Türkiye “solu” ve rejim

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Türkiye’de son yıllarda sadece bir siyasi sistem değişikliğine şahit olunmadı, aynı zamanda siyasi gelenekten de, ülkenin ana yönünden ve yöneliminden de bir kopuş yaşandı. Türk solu bu gidişte ne sorumluluğa sahip? Evet, iktidarda değil CHP. Ama yaşanan süreçte hiç mi sorumluluğu yok? Neden rejimi benimsedi? Neden rejimle aynı dili kullanıyor? Niçin alternatif olamıyor? Hangi sebeplerden dolayı mağdurları ideolojik olarak tasnif ediyor? Niçin bildiği halde seçimlere katılmayı kabullendi? Neden Yenikapı Ruhu’nu benimsedi ve 15 Temmuz konusunda “kontrollü darbe” pozisyonu ile “15 Temmuz destanı” arasında yalpalıyor? CHP’de neler oluyor, daha da önemlisi olanların nedeni ne? İktidar mücadelesine giren ve hizipler arası mücadelenin kurultaya doğru götürdüğü Türkiye’nin en köklü partisi, bu rejimin neresinde? Bu sorulara yanıt aramalıyız. Bu yazı, belki bir tartışmayı başlatır ve muhalefetle ilgilenmemize, “sol” Türkiye’de neden böyle sorusuna odaklanmamıza yol açar umuduyla yazıyorum bu giriş yazısını.

Solun ilgilendiği konu cumhuriyetle gelen sistemin korunması olduğundan, kendini laikliğin korunmasına ve İslamcı sağın bertaraf edilmesine odakladı ve bunun için anayasa ve yasaları manipüle etmekten kaçınmadı. Gül’ün cumhurbaşkanlığı meselesinde hukukun nasıl siyasi malzeme haline getirildiğini gördük. Yani solun ilerici-özgürleştirici içeriği, Türkiye’deki Kemalist-ulusalcı ve CHP’de başat ideolojik yönelimin gündeminde muhafazakâr, değişimin ve demokratikleşmenin önünde set olmaya çalışan bir siyasi kompozisyona büründü. Devleti demokratikleştirerek dönüştürmenin tehlikeli addedildiği bir ruh hali, CHP ve devletlû kesimlere hâkim oldu. Batı’da sol Marksist kökenlerinden kopmadan liberal demokrasiyi benimserken, Türkiye’de sol Marksizm’le herhangi bir tartışmaya girmeksizin, ekonomi politiği ilgi alanı dışında bırakarak ilkel “devletçilik-piyasa ekonomisi” tartışmasını bile sonuçlandıramadı. Örneğin özelleştirmelere karşı olmayı işçi sınıfı ile ilişkilendirmeden, doğrudan “devletin malını peşkeş çekmemek” türünden “yerli ve milli” bir tutum içinde oldu. Özellikle “yabancıların Türk mallarını ele geçirmesi” şeklinde algılanan uluslararası müteşebbislere açık özelleştirme işlemleri, Türkiye’de CHP ile piyasa ekonomisi arasında daima latent bir kan uyuşmazlığı ola geldi.

CHP ideolojisinde kimlik bulan Türk solu

Türkiye’de sol, 1990’lardan itibaren içindeki sınıfsal dinamizmi tümden yitirerek, laiklik ve nasyonalizm arasına sıkıştı. Kemalist ilkelerden laiklik ve milliyetçilik, altı okun CHP’ye en fazla etki eden ideolojik malzemeleri oldular. Böylece 1990’larda Kürt hareketi, CHP’nin modern anlamda bir sosyal demokratik partiye evrilememesi nedeniyle “Türk solundan” koparak, ayrılıkçı mikronasyonalizmle protest Marksizm arasında bir yerlerde demir attı, bir bölümü ise terörizme girerek meşruiyetten ve yasallıktan koptu. Böylece bugün HDP’nin siyasal köklerini oluşturan siyasal yönelim başlamış oldu. 1980 askeri darbesinin yaptığı politik mühendislik sonucunda, Türkiye’de Türk solu ve Kürt solu olarak iki ana damar sol ortaya çıktı. Her ikisi de solun ana ilgi alanı olan sınıfsal ilişkilerden ve sosyo-ekonomik eşitlik idealinden koparak, yerel Türkiye siyasetine uygun mevzilenen siyasi hareketlere evrildi. Kemalizm’in başat olduğu Türk merkez solu “dincilerle mücadele” ve “devletin bölünmesini engelleme” misyonlarıyla derin devletle aynı istikamette bir siyasi anlayış içinde oldu. Türkiye’de “ikinci sınıf Kürtler” söylemi üzerinden “Kürtlerin bağımsızlığı” ile “Kürtlerin azınlık haklarına sahip olması” arasındaki spektruma konsantre olan siyasi Kürt hareketi de Türkiye toplumunun sınıfsal ilişkilerine odaklanmak yerine, ekonomi politiği ikincil bir konuma çekerek etnik ilişkileri merkezi ilgi alanlarına aldılar. Böylece Türkiye’de 1960’larda ve 1970’lerde başlayan merkez sol sosyal demokratik evrim, 1980’de ağır bir “darbeye” maruz kaldı. Merkez soldan umudu kesen daha radikal ve daha solda olan hareketler de vardı, ama onlar çok marjinal kaldılar. Bu tabloda, Türkiye’de solu etnik ayrıma tabi tutmadan tasnif etmeye kalkarsak, devletten yana ve devlete karşı sol olarak da bir tasnifin olanaklı olduğunu görürüz. CHP ideolojisinde kimlik bulan Türk solu (Ecevit’in DSP’sini de buna dâhil ederek söylüyorum, çünkü ideolojik olarak CHP ile aralarında hiçbir fark yoktu.) devletin esas sahibi ve kurucusu olmalarından gelen devletlû aidiyetini her zaman dönüştürücü ve reformcu bir siyasi hareket olmaya tercih etti. Bu bağlamda CHP esasında son derece “muhafazakâr” bir parti oldu. Başka bir ifadeyle, CHP var olan düzenin değişimini değil korunmasını talep eden bir parti olmayı seçti. Ordu ile CHP arasındaki ilişkiyi de bu nokta gözden kaçırırsak anlayamayız. Türkiye devletine yönelik ana tehdit her daim Kürtçülük ve İslamcılık ola geldi. Bu tehdit algısı bakımından değerlendirdiğimizde, CHP ile TSK arasında hiçbir algı farkı olmadı. Dolayısıyla “Türkiye’nin bekası” odaklı devleti kutsayan bakış, CHP’yi daima sol bir parti olmaktan alıkoydu ve dahası HDP ekolü Kürt solunun Türk solundan kopmasını meşrulaştırdı. Bu bağlamda, esasında Türk solunun “devlet fetişizmi” Türkiye’nin bütünlüğüne hizmet etmek bir kenara, sosyolojik bütünlüğün altını oyan önemli bir faktör oldu.

Bu analizler ışığında Türk solunu ele alırken, çok daha temel bir soruyu sormak gerekiyor. Türk solu diye bir şey var mı? Türkiye’de sol, diğer çağcıl sol akımların aksine, birçok ana meseleye hiç odaklanmıyor, dahası, birçok başka ana meselede de evrensel sol ilkelerle taban tabana zıt politikaları savunuyor. Sosyalist Enternasyonal’e üye bir parti olarak CHP aslında bu kurumun ana dünya görüşüne tekabül etmiyor. Tüm Avrupa ülkelerinde sol partiler liberal demokrasiyi benimsemiş durumdalar. Bu siyasal sistemin çekirdeğini oluşturan hukuk devleri, temel evrensel insan hakları ve özgürlükleri, mülkiyet hakkı ve (sınıfsal eşitli için kurallandırılması gereken) piyasa ekonomisi gibi unsurlar konusunda Avrupa solunda hiçbir sorun yok. Dahası, Avrupa solu temel insan hakları mücadelesini gerek kendi bulunduğu ülkelerde yürütmeye devam ederken (mesela aşırı sağ akımlarla mücadele gibi), diğer taraftan uluslararası arenada demokrasinin sorunlu olduğu ülkelerde insan haklarının kök salması için uğraşıyor. Yani sol, sadece sosyo-ekonomik eşitlik mücadelesi vermiyor, aynı zamanda temel insan hak ve özgürlüklerinin gelişmesi ve yaygınlaşması için de mücadele ediyor. Özgür basın, düşünceyi ifade özgürlüğü, şeffaflık ve hesap verebilirlik kıstaslarının yerleşmesi, azınlık hakları gibi alanlarda Avrupa solu tamamen yeknesak ve sağlam bir duruşa sahip. Bu nedenle de örneğin bugün Türkiye’de olan bitenleri büyüteç altına alırken, sorunlara hukuk ve insan hakları odaklı eğiliyor. İdeolojik kategorilere girmeden, insan hakları sorunlarıyla karşılaşan mağdurlara eş kriterler ve ilkelerle yaklaşıyor.

Cemaat’in “inlerine girilmesi” söylemi CHP için geçer akça bir “havuçtu”

Türk solu ise bugün her zamankinden de fazla bir şekilde devletlû reflekslerle hareket ediyor. Devleti korumak güdüsü, insan hakları ve hukuk devletine uygun hareket etme gerekliliğini arka planda bırakıyor. Dahası Türk solunda ulusalcılık (sol eğilimli nasyonalizm) enternasyonalizmin gelişme ve yaygınlaşmasına engel oluyor. Bu durum, Kürtlerin sorunlarının Türk solunca benimsenmesinin ve Kürt haklarına sahip çıkılmasının önüne geçiyor. CHP merkezli Türk solu, Kürtlerin azınlık hakları veya öz yönetim talepleri gibi konularda, sağ uç nasyonalizm ideolojisiyle aynı frekansta hareket ediyor. MHP tarafından temsil edilen, ama Akşener’in İyi Parti’si tarafından da paylaşılan sağ nasyonalizm ideolojisi, Kürtlerin her türlü haklarını reddediyor, dahası Kürtlerin siyasi varlığını Türkiye için bir yaşamsal tehdit olarak görüyor. CHP bu algı perspektifinden bakıldığında MHP-İyi Parti çizgisindeki sağ nasyonalizmden farklı değil. Nasyonalizm (milliyetçilik ve ulusalcılık arasında teknik bakımdan hiçbir fark yok) ister sağ isterse sol kanatta, fark etmez, Kürtler söz konusu olunca tek ve ortak bir çizgiye sahip. Aynı durum dini akımların “devlette yapılanması” söz konusu olduğunda da bariz bir biçimde ortada duruyor. Gülen Cemaati’nin 17 Aralık sonrasında “Paralel Devlet” ilan edilmesi CHP’de derin bir memnuniyetle karşılanmış, CHP tabanı Erdoğan nefretine karşın Erdoğan’ın “darbe teşebbüsü” hipnozuna salt Cemaat nötralize edilecek diye girmeyi kabullenmişti. CHP ve tabanı için Cemaat’in “inlerine girilmesi” radikal söylemi, Erdoğan yönetiminin bulaştığı yolsuzluklardan çok daha geçer akça bir “havuçtu”. Ben bu anti-Kürt ve anti-Cemaat tutumunun, derin devlet nezdinde Erdoğan’ın kredibilitesini ve genel kabul edilebilirlik seviyesini arttırdığını düşünüyorum. Her cephede mücadele etmek yerine, Erdoğan derin devlet ve Türk solundaki bu zafiyeti kendi iktidarı menfaatine çok iyi kullandı kanısındayım. Öyle ki, daha önce hem Kürt sorunu hem de Cemaat konusunda taban tabana zıt pozisyonlarda olmasına karşın, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez misali, seküler güç odaklarını oyalayacak kıtırları atarak, istediği başkanlık sistemini getirdi, Osmanlı sultanlarının sahip olmadığı bir tek adam devleti oluşturmayı başardı.

Türk “solu” islamofaşizmin üzerine gittiği grupları kendine düşman görüyor

Neden muhalefet İslamofaşizme karşı çıkmıyor sorununun altında yatan sosyolojik ve siyasal gerçekler bunlar. Türk “solu” islamofaşizmin üzerine gittiği grupları kendine düşman görüyor. Çünkü kendini devletle özdeşleştiriyor. Devleti ise değişime ve dönüşüme tabi olmayan bir varlık olarak kutsuyor. Bu habis algı, Türkiye’deki demokrasi açmazının ana çekirdeğini oluşturuyor. Bu bakışa göre “FETÖ”, Kürtler, liberal demokrasi talep edenler, Barış Akademisyenleri gibi Kürt haklarını savunan kesimler, Avrupa Birliği yanlıları, insan hakları savunucuları, tüm bu grup ve kesimler devlet düşmanları. CHP, bir “sol” parti olsaydı, devleti kutsamak ve Erdoğan faşizmini bu çerçevede “vaftiz etmek” yerine net bir demokratik duruş sergiler, Türkiye’de yaşanan korkunç insan hakları ve hukuk ihlallerini Sosyalist Enternasyonal platformu başta olmak üzere, uluslararası alanda gündeme getirirdi. CHP ve Türk solunun anayasal liberal demokratik sistemle sorunu olmasaydı eğer, bugün bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olurduk. CHP ve Türk “solu” AB sürecindeki reformlara “verdiğimiz tavizler” olarak bakmasaydı eğer, bugün Kopenhag Kriterleri sadece kâğıt üzerinde kalmaz, hayata da geçerdi.

Oysa CHP tercihini hiçbir zaman demokratik ve çok renkli, açık toplumu olan, özgürlüklerin kök saldığı bir Türkiye’den yana kullanmadı. Aksine devletin “güçlü” olmasını tercih etti. İşin kötüsü, o “güçlü devleti” bir gün islamofaşistler ele geçirirse ne olur diyecek kadar bile analitik düşünemedi. CHP laik ve nasyonalist ceberut devletin yeterli olduğuna kanaat getirmeyip, evrensel ilkeleri savunarak sol bir partiye evrilebilseydi, bu yaşanan acılar yaşanmazdı. Evet, CHP iktidarda değil. Ama yaşananlardaki payı yadsınamaz. Tarihsel sorumluluktan da kaçamaz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Her olayda oldugu gibi meseleyi en net itiraf eden bin ali yildirim dan alalim bu konudaki itirafi;

    Bir secim konusmasindan alinti;

    Bakmain CHP nin hayir dedigine onlar gizli evetci (anayasa degisikligi referandum konusmasindan)

  2. Ahmet Turan Alkan’ın yazılarına, milliyetçilik sosu hariç, hep katılırdım.

    Şimdi sizin yazılarınızdaki düşüncelere katışıksız katılıyorum.

    Bu durum beni endişelendiriyor. İlla ki bir yerlerde itiraz etmeliyim, bu kadar aynı düşünmek doğru gelmiyor.

    Ama yok, itiraz edemiyorum.

    Bir ara Chp başatında sola ”Hani, acaba?”
    diye aklımdan geçirip dile de döktüm.

    Sonra gördüm ki temel insani (evrensel) değerler solun ancak dilinde var. Belli konulara ve gruplara gelince o dada yok.

    Tek inancım, şimdilerde, cemaat ehli arkadaşlarım ve başka dini çizgide olanlar evrensel değerleri amasız ve fakatsiz kabul ederlerse ve rahatlık geldiği zaman irtica etmezlerse onlar.

    Yani şartlı.

    Arkadaşlarımın içine devlet kaçmamış olsaydı şimdi bile diyebilirdim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin