AHMET KURUCAN | YORUM
Cumartesi annelerinin pasif direnişlerinin 30. yıldönümü 27 Mayıs 2025 tarihine denk geliyor. Aslında bu tür yazılar tam da o gün yazılır. Ben tersini yapıyorum. Çünkü balık hafızalı bir toplumuz ya da günde yüzlerce birbirini aratmayacak manşetlik gündemlerle alabora olduğumuz için unutuyoruz. Ama Cumartesi Anneleri unutulacak bir şey değil.
Onun için bir ay öncesinden bu acıya ve bu gerçeğe parmak basarak bir farkındalık oluşturmak istiyorum. Belki birileri, “Aaaa bak bir ay sonra Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin 30. yıldönümüymüş. Bu konuda biz de bir şeyler söyleyelim, yazalım, dosya hazırlayalım, programlarımızda yer verelim vs.” derler.
Önce bu eylemin tarihçesi adına kısa bir bilgilendirmede bulunayım, sonra yorumlarıma geçeceğim.
Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995 yılından bu yana her hafta İstanbul Galatasaray Meydanı’nda toplanarak, gözaltında kaybedilen evlatlarının akıbetini soran ve devletin bu kayıpların sorumlularını adalet önüne çıkarmasını talep eden anneler, aile yakınları ve hak savunucularının oluşturduğu barışçıl bir direniş grubu. İlk oturma eylemlerini Arjantin’deki Plaza de Mayo Anneleri’nden ilhamla, 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü gerçekleştirmişlerdi.
Her hafta saat 12.00’de Galatasaray Lisesi önünde buluştular, kayıplarının fotoğraflarını taşıyarak sessizce oturdular. Talepleri çok açıktı: “Kaybedilenlerin akıbeti açıklansın. Öldürüldülerse mezar yerleri gösterilsin. Sorumlular yargılansın. Devlet sorumluluğunu kabul etsin ve artık hiçbir birey devlet gözetiminde kaybedilmesin.”
Peki Devlet Ne Yaptı?
Orantısız güç kullandı. Yasaklamalara ve polis şiddetine başvurdu. 1999’dan itibaren zaman zaman artan baskılar nedeniyle eylemlere ara verildi. Ama o anneler yılmadı. Her yasaktan sonra tekrar geldiler, oturdular, sustular, beklediler. Hâlâ bekliyorlar.
Bu tarihi süreci anlatan ansiklopedik bilgilerden sonra gelelim bir itirafa, özür dilemeye ve yoruma.
İtirafim şu: 1995-2000 yılları arasında Türkiye’de hem de İstanbul’da yaşamış, Zaman Gazetesinde çalışmıştım. Geriye dönük hafızamı yokluyorum. Cumartesi Anneleri’ne dair özel bir duyarlılık geliştirdiğimi hatırlamıyorum. Çalıştığım gazetede bu eylemin haber sayfalarına taşındığını biliyorum. Hatta haber koordinatörü olduğum dönemlerde “Haber fotoğraflı-fotoğrafsız yayınlansın, birinci sayfada göbek-etek haber olsun, devama dönelim-dönmeyelim!” türünden kararlara sözlü olarak katkım olduğunu da hatırlıyorum. Ama üzülerek ifade edeyim hafızamın ve kalbimin derinliklerine indiğimde daha öte bir şey bulamıyorum.
Özürüme gelince: o annelerin feryatlarına sırtımı dönmesem de yeterince yüzümü çevirmediğim için özür diliyorum. Zalimin zulmü karşısında susan ‘dilsiz şeytan’ olmasam da eylemsizliğimle, duyarsızlığımla o dilsiz şeytanlara dolaylı olarak yardımcı olduğum için özür diliyorum.
O anneler gözyaşlarıyla meydanlarda otururken, polis joblarının altında eziyet çekerken bir bardak su ile, bir demet karanfil ile bile olsa onların yanında olmadığım için özür diliyorum. Bu özrü kabul ederler mi, bilemem. Ama ben yine de bu cümlelerle içimdeki vicdan azabına bir ses vermek istiyorum.
Rahatladım mı peki? Hayır, itirafımın sonunda bir ikinci itiraf: Hâlâ rahatlamış değilim…
Gelelim yorumlarıma; Cumartesi Anneleri çok basit bir terkip gibi duruyor karşımızda. Ama ardında ne kadar çok şey saklı! Acı, sabır, hakikat, mazlumiyet, mağduriyet, masumiyet, haysiyet, direnç, vakar, gözyaşı, ümit, mücadele, dua. Bu madolyonun bir yüzü. Diğer yüzünde ise zalim ve hoyrat bir devlet, orantısız güç, utanç, gözaltı, nezarethane, karanlık dehlizler, işkenceler, mahkemeler, sürgünler, hapisler ve daha neler neler.
Bana sorarsanız bugün o meydana karanfil bırakan her bir anne ve her bir karanfil milletin vicdanına hitap etmektedir. Eğer bu ülke birgün temel insan hak ve özgürlüklerini kabullenen ve koruyan bir sistemle tanışacaksa, bu dönüşümün arka planında Cumartesi Anneleri’nin sessiz direnişi mutlaka yer alacaktır.
Son sözüm size, ey Cumartesi Anneleri!
Siz evlatlarınızın izini sürdükçe, bu ülkede insanlığın tamamen kaybolmayacağına dair ümidimi koruyorum. 30 yıl sonra da olsa, mahcup bir şekilde kelimelerimle, dualarımla, yazılarımla yanınızda olmak istiyorum.
Biliyorum; belki bazılarınız bu yazıyı bir “Geç kalmış temize çekme!” girişimi gibi okuyacak.
Ama hayır…
Bu ne bir taktiksel hamle, ne de bir itibar kurtarma çabasıdır. Bu sadece ve sadece bir insanlık borcudur.
Ben de aynı kanaatteyim.Vicdanımın sesi oldunuz. Allah razı olsun.
Derin devlet kendi ırkında olan siz hizmet hareketi mensublarına bu tarifsiZ zülmü yapıyorsa, Kürtlere
neler yaptığını, yapıyor olduğunu ve yapacığını varın siz ve sizin gibi uyanan vicdanlar düşünsün..
Şimdi sıra chp ye geldi. ve bu çarpışma son çarpışma gibime geliyor… Bundan sonra zülüm görmeyen kalmayacağından bir ferahlık olacak gibime geliyor…
Irkla ne alakasi var! Anadoluda kimin ne Irktan oldugu da belli degil zaten buna Kürdüm diyenlerde dahil. O Derin devlette Yahudisi de var, Kürt ü de var, Ermeniside var, zaten Derin devlet demek 150 Yildir Bati Zindika ve Avaneleri demek!
Hem Irki birak Amcan bile en Kötü zalim olabilir. Ebu Leheb EFENDIMIZIN (sav) Amcasi ….