Vatandaş ya da müşteri, işte bütün mesele!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Söz verdiğim üzere siyasetten olabildiğince kaçmaya çabalıyorum. 

Dolayısıyla normalde dün başladığımız “Ensedeki Yüzümüz” mevzusuna bugün devam edecektim. 

Gelin görün ki, ne kadar kaçarsam kaçayım, Türkiye ve Erdoğan soruları peşimi bırakmıyor. 

Keşke karanlık odacılar gibi kolaylıkla işkembeden sallayabilecek yeteneklerim gelişmiş olsa, hiç sıkıntı yaşamayacağım. 

Ancak kahin değilim görüp gözlemlediklerimi bir disiplin ve kurgu mantığıyla kaleme almaya çalışıyorum. 

Size acı ama söylenmesi gereken bir gerçeği söylemek için, dünkü yazıya bir günlük ara verdim. 

Türkiye’de büyük çoğunluğun Erdoğan’ı tam olarak tanımadığına inanıyorum. 

Bu sebeple, “Gitmezler kardeşim” dediğimizde, “Nasıl gitmezler?” diye diklenenler oluyordu. 

“Tıpış tıpış gidecekler” diyenlerin siyaseti bilmediklerinin farkındaydım ama ne Erdoğan’ı ne de Türk halkını tam olarak tanıyamadıklarını bu seçim öncesi ve sonrası analizlerini okuduktan ve izledikten sonra anlamış oldum. 

Çok basit bir örnek vereyim. 

Erdoğan, seçimden önce bankalara yapılabilecek tüm baskı ve şantajı yaparak, dövizi ve altını frenlemeyi başardı.

Eğer seçimi kazanırsa, Hacc’a gideceğini açıkladı. 

Türk medyasında, entelektüellerinin yorumu ne oldu biliyor musunuz?

“Git tabii, tövbe edersin, çünkü oy çaldın…”

Hac yapmanın bir örtü olduğunu anlayamayacak kadar yüzeysel adamlar, video çekiyor, yorum yapıyor ve yüzbinlerce izleniyor iyi mi?

Oysa Erdoğan’ın acilen paraya ihtiyacı olduğu biliniyor. 

Dahası, kimsenin artık para verecek hali filan yok. 

Putin bile yapacağı kadar kıyağı yaptı Reis’e. 

Geriye tek seçenek kalıyor. Yurt dışına kaçırdığı paraları yatırım adı altında tekrar ülkeye sokmak.

Bunun için ayarlama yapması ve gerekirse sakladığı dövizleri kendi uçağıyla ülkeye getirmesi lazım. 

Yanlış anlaşılmasın, öyle “Çok sıkıştım, çaldıklarımın bir kısmını yerine koyayım” filan durumu yok. 

Böylece hem tamamen karanlığa gizlediği parayı sisteme sokuyor, hem de yatırım adı altında ülkeye sıcak döviz geliyor. 

Ne demişti Ali Yeşildağ, “Erdoğan cebinizden paranızı çalar ve kendini size alkışlatır!!”

Bugünkü yazımızın konusu direkt siyaset ya da Erdoğan değil. 

Bir sosyolojik analizden alıntılar yapacağım. 

O zaman esas kıtlığın ülkedeki aydın ve entelektüel sayısında olduğunu anlamış olacağız. 

Gece gündüz yumurtlar gibi video çekip, o kanal senin bu kanal benim koşanlar, birazdan okuyacaklarınızı burunlarının dibinde oldukları halde göremeyenler. 

Yazı eloğlunun Financial Times’ında çıktı. 

Düşünün İsmail Saymaz denen vasatların ekranlarla cirit attığı bir ülkenin en gerçekçi analizini yabancılar yapıyor. 

@adamsamson ve @aylajean imzalı haberin girişi çok çarpıcı: 

“Pazar akşamı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, memleketi İstanbul’da zaferini ilan etmek için bir otobüsün üstüne çıktığında Türkiye’nin ikinci tur seçimlerinde sayım daha bitmemişti.

Erdoğan, 1.100 odalı geniş sarayının balkonundan büyük bir taraftar kalabalığına resmi bir zafer konuşması yapmak üzere başkent Ankara’ya uçmadan önce, “Mezara kadar birlikte olacağız” dedi.”

Yani bizim tatlı su aydınlarımızın iflah olmaz romantizmiyle ileri sürdükleri gibi, kaybetmeye niyeti olmadığı gibi, ola ki öyle bir ihtimalde de bir yere gideceği yok. 

Mesaj çok net: “Mezara kadar bu makamdayım!”

Eurasia Group’tan Emre Peker’in şu tespiti çok yerinde: 

“Erdoğan Türkiye’yi tam ortadan bölmeyi başardı!”

Gerçekten de seçimlerin en net ortaya çıkardığı hakikat şu: “Türk toplumu Erdoğan’ı destekleyen ya da ölümüne düşman olarak gören iki kesim olmak üzere tam ortadan ikiye bölünmüş durumda.”

Muhabirlerin şu tespiti de önemli: 

Türkiye, tarihinin en kötü mali krizini yaşasa da, Erdoğan kimlik siyaseti üzerinden seçimleri kazanmaya devam edebilir.”

Prof. Tarık Oğuzlu da yazıya görüş bildirenler arasında. O da şöyle diyor: 

“Kılıçdaroğlu’nun seçimin ‘cehennemin kapılarını kapatmak’ için son bir şans olduğu yönündeki uyarısı, çoğu Türk’ün 20 yıllık liderleriyle duygusal bağını güçlendirdi. 

İnsanlar, muhalefetin bunun demokrasi ile liberal olmayan otoriterlik arasında bir referandum olduğu yönündeki iddiasını açıkça kabul etmediler. Erdoğan’ın kampanya sırasında istismar edebildiği bir servet transferinden toplumun çeşitli kesimleri yararlandı ve ‘Ben gidersem kazandığınızı kaybedersiniz’ uyarısında bulundu.”

Seçimin sırrının para dağıtılmasında ve küçük eşantiyonlarda saklı olduğunu ileri süren haber-yorum, “muhalefetin bunu yapacak maddi gücü yoktu, Erdoğan ise devlet imkanları sınırsızca kullandı” diyor. 

Bir de harita yayınlamış Financial Times.

Malum olduğu üzere turuncu olanlar AKP. 

Dikkat ederseniz, Erdoğan’ın ezici oy üstünlüğü bulunan şehirlerdeki profilin dövizle, kurla filan ilgisi yok. 

Erdoğan’ın bunlara bağladığı aylık maaşların kendisi gittiğinde kesileceğini söylemesi yetiyor. 

Ve en önemlisi: Erdoğan, Türk halkıyla arasında müşteri-esnaf ilişkisi kurmayı başarmış durumda. 

Anadolu’daki pek çok şehir halkı, vatandaş değil Erdoğan’ın sadık müşterisi. 

Hani şu sürekli kıyak yapılan, ona özel indirimler ve muamele olan müşteriler. 

Bu kesim kendini ayrıcalıklı müşteri gibi görüyor. 

Erdoğan’ın halkı değil, velinimetleri onlar…

Bu düzeni kim bozmaya, kırmaya, yıkmaya kalkarsa 5 yıl daha (umarım o kadar uzun sürmez) hain ve terörist muamelesi görmeye devam edecek.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Nedim Bey, şöyle demişsiniz: “Gelin görün ki, ne kadar kaçarsam kaçayım, Türkiye ve Erdoğan soruları peşimi bırakmıyor.”

    Onlar sizin peşinizi bırakmıyor değil, siz sosyal medya takip etmeyi, haberlere, gündeme bakmayı bırakmıyorsunuz. Her defasında “tarihe not düşme” amacıyla yazdığınızı söylüyorsunuz ama bence siz de, diğer yazarlar da tüm insanlık tarihini dolduracak kadar not düştü. Bence bu kadar not yeterli. Bu siteyi ve yazılarınızı okuyanlar zaten siyasi olarak az çok aynı görüşte ve herkes ülkede olanlarla ilgili her şeyin farkında. Bu yazılarınızın artık kime ne faydası kaldı anlamış değilim. İçerideki insanlara mı faydası var, okuyanı mı geliştiriyor, sizi mi rahatlatıyor? Rahatlattığını da sanmıyorum. İşte gördüğünüz üzere daha iki önceki yazınızda siyasete lanet etmişken ve sonraki yazınızda başka konulara değinmeye başlamışken yine bu yazıda siyasete döndünüz. Bu bence bizim Hizmetteki köşe yazarlarında artık patolojik bir takıntı seviyesine ulaşmış. Siyaset gibi, neredeyse hiçbir kontrolümüzün olmadığı ve ahiret hayatımıza etkisinin nispeten az olduğu bir şeyle bu kadar hemhal olurken kendi bireysel manevi hayatımızı ve yakın çevremizi ihmal ediyorsak bizim için Erdoğan’dan büyük musibet budur. Veya sizin için buna okurlarınızı ihmal etmek de dahil edilebilir.

    Tüm bu siyaset takıntısının sebebinin de büyük oranda sosyal medya olduğunu düşünüyorum. Benden size tavsiye, eğer sosyal medya takip ediyorsanız bırakın, gündem takip ediyorsanız azaltın. Böylelikle hayatınızda çok daha verimli olacak ve okurlarınıza faydalı yazılar yazacaksınız.

  2. “VERİN YÜZDE 80 i, biz yüzde 20 ye, BU İŞ HUZUR İÇİNDE ÇÖZÜLSÜN”

    Türkiye, MATEMATİĞİN ve İSTATİSTİK in konusudur…

    (Bu yazı, atom fiziğine de lanet olsun ruh haliyle, onca yıla rağmen şu Almancayı öğrenemediği için canı sıkılmış adamın evine dönerken Tren beklediği saatlerde yazılmıştır)

    Türkiye ile ilgili yapılacak her değerlendirme, sosyal bilimlerin her türlüsü çerçevesinden yapılan her açıklama, siyaset sosyolojisinden, psikolojisinden tutun geniş yelpaze de ekonomiye kadar, Matematiğe başvurmak zorunda artık.

    Ayıp olmuyor mu diğer disiplinlere derseniz, eski kurallar olsaydı, evet haklıydınız, yasamanın, yürütmenin yargının ayrı ayrı erkler olarak kuvvetler ayrılığı prensibiyle ana sistemi beslediği sistem olsaydı, siyaset biliminden, siyasat sosyolojisine, ekopolitikten, psikolojiye, ekonomiye ve türlü türlü tüm disiplinlerin sağlıklı bir katkısı olacaktı elbet.

    Bir cami düşünün, kubbesindeki her taşın, sosyal bilimlerin bir disiplini gibi, hepsinin bir birini destekleyerek ayakta tuttuğunu kubbeyi, öyleydi hal. Peki ya öyle mi şimdi. Elbette değil.

    Tüm siyasal yorumların eski mantığa göre yapıldığı sistem çöktü, yorumlarda. Hatta, öyle diyebilirim ki, bir yanda Asrı Saadetten günümüze kadar Siyer mantığıyla düşünen bilim dışı, metafizik alanın temsilcileri, bildiğimiz Alimlerin, zahidlerin, abidlerin, evliyaların, kutupların, aktapların, kutbul azamların, diğer yanda tüm ezotorik temelli ya da değil tüm futuristik tahminlerin de bir türlü isabet ettiremediğini.

    Yorumların, tahminlerin, işaretlerin, beşaretlerin bir türlü yerini bulamadığı bir zamanda, iş geldi dolaştı durdu, İstatistik e oradan dda Matematiğe dayandı.

    Kısaca, bilimlerde gittiler, döndüler dolaştılar, asıl bilime kaynak temel sağlayan, bilim dalından öte, bir SENSEİ modundaki Matematiğe rücu ettiler.

    Bu nedenle Matematiğe başvurmalıyız Türkiye için.

    Açayım artık..

    İtalyan Ekonomist, Vilfredo PARETO, İtalyada ki arazilerin yüzde 80 inin, nüfusun yüzde 20 sine ait oldgunu gözlemiş, bununla yetinmemiş pek çok ülke nazarında da bunu araştırınca aynı sonuçla karşılaşınca bu durum olmuş mu karşımıza artık Pareto ilkesi olarak.

    İlke dediğime bakmayın bu bir çeşit kanun gibi işlerlik kazanmış.

    Mesela, şaşırtıcı şekilde, dünyanın en zengin 10 adamın zenginliği incelendiğinde de, üçünün zenginliğinin diğer 7 kişiden daha fazla olduğu gözlemlenmiş, Warren Buffet, Carlos Silm Helu ve Billgate.

    İş dünyasında yapılan araştırmalarda, Satışların yüzde 80 inin de, müşterilerin yüzde 20 sinden geldiği de ortaya çıkmış mı birde efendim.

    Buyrun size GÜÇ YASASI. Buna güç yasası da demişler aslında. İlke diye hafife almayın demiştim dimi efendim.

    Güç yasası ilişkisinin büyüklükle değişmeyen doğası nedeniyle, bu ilişki gelir sınıflarının dier alt kümelerinde de geçerli oluyormuş.

    Yani hangi büyüklüğü alırsanız, onun içinde bir gruplama yaparsanız, güç bağlamında, bu denge noktası yüzde 20 ye, yüzde 80 oluyormuş.

    Zaten bu nedenle, İş dünyası düşünürü Joseph Juran da bunu bir ilke olarak önermiş, Pareto İlkesi.

    Ama Almancayı 4 yıl olmuşta bir türlü öğrenememiş arkadaşım bak Pareto ilkesi ekonominin konusu dediğinizi duyar gibiyim, gibiyim de öyle değil, Matematiğin, istatistiğin bir çeşit ekonomiye bahşiş niteliğinden verdikleri ulufe niteliğinde bunlar. Büyük Liderimizin deyimiyle lütfen “çok da şey yapmayın” yani. Ona bakılırsa da, Rassallık ta Matematikte, ama Borsacılar aşırdılar onu, forex den tut, türlü türlü piyasalara uyguluyorlarda uyguluyorlar, Kumarın Matematiği olarak kullanıyorlar. Birşey demiyoruz dimi.

    Uzatmayalım, Matematiksel olarak;

    Yeterince fazla sayıda katılımcının paylaştığı bir şey olması durumunda, her zaman 50 ile 100 arasında öyle bir k sayısı olacaktır ki %k, %(100-k) katılımcı tarafından paylaşılmış olsun. k, eşit dağılım olan 50’den, az sayıda katılımcının kaynakların neredeyse tamamına sahip olduğu 100’e kadar değişebilir. 80 sayısı ile ilgili özel bir durum yoktur fakat çoğu sistemde dağılımda dengesizliğin orta noktası olan bu civarda bir k değeri görülür….

    denmektedir, bununla birlikte, sosyal hayata Matematiği vurduğunuzda da Karmakarışık ülkelerin, kaos içindeki ülkelerin, bu orana geldiğinde DURULDUĞU, SAKİNLEŞTİĞİ, KENDİ YERİNİ BULDUĞU GÜLMÜŞ.

    İyi kötü demiyorum efendim, sadece dengeye geldiğini söylüyorum.

    Bu sistem, emin olun bir gangster çetesinin de içinde öyledir, melek gibi insanlar topluluğunda.

    Denge mi istiyorsunuz, illa tutturacaksınız, bu yüzde 20 ye yüzde 80 ilkesini.

    Şampanya bardağı etkisi adı verilen, eşitsizliği gözle görülebilir ve anlaşılabilir şekilde ortaya koyan, dünyanın gelirinin %82,7’sini kontrol edenlerin nüfusun % 20’sini oluşturduğunu biliyor muydunuz mesela.

    Küresel gelirin dağılımının büyük dengesizliğini gösteren eğri, 1992 Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Raporu’nda yer almıştı yüzde 20 ye yüzde 80 olarak.

    Bakın mesela, Dünyanın GSMH ı, 1989 da nasılmış.

    Dünya GSMH’sinin dağılımı, 1989
    Nüfus yüzdesi Gelir
    En zengin %20 %82,7
    İkinci %20 %11,7
    Üçüncü %20 %2,3
    Dördüncü %20 %1,4
    En fakir %20 %1,2

    Zaman içinde de pek değişmemiş hatta daha sertleşmiş bu oran, katı-sticky olmuş.

    Pareto İlkesinin, aynı zamanda ABD’deki artan ekonomik eşitsizliğin ‘beceri-önyargılı teknik değişim’ ile ilişkisini vurgulamak için kullanıldığını biliyor musunuz dersem, sanırım konu daha aydınlatıcı olur, kafamızda AKP Ampulu gibi ışık, şimşek çakar.

    Pareto ilkesinin kalite kontrolde birçok uygulaması dahi var, mesela bütüncül kalite kontrol ve altı sigma için anahtar araçlardan biri olan Pareto grafiği kullanıldığını biliyor muydunuz. Anlamadınız ama olsun, bende anlamış sayılmam, öyle derler.

    Pareto ilkesi, taşımacılık ve mal saklama ve yenileme maliyetleri ile birlikte mal depolarının eniyileştirilmesi amacıyla yapılan tedarik işlemlerinde yaygın olarak kullanılan ABC-çözümlemesi ve XYZ-çözümlemesi içinde kullanılırmış,

    Bilgisayar biliminde ve elektromekanik enerji çeviricileri gibi mühendislik kontrol kuramında Pareto ilkesi en iyileme uygulamalarında da kullanılırmış,

    falan fişmekan..

    Kısaca, bu Pareto olayı, bildiğiniz çamur gibi nereye atıyorsanız oraya yapışıyor tutuyor. Türkiye deki İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunlarının hakkı gibi, kaymakam, uzman, müfettiş , devletin tüm bakanlığında çalışabiliyorlar ya hani, onun gibi, hadi anladık İBF Mezunu Maliye de Hazine de şurada burada çalışırdı, abim ne alakası var, Milli Eğitim Müfettişi de İBF mezunu olabiliyor, yahu İdari Hakim dahi olabiliyorlar.

    Her türlü nosyon, mosyon, misyon hepsi var kısaca.

    İşte buradan anla sen yol ver Pareto ya.

    Bakın, bu ilginizi kesin çekecek,

    Gelir artışı yeni teknolojilerden ve küreselleşmeden yararlanmak için gereken eğitim ve becerilere sahip olanların payına düşmektedir denir, arka planda.Bu konuda açıklama yapan, Paul Krugman New York Times’ta bu “80-20 yanılgısı”na, son 30 yıldaki ekonomik büyümenin yararlarının en büyük % 20’den çok en büyük % 1’de yoğunlaştığından yola çıkarak “doğru olduğu için değil, ama rahatlatıcı” diyerek izin verildiğini de söylemiş, söylemişte aman benden duymuş olmayın.

    Yani, bildiğiniz bir İllumunati kokusu bile var, dünyanın yüzde 1 ini elinde tutan kesim, yüzde 1 ile yüzde 99 arasına bir perde olarak yüzde 20 yi koymuş iyimi..

    Oh my God diyorum sadece, Oh my God.

    Pareto de, 48 saat düşün yani…

    İllimunatiye de çok suç atmamak lazım, bakınız mesela ne olmuş.

    Pareto İlkesi o kadar önemsiz konular içinde geçerli ki.. En sevdiğimiz giysilerimizin % 20’sini zamanın % 80’inde giymekte olduğumuzu, hatta zamanımızın % 80’ini tanıdıklarımızın % 20’siyle geçirmekte olduğumuzu biliyor muydunuz.

    Bilmiyorsanız efendim işte siz hayatı yanlış yorumluyorsunuz.

    Hayatı boşverelim de, bağlamımız Türkiye olunca, iliğimizi kurutan, ulan ne zaman şurası adam olacak diye ömrümüzü tüketen zamanımızı törpüleyen bir durum olunca, işte o zaman PARETO ya bak ve koş Matematiğe koş diyorum efendim..

    Diz çökecek tüm bilimler, disiplinler, Matematiğin önünde. Şimdilik Türkiye ne zaman DURULACAK diyenlerin gözünde.

    Dikkat edin, Türkiye ne zaman düzelecek konusu Matematiğin konusudur demiyorum, işte o matematiğin konusu değil, Çalmayacaksın, çırpmayacaksın, öldürmeyeceksin, seveceksin, adil olacaksın, kutsal kitaplardan, hatta kutsal olmayan diğer din kitaplarından tut, bilumum bilime, modern anlayışa, hatta 23 Nisan da şiir okuyan bebelerin dudaklarında bile var çözüm.

    Peki, ozaman sadede gelirsek, bu Matematik, İstatistik ve özelinde Pareto İlkesi bize nasıl ilaç olur, ne zaman bu ülke DURULUR.

    2 aylar, aha iki seneler, falancanın 4 devirleri vs diye diye geçen ömrümüze bir katkısı yok mu.

    Var arkadaşım var..

    Pareto tam da bu nokta da işe yarıyor.

    Türkiye ne zaman DURULACAK, DENGEYE gelecek?

    Erdoğan yüzde 80 oy aldığında,

    Milli gelirden pay alma da, nüfusun yüzde 20 sinin GSMH in yüzde 80 ini aldığında, kalanların önüne yüzde 20 yi alın uleyn paylaşın şunu dediğnde..

    Akp liler, devlet kurumlarının yüzde 80 ini dolduracağı ana kadar,

    Ordu ve askeri bürokrasinin yüzde 80 ini oluşturup, kalanı lutfen diğerleriyle paylaşacağı ana kadar,

    Türkiye, DURULMAYACAK efendim.

    Ben söylemiyorum vallahi. Pareto söylüyor, Matematik söylüyor.

    Üzülerek söyleyim ki, seçimlerde hala yüzde 50 ye 50,

    ekonomi dersen, nüfusun zengin yüzde 20 si, GSMH in yüzde 50 sini yiyor şu an. Doyup sindirip kenara çekileceği daha koca bir yüzde 30duruyor.

    İşte bu olana kadar Durulmayacak efendim Türkiye.

    Bak, demedi demeyin, birgün, Almancayı öğrenememiş, canı sıkkın tren beklerken, atom fiziğine de lanet olsun modunda birisi TR724 de yorum yapmıştı der hatırlarsınız.

    Bu nefret dili, Bunlar,, şunlar, onlar… teröstler, bölücüler .. vs şeklindeki o duyma bilmeyen insanları ezen yok eden parçalayan nefretler yüzde 20 ye yüzde 80 oranında bir dengeye gelene kadar,

    Maalesef,

    TÜRKİYE, durulmayacak.

    Pareto bunu vermişte kardeşim çözümü yok mu, tespit etmiş gitmiş, doğru tespit etti hadi diyelim, nerede ÇÖZÜM derseniz,

    merak etmeyin efendim..

    PARETO OPTİMAL diye bir kavram var.

    O denge DURULMA, SAKİNLEŞME, yada felç olmamı dersiniz, BİTKİSEL DE OLSA stabil hayat mı dersiniz, ne derseniz deyin, bunun çözümü de, Pareto optimal kavramıyla çözülüyor.

    Ama o başka bir konu.

    Özetle şunu söyleyeyim ki.

    Bakınız,

    Candan mı Mal dan mı.. verilmeli..

    Çözüm burada.. Ömür geçiyor, durulalım ulan kalan ömrümüz ne kadar ki, şurada öleceğiz deyip,

    Erdoğana ve zihniyetine her türlü yüzde 80 leri verip kalan zamanı rahat mı yaşayalım züğürt bile olsak, tadıyla tuzuyla sinmiş halinde..

    Yoksa yavaş yavaş bu cinnet ruh halini, yüzde 80 e yüzde 20 noktasına gelene kadar yaşamak mı..

    Karar sizin.

    Matematiğin suçu yok, Paretonun hiç suçu. Hatta çözüm bile önerdi.

    Herşey gönlünüzce olsun güzel insanlar.

    Bu yazıyı ahanda buraya bırakıyorum, tarihe not olarak kalsın.

    “VERİN YÜZDE 80 i, BU İŞ HUZUR İÇİNDE ÇÖZÜLSÜN”.

    Trenim de geldi. Yazım hataları için özür dilerim. Çokta şey etmeyin, yoksa orada da pareto geçerli, yüzde 20 hatalı yazıları bile okuyormuşuz diycem de, taş atarsınız şimdi. Şaka şaka. Herşey gönlünüzce olsun efendim.

    Mit freundlichen Grüßen

    birbenvarbendeniçeru…. ahmetinahmet

  3. Yazara akıl verecek durumda değilim. Tespitleri önemsiz de demiyorum.
    Bilmiyorum, sadece bana mı öyle geliyor. Ama son seçimlerden sonra siyasi analizler artık anlamsız gelmeye başladı.
    Dünyanın en kral tespitini yapsanız ne yazar?
    Bir defa burada kendi aramızdayız, dışarda kitlelerin bundan haberi yok.
    Ha, olsa da bir şey değişmiyor.
    2016 yılı başında Trump seçmenini anlatırken, “Bu inanılmaz bir şey. New York´ta bir köşede dursam, bir adamı vursam, yine de seçmenimi kaybetmem” demişti.
    Türkiye´de de öyle bir siyasetçi-seçmen ilişkisi var. Başlarındaki kişi veya AKP´nin önde gelenleri sokak ortasında bir yakınlarını vursa veya tecavüz etse, galiba yine de kararları değişmez.
    Zaten buna benzer olaylar olmadı mı?
    Rabia Naz, Sinan Ateş gibi öldürme olayları ve cinayetlerin ucu AKP ve MHP´ye çıktı, kimsenin umurunda olmadı.
    Evet, hepimiz biraz depresif bir havaya büründük.
    Bunun sebebi kaybedilen seçim değil. Bunun sebebi, mantıklı argümanlar ile, akıl ile, mantık ile, zulümleri gözler önüne sermek suretiyle zulmü destekleyenlere etki edebileceğimiz inancını kaybetmemiz.
    Onun için, siyasi analizler yerine daha farklı konular belki okuyucu için de daha faydalı olur sanıyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin