenebileceğine kani değilim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Yaziyi begenmedim. Duygusal ve eksik bir yazi olmus. Bence Ahmet Kurucan`a yakismamis. Cunku; hapishane hayatini disariya kiyasla daha iyi bulanlar olabilir AMA bunlar tahminim cok az sayida kisiler. Hapishaneye girmeyen kisilerin, o ortami ovucu sekilde konusmalari ise cok yanlis. Oyle dusunen varsa, buyursun girsin. Kimbilir kimler ne zorluklar, sikintilar, depresyonlar geciriyor orada. Tabiki Allah onlari yalniz birakmiyordur, inayetini eksik etmiyordur. O ayri bir konu. Ama olaylara agirlikli o gozle yaklasilirsa, bircok sey gozden kacirilmis olur. Yazari tenzih ederim ama bazi rahat doseginde keyif catanlar, vicdan azabi cekmemek icin “onlar, iceride rahatlar” tarzi dusunebiliyorlar. Bu, dogru degil. Ahmet Kurucan`in da bazi durumlarda dengeyi kacirdigini, duygusal yaklastigini.. bu vesile ile gormus olduk malesef. Biraz umit isigi gormus oldugumuz hersey, bizi hayal kirikligina ugratmaya devam ediyor.Safligi birakma zamani geldi, zira artik saflik aptallik yerine geciyor.

  2. Mukaddes Izdıraptan bahseder hocaefendi. Türlü türlüdür ızdırap. Şahsi hayatında olanlara ızdıraptan başlar, tüm ümmetin derdiyle dertlenmeye kadar halka halkadır. En neşelisi bu ızdırabın, başkasının dertleriyle dertlenen ızdıraptır. Bu duyguya sahip olanlar, ister hapiste, ister gaybubette, ister yabanellerde olsun, mutlu olurlar. Bu mutluluk gerçektir. Böyle olan insan aslında mutsuz değildir.

    Bir kritik nokta şu ki, Mukaddes Izdırap, bir seviye işidir, belki nasip. Sebebini bilemiyeceğim, lakin bildiğim şu ki, hapishanede olan insanlara, o tüm malayaniyatıyla dünya hayatı kapandığı için, aslında cebri lutfi onları kendini ibadete sevk etmiş, o ibadet o dışardan çile görünen mekanı, bir çeşit arınma, yenilenme, ruh dinginliğine, kalbin ve ruhun derecei hayatına yükselmeye vesile olmuştur.

    Bu yönüyle, hapishaneler birer okuldur. Elbette, gaybubette bir okul, hicret de bir okuldur. Okullar türlü türlüdür biliriz. Fen Lisesi, Anadolu Lisesi, devlet lisesi… Nasıl ki Fen Lisesine gidenlerden, memleketin en iyi mühendislik, tıp fakültelerine giden insanlar çıkıyor, hapishaneye giren asrın çilekeşlerinin de nasiplerine düşen ilahi lutuflar kendi alanında zirvedir.

    Gaybubette, Hicrette engin bir genişlik var hapise göre, ama kalp ve ruhun derecei hayatına dalma, onun enginliğine dalma da da gaybubet ve hicret geridir bu alanın zirvesi hapishanelerden.

    Sayın Kurucan, değerli hocam, dostunuzun meramını ben bu boyutta anladım, bir zorakiliğin, disiplinin pençesine düşmüş insanların, dünyaya ait hiçbir uğraşa müsaade edilmeyen yerde, aslında cebri lutfi ile yolları, gönülleri, kitap okumaya, tesbih çekmeye, hatimler yapmaya, nafilelere çıkıyor.

    Kilo vermek için insanlar bazı kamplara para döküyorlar, medyadan da görüyoruz, alıyorlar grup halinde bir yere götürüyorlar ve orada belirlenmiş bir programı disiplinle uygulatıyorlar. Arkadaşlarımız için hapishanelerin de bir çeşit bu fonksiyonu olduğunu düşünüyorum. Kendi başına bırakıldığında, özgürlüğü genişletildiğinde bir türlü ibadete yoğunlaşamayan insanlar, bedenen sıkıştırıldıkları o mekanlarda o çaresizlikle ebedi hayatlarını kurtaracak bir yola itiliyorlar. İbadete.

    Allahı anmakla tatmin olan kalplerde, anmayan dışardaki kalplere göre elbette daha huzurlular.

    Bir Hint gurusunun güzel bir tespiti vardı, Hayatta en büyük tutsaklık, aynı mekanlarda olmak, aynı dar kalıplardaki işleri yapmak, aynı kısır sohbetleri yapmak değil,

    hayattaki en büyük tutsaklık her gün aynı duygulara uyanmak ve aynı duyguları yaşamak.

    Gaybubet ve hicret yollarını yürüyen biri olarak, bu yolların bende bıraktığı hisler pek de memnun olduğum hisler değildi, ahirete bakan yönüyle. Ne yapılırsa yapılsın, dünyaya bakan bir pencereyle dalıp gidiliyor yaşama.

    Lakin dediğim gibi, değerli hocam, okullar türlü türlüdür, her okulun ulaştıracağı hedefler vardır, nasıl ki derin bir pişmanlığa düşmüş, içten yakarışla yapılan günahkar tövbesi, tüm şehire, beldeye, bölgeye yetecek kadar demiş (mealen) Efendimiz bir olayda, çeşit çeşit pek çok vartaya düşmüş ve içinden çıkamamış insanların da, bunu idrak eden derin bir arınma hasreti de onları başka bir yüksekliğe çıkarıyor. O okula girende o okulun neticesini alıyor.

    Ama elbette, okul var okul var, en iyi okulların hangisi olduğunda şüphe yok. Bu nedenle elbette, hapis başka bir yerde, dışarda olmak başka yerde.

    Değerli dostunuz, bir süre okuduğu hapis okulundan, diğer okul türlerine geçince aradaki farkı fark etmiş olmalı.

    İnsan atmosferin insanıdır, boşuna dememiş beni havalar mahvetti diye Orhan Veli, nasıl ki bilimsel bir tespitle, iklim insanı etkiler, bunun gibi manevi atmosferde insanı etkiler. Dışarısının manevi atmosferi nasıl biliyoruz, yaşadık, pek de övebileceğimiz bir şey değil. İnsanlar yoğun bir ibadet duygusunda değiller.

    Dostunuz sanırım daha Yunan aşamasında, sonraki aşamalara geçince bu derin duygusal hüznü sanıyorum daha çok yaşayacak sayın Kurucan. Okullar, kurslar, zorunluluklar sırtına bindirilecek, bunlara kayan zihin, erteleycek erteleyecek erteleyecek. Kendisi ertelemese bile erteleyen insanların atmosferi ona da sinecek.

    Sanrıım o da onun imtihanını yaşayacak bundan sonra.

    Hapishane Cenabı Hakkın rızasına ulaşma da en emin yollardan biridir kanaatime göre bu devirde.

    Bir mülteci kampında, yerin darlığı nedeniyle ortaya çıkan hoşnutsuzluklara şahit olmuş, Türkiye de 2 yıl yaşamış birisi şunu söylemişti. “Hapishaneden kötü burası”. Orada tıkış tıkıştık, ve çok haklı durumlarımız olurdu DA, ama böyle olmazdık, huzur dolardık tekrardan. Dayanışma halinde olurduk.

    Bu güzel yazı için tekrardan teşekkürler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin