Yargıtay’ın Çatı Davası kararı ne diyor? | ANALİZ

ANALİZ | Dr. GÖKHAN GÜNEŞ

1.    Genel Olarak
Yargıtay, 28/6/2022 tarihinde verdiği kararla, kamuoyunda “çatı davası” olarak bilinen ve sanıklara müeebet hapis cezası verilen kararı bozmuş ve sanıkların anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüsten değil, örgüt yöneticiliğinden ve üst hadden cezalandırılmaları gerektiğini belirtmiştir.[1] Ancak bu karar da yerel mahkeme ve bölge adliye mahkemesi kararı gibi skandallarla doludur.

2.    Cezaevindeki Sanıklar Nasıl Darbeye Teşebbüs Edebilir?
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 15 Temmuz dan 1 yıl önce tutuklanan sanıklar hakkında yerel mahkemenin darbeye teşebbüs ettikleri iddiasıyla verdiği ve istinaf mahkemesinin de; “böyle karar mı olur, sanıklar o tarihte cezaevinde, nasıl olur da darbeye teşebbüs edebilirler, bu faaliyetleri ceza evinde mi yapmışlar?” demek yerine anında onadığı bu kararı şu gerekçeyle bozmuştur; “örgütün nihai amacını gerçekleştirmek için hazırlık, planlama, icra ve sonrası itibariyle örgütsel bir organizasyon ürünü olduğu anlaşılan darbe girişimi ile sanıkların eylemleri arasında illiyet bağının bulunduğunu kabule yasal bir imkan bulunmadığı, darbe yapılacağı hususundaki bilgilerinin mevcudiyeti sabit kabul edilse dahi bu durumun iştirak iradesine dahil olunduğu sonucunu doğurmayacağı gerçeği de gözetildiğinde, haberdar olsalar dahi darbe girişimine yönelik icrai davranışları mevcut olmadığından, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan sorumlu tutulamayacakları, kaldı ki sanıklar Kazim Avcı, Hidayet Karaca ve İlhan İşbilen’in 15.07.2016 tarihli darbe girişiminden yaklaşık 1 sene önce temyiz incelemesine konu bu dava dosyasının soruşturma aşamasında tutuklandıkları ve darbe girişimi esnasında halen cezaevinde tutuklu bulundukları, darbe girişimine yönelik herhangi bir eylemlerinin de tespit edilemediği…”

3.    Örgüt Yöneticiliği İddialarının Hukuki Bir Temeli Yoktur
Hukuksuzlukta sınır tanımayan Yargıtay bile bu hukuk garabetine göz yumamamış ve; “bu kişiler 15 Temmuz da cezaevindeler, nasıl oluyor da darbe teşebbüsüne iştirak edebiliyorlar” diyerek kararı bozmuştur. Ancak, bu sefer de kendisi başka hukuk skandallarına imza atmıştır. Zira Yargıtay’a göre sanıkların darbe teşebbüsünden haberdar olduklarına ilişkin her hangi bir delil yoktur. Haberdar oldukları kabul edilse bile iştirakleri söz konusu değildir. Bu nedenle, darbeye teşebbüsten cezalandırılamazlar. Ancak eylemleri örgüt yöneticiliğini oluşturduğundan, bu suç nedeniyle üst sınıra yakın bir cezayla cezalandırılmalıdırlar.
O zaman soralım, eğer bu kişilerin darbe teşebbüsünden haberleri olduğu ispatlanamamışsa, örgüt yöneticiliği suçunun manevi unsuru nasıl gerçekleşmiştir? Bu suçun manevi unsuru anayasal düzeni değiştirmek, yani darbe teşebbüsünü bilmek ve istemek değil midir? Eğer bu örgüt Yargıtay kabulünde olduğu gibi anayasal düzeni değiştirmek için kurulduysa, bu amaçtan haberi olduğu ispatlanamayan kişiler nasıl örgüt yöneticisi olabilirler?

Ayrıca, sanıkların örgüt yöneticisi kabulüne ilişkin delil itirafçı beyanlarıdır. İtirafçı beyanlarında ise bu kişilerin darbe teşebbüsünü bildikleri ve bu amaçla faaliyet gösterdiklerine ilişkin bir beyan ya da her hangi bir delil yoktur. O zaman bu kişiler nasıl örgüt yöneticisi kabul edilmişlerdir? Karara göre sanıkların icra ettikleri resmi görevler (gazete, tv idareciliği vb.) örgüt yöneticiliğinin delilidir. Eğer gerçek böyleyse, neden bu kişiler bu görevleri herkesin gözü önünde ve resmi olarak yaparken örgüt yöneticiliğiyle suçlanmamışlar da, bu görevleri bittikten ve milletvekili seçildikten yıllar sonra geçmişe dönük olarak suçlanmışlardır?

Aynı şekilde, hiçbir hukuki temeli olmasa da, bu yapının 15 Temmuz da silahlı örgüte dönüştüğü ve bu kişilerin de bu örgütün yöneticisi oldukları, bu olaydan sonra anlaşıldığı kabul edilse dahi bu olaydan haberdar oldukları ispatlanamayan ve dolayısıyla suçun manevi unsuru kendileri açısından gerçekleşmeyen kişiler nasıl geçmişe dönük olarak örgüt yöneticiliğiyle cezalandırılacaklardır. Örgütün nihai amacından habersiz örgüt yöneticisi mi olur?

Kısaca, örgüt yöneticiliği suçlamasının Yargıtay’ın hukuksuz kabulleri dikkate alındığında bile hiçbir karşılığı yoktur. Yargıtay, ortada her hangi bir suç yoktur diyemediği için açıkça suç uydurmuş ve işlediği insanlığa karşı suçlara bir yenisini daha eklemiştir.

4. Örgüt yöneticiliğinden ceza ver ama üst sınırdan olsun!
Kararda dikkat çeken bir diğer husus, Yargıtay’ın korkularının karara doğrudan yansımasıdır. Zira Yargıtay darbe teşebbüsünden verilen cezayı bozarken, sanıklar hakkında örgüt yöneticiliğinden ve üst sınırdan ceza verilmesi için mahkemeye akıl vermiştir; “mevcut haliyle eylemlerinin TCK’nın 314/1. maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütü yönetme suçunu oluşturacağı, TCK’nın 309/1. maddesinde düzenlenen Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu ile silahlı terör örgütü yönetme suçu arasında geçitli suç ilişkisi olduğu da dikkate alınarak sanıklar hakkında silahlı terör örgütü yönetme suçundan ceza tayin edilirken örgüt içerisindeki konum, eylem ve faaliyetleri göz önüne alınarak cezanın üst sınıra yakın belirlenmesi suretiyle hukuki durumlarının buna göre tayin ve takdiri

Yargıtay bu gerekçeyle, direnmesi zaten düşünülmeyen mahkemenin yerine geçerek ceza tayini de yaptığı, mahkemenin elini kolunu bağladığı, yani takdir hakkını elinden aldığı gibi eleştirilere de; “bakın, ben kararı bozdum ama neredeyse müebbete yakın bir ceza ver, diyerek kararı bozdum” mesajı vermiştir.

Kısaca, bu karar da Yargıtay’ın diğer garabet kararlarından farksızdır. Hiçbir hukuki karşılığı yoktur ve en sonunda diğer kararlar gibi ademe mahkum olacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin