Teknoloji özgürleştirir mi?

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Bir telefonunuz varsa pek çok bilgiye ulaşabiliyor, dünyanın her yeriyle iletişime geçebiliyorsunuz. Sosyal medya üzerinden kendinizi tüm dünyaya anlatabiliyorsunuz. Kaleme aldığınız yazılar, videolarınız, konuşmalarınız bir tuşla dünyanın öte tarafına ulaşabiliyor. Oluşturduğu bağımlılık bir tarafa bunlar teknolojinin, globalleşmenin getirdiği avantajlar, özgürlükler.

Tarihte rejimleri rahatsız eden muhalifler, aydınlar sürgüne tabi tutulur, etkilemesi muhtemel toplum kesimlerinden uzaklaştırılırdı. Sürgünle eş anlamlı kullanılan “Fizan” kelimesi dilimize Osmanlı’dan mirastır. Fizan, o dönem ülkenin en uzak köşelerinden Libya’nın güneyinde, çölde yer alan bir yerleşimdi ve muhalifler oraya sürülürdü. “Fizan’a kadar yolu var!”, “Fizan’a sürseniz yine vazgeçmem!” gibi ifadeler günümüz Türkçesinde hala kullanılmaktadır. Tarihimizin en tartışmalı isimlerinden olan II. Abdülhamid’in en öne çıkan özelliklerinden birisi muhalif aydınları, bürokratları sürgün etmesi ve İstanbul’dan uzaklaştırmasıydı. Böylece ‘zararlı’ gördüğü muhalifleri iktidar merkezinden ve toplumdan uzak tutuyordu. Cumhuriyet döneminde de siyasi sürgünler devam etti.   

Eskiden insanları sürgün etmek, araya coğrafi mesafeler koymak yeterli oluyordu. Ama artık dünyanın öteki ucunda da yaşasa, ülkesini terk etmek zorunda da kalsa insanlar teknoloji yardımıyla görüşlerini, düşüncelerini kolayca paylaşabiliyor. Aksine, ülke sınırları içinde kalan aydınlar, muhalifler ya sansüre maruz kalıyor veya otosansür uyguluyor. Yurt dışında yaşayanlar artık doğru ve sağlıklı haber almanın yegane kaynağı. Bu nedenledir ki Erdoğan sosyal medyayı tamamıyla bitirmeyi ve ülkeyi içe kapatmayı düşünüyor. Son çıkan sansür yasasının öncelikli amaçlarından birisi, dışardaki muhaliflerin paylaştığı düşüncelerin ülkede yayılmasını engellemek. Rejime en büyük muhalefet sürgündeki gazetecilerden, aydınlardan geliyor. Bu nedenle otoriter rejimler muhaliflerin yurt dışına, münhasıran demokratik ülkelere çıkmasını istemiyor. Çıkışları engellemeye yönelik tedbirler alıyor, pasaportları iptal ediyor, gidenleri mafyatik yöntemlerle geri getirmeye çalışıyor. Bazen de Putin’in yaptığı gibi öldürtüyor. 

Dün Erdoğan’ın kullandığı: “Kuracağımız kameralar ve yüz tanıma sistemleri ile, suçluları sokağa çıkamaz hale getireceğiz” ifadesi ilk bakışta ülkeye güvenlik ve huzur getirecek, suçlularla mücadeleyi hedefleyen bir düzenleme gibi görünüyor. Ama öyle değil. Hepimiz biliyoruz ki MHP-AKP ittifakı katilleri, hırsızları, uyuşturucu tacirlerini defalarca hapislerden sokaklara saldı. Eli kalem tutanları, siyasi muhalifleri, aydınları ise sudan sebeplerle hapislere doldurdu. Bugün Türkiye, nüfusuna oranla en fazla mahkuma, eğitimli ve siyasi tutukluya sahip ülke. Erdoğan kırıntısı kalan özgürlükleri de bitirip Türkiye’yi Çin haline getirme niyetini açık ediyor. Çin yönetimi teknolojik altyapıyı kullanarak, her yere yerleştirdiği yüz tanıma sistemleriyle, ileri teknolojik denetim mekanizmalarıyla ülkeyi 1.5 milyarlık hapishane haline getirdi. Uygurlar gibi insandışılaştırılmış veya suçlu ilan edilmiş kesimler kurulan sofistike ve akıllı sistemler nedeniyle belediye otobüsüne dahi binemiyor. Komünist Parti nüfusun tamamını adım adım izleyebiliyor. Hapishaneye atmaya gerek duymaksızın muhalifleri tecrit edip, ademe mahkum edebiliyor. 

Erdoğan Rejimi’ni Putin Rusyası ile kıyaslıyor, Çin olmadığımız için şükrediyorduk. Ama anlaşılan o ki Erdoğan Türkiye’yi Çin yapmaya kararlı. Eğer önümüzdeki seçimleri de alırsa Türkiye her vatandaşın tek tek fişlenip adım adım takip edildiği 85 milyonluk dijital cezaevine dönüşecektir. 

2000’li yıllarda entelektüel camiada teknolojik gelişmelerin ve globalleşmenin etkisiyle ulus devletlerin aşınacağı, buna mukabil yerel ve devlet üstü yapıların güçleneceği tartışılıyordu. Hatta bu durum lokalleşme ve globalleşme kavramlarını bünyesinde barındıran ‘GLOKALLEŞME’ kavramıyla ifade ediliyordu. Teknoloji ve globalleşme süreçleri elbette bireyselleşmeyi, özgürlükleri artırdı. Ama teknolojideki gelişmeler otoriter ülkelerde -en azından şimdilik- ulus devletin daha da güçlenmesine, merkezi yönetimlerin halk ve bireyler üzerinde daha sıkı denetim kurmasına neden oldu. Eskiden, Köroğlu’nun dediği gibi “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir!” diyerek dağlara çekilip özgürce yaşamak mümkündü. Bugün teknolojik gelişmeler devletlere öyle bir denetim imkanı verdi ki dağlarda, kırsalda bile devletin tahakkümünden kurtulmak mümkün olmuyor. Münhasıran teknoloji üreten ve büyük dataları (big data) kontrol eden merkeziyetçi, hukuktan uzak devletlerde rejimle benzer düşünmeyen bireylerin ve grupların özgürlükleri ağır tehdit altında. 

Teknolojinin gelişmesi ve hayatın her alanında yaygın kullanılması hukukun, demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin olduğu, şeffaf ve hesap veren yönetimlerde özgürleştirici, hayatı kolaylaştırıcı sonuçlar doğururken, otoriter rejimlerde özgürlükleri yok eden, merkezi yönetime muazzam denetim imkanları veren baskı aracına dönüşüyor. Dolayısıyla ülkeler teknolojik mapushaneye dönüşüyor. 

Erdoğan’ın söylediğinin aksine Türkiye’de sokağa çıkamayanlar namuslu vatandaşlar, yazanlar, konuşanlar.. Suçlular uzunca süredir iktidarda, ekranlarda, koltuklarda.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin