Trump, ABD’yi ne yöne götürecek? [Kemal Ay]

Yeni Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’da nasıl bir politika izleyeceği büyük merak konusu. Zira Trump, seçim kampanyasını ‘nefret’ ve ‘yıkım’ üzerine kurdu. Kalabalıkların hoşuna gidecek söylemleri tekrarladı, başkalarını suçladı ve sadece Amerika’yı ‘eski güzel günlerine döndürmek’ vaadiyle yetindi. Dolayısıyla Trump’ın Ocak 2017’de koltuğu devralacağı güne kadar yapacağı her hamle, yeni yönetimin neler yapacağıyla ilgili bir takım çıkarımlara sebep olacak. Çünkü özellikle finans piyasalarının ve uluslararası ilişkiler ekiplerinin ‘öngörüye’ ihtiyacı var.

A Takımı kaygıları tırmandırdı

Donald Trump, ilk iş olarak bir A Takımı oluşturdu. Bu ekip, başkanlığa geçiş için strateji belirleyecek. Başkan Yardımcısı Mike Pence’in liderlik edeceği takımda, Trump’ın çocukları da yer alıyor. Dahası, Trump kendi çocukları için de gizli servisten ‘en üst düzey’ sicil temizliği talebinde bulundu – ki bunu sadece özel görevlerde bulunacak bakan seviyesindeki insanlar elde edebiliyor. Bunlar, şimdiden Trump’la ilgili öngörülerin ‘karamsar’ olmasına yol açtı. Ancak daha önemli bir konu var. Trump, Beyaz Saray’daki takımı için baş stratejist ve danışman olarak, seçim kampanyasını da yürüten Steve Brannon’ı seçti. Beklenen bir hamleydi ama Steve Brannon profilinde birinin Beyaz Saray’a girmesi, ABD için korkutucu etkilere sahip.

trumpppp7

Çay Partisi’nden ‘alt-right’a

Cumhuriyetçiler uzunca bir zamandır ana akım medyanın Demokrat Parti hizmetinde olduğunu savunuyordu. Buna, uluslararası işler yaparak bir hayli büyüyen finans dünyası ve dünyada teknolojinin kalbi olarak görülen Silikon Vadisi de eklenince, Cumhuriyetçi parti içindeki bir kesim “söylemsel radikalleşmeyi” kesin çözüm olarak görmeye başladı. Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisi’ni ve Senato’yu ellerinde tutsalar da, hatta 8 yıllık süresinde Başkan Obama’yı defalarca köşeye sıkıştırıp yürütmeyi kilitlemekle tehdit etseler de, bu ‘gücü’ yeterli görmediler. Önce Çay Partisi (Tea Party) ortaya çıktı. Ancak başarılı olamadı. Bu seçimi her ne pahasına olursa olsun kazanmak isteyen Cumhuriyetçiler, ‘garantici’ adayları destekledi ama arka planda başka bir plan devredeydi: Trump.

Uzunca bir süre kimse Trump’ın aday olabileceğine ihtimal vermiyordu. Cumhuriyetçi adaylar, kendi aralarında Trump’la dalga geçmeye başlamıştı. Ancak Çay Partisi ekibinin radikal söylemlerini sloganlaştırabilen Trump, sazı eline aldı. Drudge Report ve Breitbart gibi Cumhuriyetçi seçmenin ‘haber kaynakları’ hâline gelen internet siteleri açıktan Trump’ı desteklemeye başladı. Ardı ardına ön seçim kazanan Trump, bir fenomen olarak yayılıyordu. Bu arada, Cumhuriyetçilerle de kavga etmeye başladı. Parti, uzunca bir süre Trump’ın arkasında durup durmamayı tartıştı ancak bu kadar yoğun bir halk desteği olan adayı görmezden gelemediler. Cumhuriyetçilerin ‘en güçlü adamı’ olarak görülen Temsilciler Meclisi Başkanı Paul Ryan, Trump’la ilgili eleştirel bir tutum alıyor gibi görünse de, yaklaşmakta olan başkanlık koltuğu herkes gibi ona da cazip görünmüş olmalı ki, Trump’tan desteğini hiçbir zaman çekmedi.

Radikal medya, radikal akımlar

Breitbart’ın asıl sahibi öldükten sonra yönetim kurulunu devralan ve yayın organını kendi rengine büründüren Steve Brannon, bu noktada ilginç bir figür olarak devreye girdi. Daha önce Çay Partisi’ni de destekleyen, hatta Wall Street’te de çalışan Brannon’un dâhil olduğu politik akım ‘alt-right’ olarak tanımlanıyor. Keskin bir ideoloji olarak görülmeyen alt-right, ABD genelinde ‘beyaz üstünlüğü’nü savunan, ABD’nin ‘esas sahiplerinin beyaz Avrupa kökenliler’ olduğunu dile getiren, aşırı-sağ söylemlere teşne bir siyasî kamp. Felsefî kökenleri Hegel’e kadar uzanabilen, bazen faşizmden bazen de sosyalizmden renkler taşıyan alt-right’ın ‘beyaz üstünlüğü’ dışındaki ikinci karakteristik özelliği ‘anti-establishment’ (kurulu düzen karşıtı) olması. Brannon bunu neo-Leninizm olarak açıklıyor. Bir başka deyişle, devleti baştan sonra yıkıp yeniden yapmaktan bahsediyor.

Çelişkileri kimse umursamıyor

Trump’ın kampanyası da bu ‘corporate America’ (şirketleşmiş Amerika) söylemi revaçtaydı. Trump, Beyaz Saray’ı lobilerden ve finans şirketlerinden (Wall Street) emir alan bir yapı olarak tarif etti. Elbette bu söylem, sistem tarafından dışlanan, cezalandırılan ya da sisteme güvenini yitirmiş kitleler için paha biçilmezdi. Ancak daha şimdiden ortaya çıktı ki Trump’ın askerî danışmanı olarak düşündüğü General Flynn, Türk hükümetine yakın bir şirketten “Fethullah Gülen iade edilmeli” şeklinde bir yazı için para almış ve Trump’a yakın büyük şirketler, Steve Brannon’ı yasadışı yollardan paraya boğmuş.

Popülizmin bütün renkleri

Alt-right aktivizminin ya da Brannon’un ‘baş stratejist’ olmasıyla birlikte Beyaz Saray’a hâkim olacak zihniyetin kodları, aslında Türkiye açısından hayli tanıdık. Sözgelimi Brannon, birkaç yıl önce Amerika’yı kasıp kavuran “Occupy Wall Street” (Wall Street’i İşgal Et) hareketlerine katılan solcu gençlere ağır hakaretler etmişti. Tıpkı bizim Gezi Parkı eylemleri sırasında ortaya çıkıp gençlere her türlü lafı söyleyen ‘AKP yandaşı kalemler’ gibi. Öte yandan Trump’ın Brannon’dan ‘üçüncü dünya demokrasilerine özgü’ (tabi böyle söylememiş ama) mitingler düzenlemesini talep ettiği medyaya yansıdı. Halkı motive etmek, bu tarz politik hareketlerin alâmetifarikası. Ayrıca Brannon’un Beyaz Saray’ın medyaya yönelik tutumunu değiştireceği de konuşulanlar arasında. Büyük medya şirketlerinin Beyaz Saray’dan akreditasyon edilmeme cezası yeme ihtimali hayli yüksek.

Dün yaşanan yeni bir gelişmeye göreyse, “İslamofaşist” tabirinin babası, dünyaca meşhur İslamofob Frank Gaffney de, Trump’ın geçiş ekibine katıldı. Bu da ABD’deki yabancı karşıtlığının Meksikalılar kadar ve belki daha fazla Müslümanları hedef alacağını gösteriyor.

Yeni yönetimin ruh hâli

Trump ekibinin ruh hâlini ise, Bush döneminde Condoleeza Rice’a dışişlerinde danışmanlık yapan Prof. Eliot A Cohen, Twitter’da yaptığı bir paylaşımla özetledi: “Trump geçiş ekibiyle birkaç konuşmadan sonra tavsiyemi değiştiriyorum: uzak durun. Öfkeliler, kibirliler, ‘KAYBETTİNİZ’ diye bağırıyorlar. Çirkinleşecek.”

Gerçekten de Trump’ın çevresindeki ‘ekip’ hayli öfkeli. ABD’yi baştan aşağıya dönüştürmekten, bütün dengeleri değiştirmekten bahsediyor. Bunu gerçekleştirebilecek güçleri de var üstelik: Temsilciler Meclisi, Senato ve Beyaz Saray’da Cumhuriyetçiler hâkim. Dahası Anayasa Mahkemesi’ne atanacak yeni üyenin de Cumhuriyetçi olacağı kesin. Şimdi diyebilirsiniz ki, “Bu ezici hâkimiyete rağmen Cumhuriyetçiler daha ne istiyor olabilir?” Sorun tam da burada başlıyor. The Daily Beast internet sitesinde yayınlanan bir makale, Steve Brannon’u, Fransız Devrimi’nde her şeyi yakıp yıkmak isteyen Jakobenlere benzetiyor ve Brannon için Trump’ın yalnızca bir “giyotin” işlevi göreceğini iddia ediyor. Trump kampanyasının ABD için en kötü sonucu, öfkeli kalabalıkların sürekli ‘oy deposu’ olarak tutulabilmesi için tansiyonun da sürekli arttırılması gerekliliğinin ‘politika’ya girmiş olması. Bir başka deyişle, Trump gerilimi sürekli tırmandırmak isteyecek.

Anti-entelektüelizm ve öfke siyaseti

Buna karşılık, Demokrat Parti taraftarları ve Trump-karşıtları da sokakları tutmayı ve yönetimden gelecek her ‘yıkıcı’ hamle karşısında eylemlerle karşılık vermeyi planlıyor. Hâliyle Trump’ın ve ekibinin ekmeğine yağ sürecekler. Zaten hâli hazırda sokakta Trump karşıtı gösterilere “Soros’un askerleri” adını takan ve komplo teorilerinden beslenen ‘alt-right’ medyası, yakında çok daha büyük komplolara kitleleri inandırmaya başlayacak. Bu arada liberal demokratları her seferinde alaşağı edebilmek için anti-entelektüelizm kartını sık sık oynayacaklar.

Buradaki tek temel ‘strateji’ rakibini öfkelendirmek ve onlar öfkelendikçe, “Bakın onları kızdırdık, demek ki doğru yoldayız!” demek. Bu arada ‘rakip’ her durumda homojen bir yapıymış gibi davranmak. Bütün gücü elinde tutacağı ve karşı tarafın ‘günahlarına’ odaklanacağı için de kitleler Donald Trump’ın ve ekibinin ‘ellerini kirletmesine’ göz yumacak. Çocuklarını önemli görevlere getirmesine mesela ses çıkarmayacak. ABD siyasetinde daha önce görülmeyen uygulamalar ortaya çıkacak. Ve bu arada Trump, sistemi yeniliyormuş görüntüsü altında medyayı ve yargıyı ‘hizaya getirmek’ için çalışacak. Toplumu kazanacağı ‘havuç’ ise göçmen politikasının dışlayıcı hâle gelmesi.

Dünya genelindeki aşırı sağcı ve popülist liderlerin iştahlarının kabardığına bakılırsa, Trump ve Brannon ekibi ABD’yi bir anlamda “aşırı sağın finansörü ve destekçisi” konumuna da taşıyabilir. Bu da baştan aşağı değişen bir ABD dış politikası anlamına gelecektir.

Trump’a karşı bir strateji var mı?

Peki, Demokratlar’ın iki yıl sonraki Temsilciler Meclisi seçimleri ya da 2020’deki Başkanlık seçimi için bir planı var mıdır? ABD siyaseti neyse ki çok daha zengin alternatiflere sahip. Federal yapı, Washington’ın yetkilerini kısıtlıyor. Ancak Demokratlar belli ki ‘öfkeli kalabalıklar’ karşısında ne yapacaklarını pek bilemez hâldeler. Şimdiden görüşler ikiye ayrılmış durumda: Bir tarafta gerilimi düşürelim, bekleyelim diyenler, diğer yanda Trump’a karşı sürekli mücadele etme taraftarı olanlar.

Şu bir gerçek: Yenilen tarafın umutsuzluğu ve bölünmüşlüğü en çok kazanmayı bir varoluş biçimi olarak gören Trump zihniyetine yarar. Bu psikolojiden hemen çıkmak gerekiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin