Umut ve geri dönüş

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

CHP Gençlik Kollarının hazırladığı 10 Kasım videosunu izledim.

Video şöyle: Genç bir kadın bir taksiye biner ve havalimanına gitmek istediğini söyler. Taksici yaşlı bir adamdır. Genç kadına tatile mi gittiğini sorar. Kadın, oldukça hüzünlü bir şekilde tatile gitmediğini, temelli gittiğini, yani ülkeden ayrıldığını söyler. Yaşlı taksici “Hayırdır kızım” der. Genç kadın, umudunun kalmadığını söyler. Belli ki ülkeden umudunu kesmiştir. “Bu kadar çabala, didin, çalış… Artık umudum kalmadı!”. Sonra taksiciye sorar: “Sizin de öyle değil mi? Sizin kaldı mı umudunuz?” Yaşlı taksici gülümser ve yanıt verir: “Bizim? Bizim umudumuz sizsiniz kızım!” Bunu söyledikten sonra arabayı yolun kenarına çeker. Kız bu duruma anlam veremez. Taksici arabadan iner. Sirenler çalmaya başlar. Taksici esas duruşta bekler. Genç kadın da arabadan iner. 10 Kasım olduğunu anlamıştır. O da taksicinin arkasında saygı duruşuna geçer. Uzakta, yolun sonunda büyük bir Türk bayrağı görülmektedir. Bayrak yarıya inmiştir. Etrafta başka araçlar da durmuş, şoförleri yolda saygı duruşunda bulunmaktadır. Taksici ve genç kadın, siren sesleri bitene dek saygı duruşunda beklerler. Arka fonda konuşmacı şunları söyler: “Atamızın bize en büyük mirası, zor zamanlarda bile kaybetmediği umudu! Onu yasla değil, umutla analım. Hayalindeki ülkeyi kurmak için hep beraber çalışalım. Yılmadan, umutla!” Yaşlı taksici geriye döner, genç kadının yüzüne bakar, sonra ona taksinin arka kapısını açar. Yola çıkarlar. Genç kadın şoföre seslenir: “Amca!” Yaşlı adam: “Efendim kızım?” Genç kadın: “Haydi, geri dönelim!” Yaşlı adam büyük bir sevinçle ve gülümseyerek: “Tabi kızım, sen nasıl istersen! Sen nasıl istersen!” Taksi U-dönüşü yapar. Genç kadın başını cama doğru kaylaştırır ve yukarılara bakar. Camda yoldaki bir Atatürk posterinin yansıması görünür. Genç kadın gülümser.

Benim 2016’da, Almanya’da yaşadığı 15 yılın ardından Türkiye’ye dönmeyi seçmiş, hem de bu uğurda peşinden Türkiyeli olmayan eşini ve dokuz aylık biricik kızını sürüklemiş idealist bir insan olarak bu izlediğim videodan etkilenmemem söz konusu olamazdı. O genç kadının mizansen gereği canlandırdığı duyguları ben bizzat yaşadım. Ülkeden ayrıldığımda 19 yaşındaydım. Ülkeye geri döndüğümde neredeyse 35. Ülkeden ve halkımdan vazgeçmemek, toplumuma katkıda bulunmak, sevdiğim ülkede, doğduğum ve büyüdüğüm kentte, çocukluğumun geçtiği semtte yaşamak, binlerce öğrenci yetiştirmek, düzgün insan olmak, babamı görmek…

Tüm bu duygularla ülkeye döndüm. Bana aptal diyenlere, vazgeçirmeye çabalayanlara, rasyonel bir ton gerekçeye, hatta pederin “Bence hata edersin!” demesine karşın, dönmeyi seçtim. Eşsiz bir deneyimdi, toplam dokuz yıl Türkiye’de yaşamak. O dokuz yıl içinde dokuz aylık kızım dokuz yaşını doldurdu. Eşim Türk vatandaşı oldu, Türkçeyi birçok Türkiyeliden iyi konuşmaya ve yazmaya başladı. Babamı, babaannemi ellerimle mezarlarına koydum. Öğrencilerim ilk sene Kocaeli Üniversitesi’nde benim için bir hatıra defteri doldurdu. İçine bin bir güzel şey yazdılar. Güzel meslektaşlarım, dostlarım, komşularım oldu. Mahalledeki bakkaldan yufkacıya, pastaneden çiçekçiye, hayvan dükkânından DVD’ciye, sevilen ve saygı gören bir insandım. Ayrıldığım bir üniversiteye geri döndüğümde boynuma ilk hizmetliler, çaycılar sarılırdı. Asla insan ayrımı yapmadım. Ülkemi ve insanlarımı çok seviyordum.

CHP’nin 10 Kasım videosu beni o günlere geri götürdü. Göz pınarlarımdan ince-ince süzülen yaşları sildim, kendime kızdım. Fakat ne yaptıysam, o genç kadını ve yaşlı taksiciyi kafamdan atamadım. Bu yazıyı yazmaya karar verdim. İyi de nereden başlasam? Yazı başladı, evet, ama duygular öyle yoğun ki ve çelişkiler öyle yaman ki, bu yazı nereye gidecek? Neye bağlanacak ve nasıl bitecek? 

Aklıma 10 Kasım’larda İstanbul’daki yatılı ilkokulum Taşmektep’te bana okuttukları vatansever, milliyetçi şiirler geliyor. Büyük bir coşkuyla, benim okuttuğum Andımız’ı tüm okulun tekrar edişi, öğretmenlerin kiminin gözyaşlarını tutamayışını anımsıyorum. Dedemin evimizdeki kalorifer direğine Türk bayrağını törenle göndere çekişini, sonra saygı duruşunda bulunuşumuzu düşünüyorum. O günlerden bu günlere Türkiye ve Türkiye toplumu mu çok değişti, ben mi çok değiştim, yoksa her şey mi çok değişti, bilemiyorum. Andımız ne zaman birleştirici özelliğini yitirdi? Kürtlerin varlığını ilk kez duyduğum 1980’lerin başında mı? Bayrak algım ne zaman sevginin yerini korkuya bıraktı? 2016’da devletin beni kara listeye almasından ve sonra da benimkiyle beraber eşimin ve çocuklarımın pasaportlarını geçersiz kılmasından sonra mı? 10 Kasımlar ne zaman çocukluğumdaki 10 Kasımlar olma özelliğini yitirdi? Dersim Katliamı’nın 1938’de gerçekleştiğini öğrendikten sonra mı, yoksa Türk-üstünlükçü ırkçı milliyetçiliğin ayırtına giderek vardığım akademik okumalardan itibaren mi? Türk devletine aidiyet duygumun tümüyle bitişinin nedeni neydi? Devletin 11 ve 7 yaşlarındaki çocuklarımı bana zarar vermek için hedefine almasından sonra mı? Türkiye’de yaşarken dokuz yıl boyunca tüm milli bayramlarda mahallede balkona Türk bayrağını ilk asan eşimin, Türkiye’den nefret eder noktaya gelmesine ne neden oldu? Benim son beş yılda çektiğim stresler, yaşadığımız ağır travma, devletin resmi gazetesinde hain ve terörist ilan edilmem mi?

CHP Gençlik Kollarının 10 Kasım videosunu izlerken, her şeye karşın göz pınarlarımın doluşu ve kendime kızışım, duygusal bağ ile bu duygusal bağın oluşunu rasyonel olarak reddedişim – bunlar nasıl çelişkilerdi böyle?

Bugün o ülkede milyonlarca insan devletin resmi takibatından geçmiş. O ülkede Kürtlerin yaşadığı kentler, kasabalar, mahalleler, köyler, ordunun ağır silahlarıyla uzaktan bombalanmış. O ülkenin bebekleri anneleriyle beraber hapishaneye atılmış. O ülkedeki gazeteciler, yazarlar, aydınlar, akademisyenler, düşüncelerinden veya kanaatlerinden ötürü terörist damgası yemişler, zindanlarda çürümekteler. O ülkeden kaçmaya çalışan aileler, minik çocuklarıyla beraber Ege’de, Meriç’te can vermiş. Sadece birilerinden değil diye, o ülkede insanlara aile boyu zulmedilmiş. O ülkede bir gecede yüz binlerce kamu görevlisi, yargıç, savcı, polis, vali, kaymakam, akademisyen, öğretmen, asker, diplomat, ekonomist, mühendis – yetişmiş insanlar – hain damgası basılıp, tüm özlük hakları gasp edilerek işlerinden atılmış. O ülkenin işadamlarının mallarına çöreklenilmiş, buna ganimet denmiş.

Umut güzel. Geri dönmek güzel! Hiç gitmemek güzel! Mücadele güzel! İyi de, bu zulümler ne olacak? Bu yaşanmışlıklar! Bu felaketler! Bu kâbus! Bu yıldırma! Bu tükenme! Bu korku! Bu ezilmişlik! Bu ayrımcılığa uğramışlık! Bu dışlanmışlık! Hepsinden önemlisi, bu ihanet!

Hayır. İçi boş vatan, içi boş devlet, içi boş yurtseverlik, içi boş umut ve direniş istemiyorum. Hayır. Sembollere indirgenmiş ve anıtlaştırılmış lider kültü, kalıplaşmış doktrin, ayrımcı etnik nasyonalist kimlik, birilerinin mutluluğunun diğerlerinin mutsuzluğu oluşu: bunlara karnım tok! Hayır. Devletin birilerinin devleti olması, onların devletinin bizim sahibimiz oluşu, bizim o kutsal devlet uğruna harcanmamız falan, bunlar doğru değil. Hayır. Birilerinin devletin nimetlerinden yararlandığı, insanların ise sağmal inek muamelesi gördüğü, maraba olarak konumlandığı, en temel vatandaşlık hak ve hizmetlerinden mahrum bırakıldığı bir ülke olmasın varsın! Hayır. O ülke mahallemdeki güzel esnafın, parıldayan öğrencilerimin, yattığı yerde çoktan toprağa karışmış olan babamın ülkesi değil. Hayır. Bunca zulüm üzerine duygularıma yenik düşecek, her şeye karşın “olsun” diyebilecek raddede değilim, olamam da bundan sonra hiç!

Umut ve geri dönüşün koşulları bugünkü ülke, bugünkü devlet, bugünkü toplum olamaz. Ve hayatın gerçekliğinde, o genç kadın o taksiden inmez.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

12 YORUMLAR

  1. SÜRİ̇YE NASIL Kİ TARUMAR OLDUYSA….

    Süriye deki yönetimin zülümleri neticesi ilk fırsat da halk biribirini boğazlamaya başladı. Çoğunluk olmasada, örgütlenmiş bir kesim devleti ele geçirip, ekseriyete baskı yapmış ve netice bugünkü durumu doğurmuş.
    Türkiye ya insan hak ve hürriyetlerine saygılı bir toplum ve yönetime evrilecek yada tarumar olup gidecektir.

    Bu zülüm böyle devam ederse inanın bana, birbirlerinede zülme başlayacaklardır. Peker gibi…
    Hatta bir gün Berat Albayrak’ın bırakın havaalanında uçakla, Meriç ten kaçacağına şahit olacağız.

  2. Eğer o taksici insanları temsil ediyorsa öyle bir taksici olamaz. Öyle bir taksici profili çizmişler ki merak ediyorum bu taksici muhafazakar mı, milliyetçi mi, oh olsun diyenlerden mi, sesini hiçbirşeye çıkarmayan kemalistlerden mi, kürt mü, ulusalcı mı, tarikatçı mı, intikam yemini edenlerden mi, soykırımcı mı, soykırıma sesini çıkarmayan mı, askerin kafasını kesenlerden mi, khk ya sesini çıkarmayan laikçilerden mi, oh olsun size diyen kemalistletden mi, kan banyosundan bahseden ve onu çılgınca alkışlayan insanlardan mı, hamile kadınlara eziyet eden islamcı ve ülkücülerden mi, onlara gizli destek veren ulusalcı kemalistlerden mi? Bu taksici kim? Uydurmuşlar, kesinlikle böyle bir taksici profili yok. Taksiciyi çağdaş bir atatürkçü yapmışlar, gideni de küsmüs bir atatürkçü. Yurt dışına kaçan insan profili ile onların çizdiği profil uymamaktadır. Rol çalmışlar. Mağdurların rolünü normalde oh olsun diyen bir atatürkçü kadına vermişler. Sonra taksici asla gitme demez. Çünkü taksici ya oh olsunculardan ya da rejimin diliyle kaçanlara hain gözüyle bakmaktadır. Eğer atatürkçü bir taksiciyse, onların bakışının dincilerden hiç bir farkı yok hatta el ele tutuşmaktadırlar. Sırf dincilerin eli rahatladın diye onlara irtica demekten bile vazgeçtiler. Laiklik elden gidiyor bile demediler. Yani kaçan bir insana karşı laiklerinde dincilerden tutum olarak farkı yok. Hırsızlık yapmışlar, mağdur insanları yok saymışlar, yerine atatürkçü bir kadını koyup taksiye bindirmişler. Mağdurların hikayesini sanki atatürkçü kadın yaşıyormuş gibi göstermişler. Mağdurları resmen gömmüşler. Demek ki gelecekte mağdurları bu şekilde gömecekler. Yani hak vermek yerine mağdurların yerine kendilerini koyacaklar. Bence taksiye binen hamile bir atatürkçü olsaydı, yada işkence gören bir atatürkçü, yada tedavisi geciktirildiği için iyice yayılan bir kanser hastası atatürkçü, yada açlıktan ölmesi için bütün sosyal hakları elinden alınan bir atatürkçü, işinden hiçbir gerekçe olmadan atılan bir atatürkçü de olabilirdi. Taksicinin müşteriye saygısı iki kutuplu bir dünya varsayıldığı içindir. Dinciler ve atatürkçüler. Fakat bu sefer isim koymuyorlar. Yani eskisi gibi dincilere irtica demiyorlar, laiklik elden gidiyor demiyorlar, iran oluyoruz demiyorlar. Bu sefer taktik gereği isim koymuyorlar. Kısaca bu hikayede koskoca bir kesim adeta yerin dibine canlı canlı gömülmüş oluyor. Bu film geleceğin projeksiyonudur. Yani gelecekte kimler var olacak, kimler olmayacak.
    Resmen bir çorba olmuş. Hamile kadına oh olsun diyeni hamile kadın yerine mağdur yapmışlar, hamile kadını linç eden taksiciyi de atatürkçü kadına cesaret aşılayan aydın bir atatürkçü yapmışlar. Dünya sanki atatürkçülerden ibaret. Taksici atatürkçü, müşteri atatürkçü. Dünyayı kendilerine göre resmederken başkaların rolünü çalıyorlar. Kendileri mağdur olsa “oh olsun, çekin, zamanında siz de destek verdiniz” dermiydi? Bu cümle bir mağdurun kuracağı cümleye hiç benzemiyor tam tersine sanki cezayı çektiren kendileriymiş gibi düşündürmektedir.

  3. Umut, duygusal konular vs hep insanları kandırmak için üretilen suni gündemler. Rasyonel düşünen bir insan ister dini olsun, ister maddi düşüncelerle olsun bu sıkıntılara katlanmaz. Ama içi boş nostaljik duygularla insanları kontrol edebilirsiniz ve bu gereklidir. Bir örnekle açıklamak gerekirse: Bir işyeriniz var diyelim. İnsanları sömürüyor, az para verip deli gibi çalıştırıyor, birisi az çalışırsa işten atıyor ve ayağı, beli vs sakatlananları gözünün yaşına bakmadan atıyorsunuz diyelim. Bu durumda insanlar ayaklanacak ya da işi terkedecektir. Ama bu durum işinize gelmez. Çünkü köpek mertebesinde bile görmediğiniz insanlar olmadan işler dönmeyecektir. Bu nedenle arada bu insanları kontrol edecek birkaç kişiyi parayla tatmin ederek kendi tarafınızda tutmalısınız. Bir yandan da insanlara “biz burayı beraber kurmadık mı, senin burada çok emeğin var, güzel günler gelecek ve sizler de hakettiğinizi alacaksınız” gibi yalanlarla tutmalısınız. Çıkıp giden, başka yerde işe başlayan insanlar, o cehennemi niye çektim diye kendini sorgulayıp geçmişi unutmaya çalışırken, geride kalanlar çektikleri acıları “umut, gelecek” vs diyerek kendilerini yıpratacaktır. Bu ülkenin sahibi olduğunu zanneden güruh acımasızlığına devam ederken, zeki insanların gidişi sorun olacağı için benzeri şekilde insanları kandırıyorlar. Rasyonel düşünce bu saçmalığı kabul etmez. Kuru nostalji ve boş duygulara kapılıp aklını ve bedenini bu zalim güruhun emrine vermeye gerek yok. Herkes kendi hayatından ve yaptılarından sorumludur. Hizmeti bile sadece Türkiye’de değil eğer o ruhu yaşıyorsanız, dünyanın her yerinde yapabilirsiniz. Kayalara ağaç dikmeye çalışmanın anlamı yoktur. Akıllı çiftçi kazmasını güzel toprağa vurup, tohumlarını oraya saçar.

  4. Mehmet Efe hocam,
    duruşunuzu, yazılarınızı, samimiyetinizi çok beğeniyorum. İnsani hassasiyetleriniz gerçekten çok takdire şayan. Size bu yazıyı yazdıran duyguları da çok iyi anlıyorum. Türk bayrağının anlamı artık benim için de çok değişti. Ancak bu yazınıza katlmadığımı da belirtmem lazım. Özellikle o genç kadının taksiden inmesine karşı olan sözleriniz.
    Neden mi katılmıyorum?
    Ben CHP´nin hazırladığı o kibi izlemedim. Sizin gibi ben de Türkiye´de yaşamıyorum. Sizi bilmem ama Türkiye´de şartlar çok değişse de benim günün birinde Türkiye´de yaşama gibi bir düşünce ve hayalim de yok. Türkiye ile ilgili tüm düşüncelerim benim platonik, yani uzaktan uzağa.
    Katılmamam şundan:
    Mesela bu sitede bazı arkadaşlar gençlere yurtdışına çıkın tavsiyelerinde bulunuyor. Geleceğinizi başka yerlerde arayın demeye getiriyorlar. Bunlar bazı bireyler için anlaşılabilecek şeyler olsa da genellemek doğru değil. Şurası bir gerçek ki, orada 84 milyon insan yaşıyor ve bu insanların bir kısmı yurtdışına çıksa da çoğunluğu orada yaşamaya devam edecek.
    Dünyada bu kadar insana kucak açabilecek yer yok. Bazen kendi kendime bu insanlar gitmemeli, başka ülkeler de bu insanları almamalı diyorum. Şu an orada şartlar çok kötü, bunu kabul ediyorum. Ama şartlar ne kadar kötü olursa olsun, gerçekleri tüm çıplaklığı ile görebilmek de bir kazançtır. En azından geleceğe sağlam adımlar atma imkanı tanır.
    Sözü uzattım, farkındayım, sadede geleyim. CHP´nin verdiği mesaj doğru, olaylara doğru yerden bakıyor. Eğer orada yaşayan insanlar daha insani, daha medeni bir toplum ve devlette yaşamak istiyorsa orada kalmak ve orada mücadele vermek zorunda. Belki bu yolda bazıları bedel ödemek zorunda da kalacak.
    Bu bireysel anlamda hoş olmayabiir sonuçları itibariyle herkes için. Ama bunun başka çaresi yok. Biz de örneğin 1970´lerde değil de yüz sene önce doğsaydık kendimizi savaş ortamında bulacaktık. Atalarımız ne yapacaklardı? Kaçmak çözüm değil ki, en azından toplumlar için.
    Sözün kısası: Orada yaşayan insanların gidebileceği bir yer yok. Dört milyonu gitse 80 milyon orada kalacak. Bu insanların medeni dünyadan tamamen kopmak istemiyorlarsa buna göre tavır geliştirmeleri ve kendi geleceklerinin mücadelesini kendilerinin vermesi gerekiyor. CHP´nin bu konu da bir ışık yakması ve ufuk göstermesi doğru.
    Bunu yaparlarsa, biz uzaktan memnun oluruz, köklerimizin bulunduğu ülke tamamen medeni dünyadan kopmadı diye. Yapmazlarsa da, kendileri bilir. Zaten hayat sürekli tercihlerde bulunmak ve sonuçlarına katlanmak demek değil mi?

  5. mehmet efe çaman hocam selam,
    çok yakın bir zamanda yazılarınızı okumaya başladım.
    Yurt dışından Türkiyeye gelip Türkiyeden tekrar yurt dışına çıkışınızı yazmışsınız.
    Bahsettiğiniz konular, konulara bakış açınızın objektiv olması çok önemli.
    yazılarınız gerllim ve heyecanla kendisini okuyortlar.
    Değerli analizlerinizi, eğitici yazılarınızın devamını ve çeçitliliğini bekliyoruz.

  6. Yazinin ilk 5 satiri su dunyanin 5 para etmez bir yer oldugunu terkar hatirlatti…

    Esimden farkli olarak benim yurt disina yasagim veya kelepcem yoktu. 1 yasinda olgumu opup, esimden ayrilip yurt disina giderken hava alaninda hissettiklerim… zennetiyorum uhrevi umutlarim olmasaydi bir ükleyi yakmaya yatecek kivamdaydi…

  7. Ben bu yazilarda gizli bir Türk düsmanligi görüyorum artik. Simdi Türkler dogal düsmanimiz olan irkcilara, din istismarcilarina ses cikarmiyorlar ya hani, onlar da suclu, dolayisiyla kendi haline birakilmaya layik yiginlar oluyorlar. Tam bir PEGIDA kafasi bu ve öyle duygu sömürüsüyle görünmeyecek gibi de degil. Yazara sormak gerek: Kürtler de basip gitsin mi, kalan Ermeniler, Rumlar da gitsin mi? Bu yazidaki mesajin en önemli muhataplari onlar.

    Taksideki kiz Atatürkcü veya degil, okumus bir kiz olmali. Taksici de Atatürkcü veya degil, Türkiyenin vasifsiz insanlarla dolu bir Afrika ülkesine dönmesini istemeyen biri sanirim. Bu reklami Saadet Partisi de cekebilir di, Hizmet Hareketi de. Belki bir HDP cekmezdi. Zira HDP maalesef Türk toplumuna hitap etmez. Bir HDPli de nereye giderse gitsin Kürdistan icin angaje olacaktir muhakkak. Güzel bi sey mi cirkin bi sey mi bilemedim simdi.

    Saadet partili, Hizmet mensubu veya Atatürkcü bir tercihte bulunuluyor orada: Bireysel gelecegim mi yoksa ülkemin güzel geleceginde rol almak mi? Güzel gelecekten ne anladigi önemli degil, ama düz bir Atatürkcü, Hizmet mensubu, Saadet partili, hatta AKPli kavga dövüs istemiyor. Herkes “caliyor ama calisiyor” demiyor, “caliyor ama kan gövdeyi götürmüyor” diyen de cok var, cani tatli olan da var. Anlasilir bi durum.

    Türkiyeden kacmak isteyen insan her halukarda, müspet veya menfi, ufku, vizyonu olan bir insandir. Akli varsa ülkesini, milyonlarla egitimsiz kitlelere birakmaz, kalir ve mücadelesini sürdürür. Akli varsa, akli basinda beklemesini sürdürür, “caniniz cehenneme cahil Türkler” demez, aktif sabir gösterir.

    Türkiye ahalisi bekliyor. Ici bos vatan düsüncesi olaniyla, ici dolu vatan düsüncesi olaniyla bekliyor. Uygun zamani gözlüyor. Iyi veya kötü emellerini kansiz bir sekilde gerceklestirmek veya görmek icin zamanin olgunlasmasini bekliyor. Hep böyle yapti. Iyi ki de böyle yapti.

    Bence, zamanin olgunlasmasini bekleyen Türklere, fakirlige, fakirligin getirdigi kötü hasletlere, kör ideolojiye bulanmis dedemize, ninemize, kuzenimize, kuruyan Tuz Gölümüze, talan edilen irmaklarimiza sahip cikmamiz gerekiyor. Bir turist gibi bu bayraga karsi bi sey hissetmiyorum „geberin“ deyip basip gidemeyiz. Bu duygularla gidiyorsan ya hedonist ya da irkcisindir.

    Son olarak: Dünya bir hercümerce dogru gidiyor. Elinde Alman, Ingiliz vatandasligi olanlar kendilerini güvende sanmasin, o vatandaslik bize bahsedildi, yarin bugün geri alabilir adam. Almanya mesela, yüzde onluk irkci partiyi zor zaptediyor.
    Bi de: Almanlar cok ciktilar disari, Rusyada, Amerikada, Brezilyada cok asimile oldular. Ama sorun degildi. Almanyada ufku genis olan iyi ve kötü insanlar hala bol miktarda vardi. Iyileri kaldilar, kötüler gidince ülkeyi onlar kurdular. Hani su bazilarinin benden sonra tufan deyip kapagi atmaya calistigi ülke.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin