Tasavvufta Rıza Kavramı 3

YORUM | YUSUF ÜNAL

Rıza- Dua İlişkisi

Hz. İsmail Hakkı Bursevî, Hz. İbrahim’le Hz. İsmail’in hükm-ü ilahiye rıza ve teslimiyetlerinin âlemlere destan olduğunu söyler. İbrahim (as) Nemrud’un yaktırdığı devasa ateşe atılırken Hz. Cebrail ona gelip yardım etmek ister. Ancak o bunu kabul etmez ve “Benim tek isteğim, Allah’ın halimi bilmesidir.” der. Oğlunu kurban etmekle emrolunduğunda da emre rıza gösterir. Oğlu Hz. İsmail de bu konuda ondan geri kalmaz ve : “Babacığım! Sen sana emrolunanı yap. İnşallah benim sabırlı biri olduğumu göreceksin.” (Sâffât,102) der.

Efendimiz’e (sas) sara hastası olan bir kadın gelir. “Ben sar’alanıyorum, sar’alanınca da üstüm başım açılıyor. Benim için Allah’a duâ ediver!” der. Efendimiz (sas): “İstersen hastalığına sabret! Bunun karşılığında sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi için Allah’a dua edeyim!” buyurur. Kadın: “Ben sabredeyim ancak hastalanınca üstümün açılmaması için Allah’a duâ ediver!” diye rica eder. Peygamberimiz (sas) de onun için duâ eder. (Buhari, Kitabu’l- Merdâ vet- Tıb, 6/12) Daha sonra sahabeler, adının Ümmü Züfer olduğu rivayet edilen bu hanımı cennet kadını diye birbirlerine göstermeye başlarlar.  

Sa’d b. Ebi Vakkas (ra), Mekke’ye vardığında gözleri kapanmıştı. Halk etrafına toplandı. Duasının makbuliyeti bilindiği için herkes ondan dua istiyor, o da dua ediyordu. Kendisine: “Sen halk için dua ediyorsun. Kendin için de dua etsen de Allah gözünü açsa daha iyi olmaz mı?” denilince bu Peygamber (sas) dostu tebessüm ederek şöyle der: “Benim nezdimde Allah’ın takdiri gözümden daha güzeldir.”   

Urve b. Zübeyr’in (ra) bir ayağı, hastalık dolayısıyla dizinden kesilmişti. Bunun üzerine o şöyle demiştir: “Benden bir ayağımı alan Allah’a hamd olsun. İzzetine yemin ederim sen almışsan bıraktığın da yeter. Eğer sen bela vermişşen muhakkak afiyet verdiğin de vardır.” Benzer şekilde Sehl et- Tüsterî’nin bedeninde bir hastalığı vardı. Aynı hastalığa müptela olanları tedavi eder fakat kendisini etmezdi. Bunun sebebi sorulunca şöyle der: “Ey dost! Dostun vuruşu acıtmaz.”  

Fuzayl b. İyaz bir seferinde şöyle demişti: “Rıza, dünyadan el etek çekmek demek olan zühdden daha faziletlidir. Çünkü rıza mertebesinde bulunan kişi, derecesinin üstünde bir şey temenni etmez.”   Şiblî: “Eğer Allah beni, cennetle cehennem arasında seçim hususunda serbest bıraksa ben cehennemi seçerim. Çünkü cehennem Dost’un, cennetse benim muradımdır. Dost’un  ihtiyarını kendininkine tercih etmeyen muhib olamaz.” der. Cüneyd-i Bağdadî, onun bu sözü üzerine şöyle der: “Allah beni serbest bıraksa ben derim ki; kulun ihtiyarı olmaz. Nereye götürürse giderim. Nereye koyarsa orada yaşarım. Ben nerede, seçim yapmak nerede!”   Her Mü’min başına gelen bu tür hadiselere sabretse de rızada bu seviyeye ulaşmak ancak mukarreblere nasib olsa gerektir. Böyle olduğu içindir ki rızanın bu kadarı emredilmemiştir. 

Rıza konusu, yanlış ya da eksik anlaşıldığında kulu tembelliğe düşürüp her şeyi normal ve mübah gören bir anlayışa itebilir. Kuşeyri; “Kaza ve kaderden olan her şeye razı olmak caiz veya vacip cinsten değildir. Günahlar ve Müslümanlara eziyet veren hususlara rıza gösterilmez.”   diyerek uyarıda bulunur. Böylesi durumlarda Allah’ın rızası, kulun iradesini kullanmasındadır. 

 Bu hususu yanlış anlayanlar, rızaya ulaşmak adına duayı dahi terk edebilir ki bu uygun bir durum değildir. Zira benzer durumlarda bazı peygamberlerin ve sahabelerin duaya müracaat ettiklerini de biliyoruz. Sabır kahramanı Hz. Eyyüb’ün (as) yaraları zikrine engel olmaya başlayınca halini Rabbine arz etmesi; “Rabbi innî mağlubûn. Fentasır!” diyen Hz. Nuh; Hz. Muhammed’in (sas) ashabından bazılarının hastalığı veya yarası için dua etmesi bu cümledendir. Rasulullah’ın (sas) her konuda duaya sarıldığını da pekâlâ iyi biliyoruz. Şu halde rıza makamı duaya zıt olsaydı onun (sas) dua etmemesi gerekirdi. 

O zaman yukarıda, duayı rızaya aykırı gören zevat-ı kiramın, bu durumunu tesiri altında bulundukları hal ve makamla alakalı düşünmeliyiz. Nitekim Gazali, musibetler karşısındaki sabırdan öte yaşanan rıza durumunu, muhabbet kavramıyla izah eder. Savaş esnasında yaralanan bir asker acıyı duymaz. Çünkü o anda kişide öfke ve korku hali hâkimdir. Kalp bunlarla meşgul olduğundan acıyı hissetmez. Kalp bir şeyle tam meşgul olursa bu, başka şeylerle meşgul olmasına mani olur. Zira bir kalpte iki sevgi ya da meşguliyet aynı anda olmaz. Maşuğunun müşahedesi veya sevgisiyle sarhoş olan bir âşıkta durum böyledir. Kalbin muhabbet ve aşkla olan meşguliyeti, meşguliyetlerin en yücelerindendir. Başka şeyi hatıra getirmez.   

Gazalî, bazılarının da elemi ve acıyı hissetmesine rağmen rıza gösterdiklerini anlatır. Bundan tabiatı hoşlanmasa bile aklı hoşlanır. Tıpkı hacamatçıya kan aldıran kimse gibi. Canı yanmasına rağmen kan aldırır ve o işi yapana teşekkür eder. Çünkü bilir ki kan aldırmak kendi faydasınadır. Ticaret için seferin zorluklarına katlanan kimsenin durumu da aynıdır. Kul, Allah tarafından ona bir musibet isabet eder o da bununla elden kaçırdığından daha fazla sevap elde edeceğini bilirse belaya razı olur. Hatta belayı sever, ister ve belayı veren Allah’a şükreder.   Ebu Ali Dekkak’ın: “Belanın acısını hissetmeyecek ölçüdeki kayıtsızlık rıza değildir. Rıza, Allah’ın hükmüne ve kazasına itirazda bulunmamaktan ibarettir.”  sözünü bu çerçevede anlayabiliriz. 

Nitekim bir yanı tamamen felç olan meşhur yazar merhum Hekimoğlu İsmail, hastalığından duyduğu memnuniyeti yazılarında sürekli yazmaya devam etmekteydi. Kendi başına gelen en küçük musibetlere karşı sabırda bile zorlanan kulların, bu anlatılanları muhal görerek inkâra kalkışmaları uygun değildir. Zira hakiki sevginin tadını almayan onun acayipliklerini bilemez. 

Sonuç

Bu ilahi armağana ulaşabilmek nefsin Allah’a yönelmesiyle mümkündür. Bunun için tahkik seviyesinde, sarsılmaz bir iman, ihsan şuuruyla ciddiyetle eda edilen ibadetler gerekir. Bunların yanı sıra kul, muhabbet kanatlarıyla; tevekkül, teslim, tefvîz duraklarını geçtikten sonra hakiki rızaya ulaşabilir. Diğer yandan o yolda sabrın aşılmaz görünen dağlarını geride bırakmak vardır. Bu yolda her türlü mahrumiyet ve musibete gönül hoşluğu ile rıza göstermek ve sızlanmamak, belki mesrur olmak vardır. Rızaya giden yollar böyle sarp olduğu içindir ki insanoğlu için o farz kılınmamıştır. 

Zorluğuna rağmen ulaşılan rıza durağı hem dünya hem ukba adına bir saadet vesilesi, kimilerine göre dünyanın cennetidir. Onu elde eden gamı – kederi, can sıkıntısını unutur. Ancak bu, onun başına sıkıntı ve ızdıraplar gelmez demek değildir. Bilakis rıza yolu demir leblebi gibidir. Bu seyahatte pek çok yol kesiciye rastlanır. Bu yüzden rıza lokmasını herkes yiyemez. Ama kul, bu yolda karşılaştığı zahmetleri de rahmet kabul eder ve zehiri ilaca çevirir. 

Rızanın başlangıcı kulun çalışmasına terettüp etse de neticesi itibariyle o iradenin elinin ulaşamayacağı bir yüceliktedir. Bunun için de rıza yolunun sonuna ulaşmak çok az kula nasip olur. Cenab-ı Allah bizleri o yolda olanlardan eylesin. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin