Yaşatmak idealiyle yaşayan adam: Yusuf Bekmezci

YORUM | CEMİL TOKPINAR 

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin İzmir’de başlatıp dünyaya yaydığı iman ve Kur’an hizmetinin saff-ı evvellerinden olan Yusuf Bekmezci Ağabeyin mazlumen tutuklanıp yoğun bakımda devam eden hayatı önceki gece şehadetle taçlandı.

Şehadetle diyorum, çünkü ömrünü hayır ve eğitim hizmetlerine vakfeden, karşılığında hürriyetinden mahrum edilip hapiste tutulan, birçok hastalığına rağmen zulmedilen, hatta yoğun bakımda olduğu halde tahliye edilmeyen bir hizmet kahramanına Rabbimizin şehitlik ikram edeceğini bütün samimiyetimle ümit ediyorum.

Böylesi bir yiğit hakkında benim şahitliğimin bir kıymet-i herbiyesi olur mu bilmiyorum. Çünkü bizzat tanışmadım, fakat yaklaşık 30 yıldır onun gibi hizmet kahramanlarının hatıralarını okuyorum ve dinliyorum. Bu yazıyı da duaya vesile olması arzusuyla yazıyorum.

Evet, bizim şahitliğimiz yetersiz. Ancak şahitliği hakka’l-yakîn seviyesinde ve ötelerde makbul olduğuna inandığım Hocaefendinin yayınladığı taziye mesajındaki şu cümle onun kıymetini anlatmaya yeter:

“Tanıdığım günden beri vefasına, sadakatine, samimiyetine, hizmet aşkına, ihlâsına, hasbîlik ve fedakârlığına şahit olduğum aziz kardeşim, yürüdüğü yoldan milim sapmadan istikametini hep korudu.”

Ahmet Haseken Ağabeyin bir hatırasında anlattığına göre, Hacı Kemal Erimez Ağabey vefat ettiği gün Hocaefendi akşama kadar ağlamış ve bir ara şöyle demiş:

“Allah lütfeder de cennetine koyarsa Yusuf’umla Kemal’imi görmezsem girmem.” 

Acaba Hocaefendi böyle bir cümleyi kaç kişi için söylemiştir?

Hocaefendi bir sohbetinde Yusuf Bekmezci ağabeyin sadakat ve yiğitliğini anlatırken ağlayarak şöyle diyor:

“O Bekmezci aslan, elini göğsüne vurdu ben varım hocam dedi. Hiç unutamam. Bu sözümü itiraf hakkını bana ahirette verirlerse, itiraf edeceğim avazım çıktığı kadar.” 

Bir defasında Yusuf Bekmezci Ağabeye şöyle bir soru soruluyor:

“Abi Hocaefendi’den ayrılıp Kazakistan’a hizmete gitmek zor olmadı mı?”

Dakikalarca ağladıktan sonra gözyaşlarının arasından şu cümleler dökülüyor:

“Hocaefendi bana Kazakistan’a gitmemi söylemişti. Ben de işlerimi ayarlayıp gidecektim. Bir akşam sohbet ederken bana ne zaman gideceğimi sordu. Ben de birkaç haftaya gideceğimi söyledim. O ‘Geç olur’ dedi. Ben ‘Birkaç güne gideyim’ dedim. O yine ‘Geç olur’ dedi. Ben ‘Yarın gidiyorum’ diyerek müsaade istedim. Benimle kapıya kadar geldi ve ‘Firak olmadan vifak olmaz’ diyerek uğurladı.”

Her nerede olursa olsun, yurt içinde yurt dışında, çalışırken, seyahat ederken tek derdi insanlara faydalı olmak ve onların ebedî hayatları için çırpınmak olan Yusuf Ağabey’in destansı hayatından örnek alınacak birçok hatıra vardır.

İşte bunlardan birisini,  bu süreçte ruhunun ufkuna yürüyen eğitimci yazar Arif Arslan’dan 1999 yılında dinlemiştim. Onun anlattığına göre, 1970’li yılların sonunda, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde sağlık elemanı olarak çalışan İsmail isimli bir genç, şiddetli bir hastalığa yakalanır. Günden güne erimekte, ağrıları çekilmez bir hâl almaktadır. Uzun bir muayene ve tetkikten sonra doktorlar, ölümcül bir hastalığa yakalandığını görürler. Fakat kendisine söyleyip üzmemek için şöyle derler:

“Fazla merak edilecek bir hastalığın yok. Sen git, ye iç, gez eğlen, keyfine bak. Çalışmana da gerek yok. İzinli sayılacaksın. Tabiî maaşını da alacaksın.”

Akıl erdiremez buna İsmail. Hem fazla merak edilecek bir durumu yoktur, hem de izin verilmekte, yiyip içip gezmesi istenmektedir. “Demek müthiş bir derdim var ki, bana söylemiyorlar. Yaptıkları tavsiyelere bakılırsa, ben devasız bir derde düştüm” der kendi kendine.

Hastalığını bildiğine inandığı bir hemşireye yalvarır, ne olduğunu sorar.

Hemşire ısrarlara dayanamaz ve söyler:

“Sen ölümcül bir hastalığa yakalanmışsın. İyileşmen mümkün değil. Hastalık çok ilerlemiş. Üç ay ömrün var.”

Şiddetli bir üzüntü sarar İsmail’i. Madem üç ay ömrü vardır, hazırlıklara şimdiden başlamalıdır.

Hemen Mezarlıkbaşı semtine gider ve orada havlu, kumaş satan Yusuf Bekmezci Ağabeyden kefen bezi ister.

Her vesileyi Allah’ı ve ahireti anlatmak için değerlendirmek isteyen Yusuf Ağabey, “Hayrola, kefeni kime alıyorsun? Ölümü düşünmek iyidir, ama sen çok gençsin” der.

“Kendime alıyorum” diye cevaplar İsmail. “Doktorlar üç ay ömrümün olduğunu söylediler. Çaresiz bir hastalığa yakalandım.”

Ölümün ve hayatın sadece Allah’ın iradesine bağlı olduğunu, hastalığı da şifayı da ancak Onun verdiğini bilen Yusuf Ağabey ona Bediüzzaman Hazretlerinin Hastalar Risalesi isimli eserini hediye ederek şöyle der:

“Her şeyi en iyi Allah bilir, ama madem üç ay sonra öleceksin demiş doktorlar, al şu kitabı oku. Öleceksen imanlı öl. Kim bilir bu yaşa kadar sana faydası olmayan nice işe zamanını harcadın. Zaten küçük bir kitap, al oku.”

O anda kefen bezi almaktan vazgeçen İsmail, Hastalar Risalesini alıp deniz kenarına gider ve kitabı okur. Okudukça moral bulduğunu, hafiflediğini, içini bir sevinç ve mutluluğun kapladığını görür. Bir kez okumakla yetinmez, defalarca okur. Hatta evde canı sıkıldıkça ve yatmadan önce tekrar tekrar aynı kitabı mütalâa eder.

Artık hastalandığına üzülmez. Nefis muhasebesi yapar. Hatta ölüme ilgi duyar, imanlı öleceği için mutlu olur. Ölünce Allah’a ve Peygamberimize (s.a.v.) kavuşacağını düşünerek sevinir.

Aradan birkaç ay geçer. Ona üç ay ömür biçen doktorlar hayret içindedir. Yapılan muayene ve tetkiklerde hastalıktan eser kalmadığını görürler.

“Olamaz böyle bir şey. Bu bir mûcize” diyerek şaşkınlıklarını ifade ederler.

“Sen ne yaptın ki, bu ağır hastalıktan kurtuldun?” diye sorarlar.

Cebinden Hastalar Risalesini çıkarır.

“Siz nasıl karşılarsınız bilemem. Ama ben o günden beri bu kitabı okudum. Çok rahatladım ve moral buldum” der.

Doktorlar, “Gerçekten dediğin gibiyse bu kitabı bütün hastaların odasına bırakmak gerekir. Çünkü bir hastanın iyileşmesinde psikolojik tedavinin önemi büyüktür” diyerek ilgi gösterirler.

Aradan altı ay geçer. İsmail evlenecektir. Fuar Düğün Salonunda düğünü vardır. Bu mutlu gününde, kendisini hayata döndüren Yusuf Ağabeyi de unutmaz ve ona da davetiye gönderir. Ancak o müsait olmadığı için gidemez.

İki yıl sonra ise, kefen almayı düşündüğü dükkâna eşi ve iki çocuğuyla gelir. İlk çocuk kucakta, ikincisi ise henüz doğmamıştır. Selâm verir girer, “Ben size kırgınım. Hayata dönmesine vesile olduğunuz adamın düğününe gelmediniz” diyerek kendisine lâtifede bulunur. Sevinç içinde, gülerek sohbet ederler.

Yusuf Ağabey sadece yapacağı ticareti düşünüp o genci yaşatma idealiyle hareket etmeseydi belki de İsmail üç ay sonra toprak olacaktı. Hizmet şuuru ve ihlasla hareket edince hem İsmail kazanıldı, hem bir aile kuruldu.

Rabbim Yusuf Ağabeye rahmet ve mağfiretiyle muamele buyursun, mekanı Firdevs olsun.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin