Yağmurlarda ıslandım

KENT YAZILARI | ALPER ENDER FIRAT 

Saldım bugün kendimi, kaçmadım yağmurdan. Telaş etmedim, koşmadım, acele de etmedim. İndirdim şemsiyenin kanatlarını, yağmur iliklerime kadar ıslattı.

Baktım gökyüzüne, damlalar aktı yüzümden; rahmetle yağdı yağmur indirmedim yüzümü gökyüzünden. Şehrin kaldırımlarını arşınladım, hiç telaş etmeden, sakince.

Böyle çıktım alana ve yürüdüm yürüdüm

Ne görebildi kimse, ne de anladı beni. 

Yıllarca hep bir güvenlik endişesi, hep bir sağlık kaygısı, hep bir ıslanma korkusu kaçıp durmuşum rahmetten. Ne çok tutmuşum kendimi, nasıl da kasılmış ruhum, ne anlamsız ürküntüler içindeymişim meğer..

Bıraktım kendimi yağmurun akışına… Belki de ilk defa ıslanmaktan korkmadım, belki ilk defa kaçmadım damlalardan. İlk defa gökyüzünden inen suyun şiddetlenmesinden paniklemedim. Ne bir üşütme kaygısı, ne bir üşüme endişesi…

Korkmamak ne de güzel bir özgürlükmüş.

Saldım kendimi, salıverdim. Islak sokaklarda yürüdüm, çatılardan akan sulardan sakınmadan. Denizin, daha büyük suların kıyısına, her daim martıların, balıkçıların olduğu sahil kenarına ulaştım. Kıyıya vuran dalgaların beni bulması da umurumda olmadı.

Kimseler yoktu, ne balıkçılar ne martılar, herkes kaçmıştı yağmurdan. Öylece oturdum kenarına denizin. Her zaman oturduğum yere oturup burnumun direğini sızlatan yere baktım. Yağmur yağan yer… Karşı kıyı… Memleket…

Martıları gördüm inatçı yağmura direnmemiş denizin üzerinde saklanmışlardı. Kırlangıçlar, serçeler, güvercinler, diğer bütün kuşlar nereye saklandılar bilemedim… Islanmamak için daracık bir kuytuya sinmiş sokak kedisiyle göz göze geldik. Yağmur altında kaygısız bir şekilde oturduğumu görünce, senin gibi üstümü değiştireceğim, kurulanacağım bir evim yok der gibi baktı. Sonra bir miyavla selam verdi. Bu şehrin sokak kedileri beni seviyor, bir gün bu şehirden gidersem ardımdan ağlayacak kediler var.

Hiç aklınıza geldi mi siz bir şehri terk ettiğinizde ardınızdan kaç martı ağlar? Peki, kaç güvercin, kaç kırlangıç, kaç kedi yokluğunuzu hisseder? Hangi sokak sizi görmediği için üzülür, hangi begonvil yolunuzu gözler?

Bir şehre alışmak ne kolay, bir şehirden gitmek ne kadar zor? Sürgün olduğun şehri sevmek ne yaman çelişki.

Ama ‘güz’ü yok bu şehrin. Yaprak döken ağaçları, sarıya dönen rengi yok. Ne diyordu Cemal Süreyya ‘sonbahar sanattır, diğerleri mevsim’.

Güzü bilmeyen hayatı bilir mi? Hüzün değil midir insana yaşadığını hissettiren şey. Son bir bahar yaşamayan şehir hayatın sırrını çözebilir mi?

Oysa güz geldiğinde elinde fotoğraf makinasıyla sarı rengin peşine düşmek gerekmez mi? Ömrün ihtiyarlığının peşine düşer gibi.

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı..

Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları…

Şimdi bu şehirde ne zaman fotoğraf çekmeye çıksam birkaç nar ağacı bakıyor bana, birkaç incir, geriye kalan bütün ağaçlar yeşil.

Ve yağmur ıslanmaya çağırıyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin