Suç ve devlet

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Siyaset biliminin temel kavramlarından olan devlet, belli bir toprak parçası (ülke) üzerinde tekil, merkezi bir otoritenin hâkimiyet tekelini öngörüyor. Devletin rolü, bu toprak parçası üzerindeki halka yönelik işlevinden ileri gelir. Devlet bu işlevleri ile meşruiyet sağlar. Devletin yerine getirdiği işlevlerin başında, şüphesiz hukuk gelir. Hukuk devletin işlevlerinin içinde en birincil öneme sahip olanıdır. Devlet şiddet kullanma tekeli sayesinde, hukuk normlarına aykırı davranışlar olduğu zaman, bu davranışlara yaptırım – müeyyide – uygular. Hukuk normları, hem ilkeler bazında, hem de yazılı hale getirilmiş (kodifiye edilmiş) yasalarla, somutça ortaya konar ve vatandaşların neyi yapamayacaklarını belirler.

Normlardan sapan davranışlar suç olarak nitelenir. Suça yaptırım getirmek devletin ana görevidir. Bu nedenle, insanlar suç işlese de, devlet suç işleyemez. Devletin suç işlemesi tasavvur edildiğinde, devlet kavramı da kendiliğinden işlev ve anlamını yitiriyor. Bu, gemi kavramı ile deniz arasındaki ilişki gibidir. Deniz olmayan yerde gemi olmaz. Devlet ile suç yan yana gelirse, çarpmadaki sıfır gibi etkiye sahip eleman suçtur. Devleti sıfırlar, devlet sıfırlanır. Suç galip gelir. Bu nedenle devletler, rejimlerine bakmaksızın kendi normlarına aykırı uygulamalar yapmaz. Yaptıklarında, kendilerinin varlığını da son bulacağını bilirler çünkü.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Bugün Türkiye devletinin en ciddi sorunlarından biri, bu varoluş mücadelesidir. Susurluk’ta meydana gelen kaza, devletin suça nasıl battığını, devlet ve suçun nasıl bütünleştiklerini ortaya koymuştu. Bu kazadan sonra bir çorap söküğü gibi devlet hızla çürümeye başladı. Ekonomik çöküş ve kriz, toplumun bir arada yaşama isteğinin erozyona uğraması, katliamlar ve mutsuz bir halk! Susurluk bu nedenle çok yaşamsal bir öneme sahipti.

Bugün birtakım suçluların devletle bağlarının ortaya çıkması değildir sadece mesele. Türkiye modern tarihinde, Tanzimat Fermanı’ndan bu yana, ana mücadele devletle hukuk arasındaki bağın güçlendirilmesi olmuştur. En karanlık dönemlerde bile hukuk, en azından şeklen dikkat edilen bir husustu. 1915 Ermeni Soykırımı, Osmanlı-Türk devlet sürekliliği içinde devletin suça en çok battığı dönemdi şüphesiz. Fakat bu dönemde bile katliamların sorumluları hukuktan korktukları için korkunç fiillerini gizlemek gereği duydular. Aynı minareyi kılıfına uydurma tutumu, cumhuriyet döneminde de devam etti. Hukuk düzenine açılan her parantez, özenle gizlenmeye, kamufle edilmeye çalışıldı. Dersim Katliamı, Varlık Vergisi, 6/7 Eylül Pogromu, 1990’lı yıllarda Kürtlerin köylerinin boşaltılması, insanların kaçırılması, sistematik işkenceler gibi korkunç hukuksuzluklar, en azından mimarlarının reddedecek kadar suçluluklarının farkında olduğu dramlardı.

Bugün devlet “bazen suç işleyen” bir yapı olmaktan çıkmış görünüyor. Artık tam teşekküllü bir işbirliği, bir bütünleşme var, devletle suç arasında. Hukukla bağlarını kopartmakla kalmayan, bunu artık gizlemek gereği bile duymayan bir yapıyla yüz yüzeyiz. Türkiye, akademisyenlerin kanlarında duş alacağını kamuya açıkça ilan eden, siyasetçileri direklere çekeceğini söyleyen, ana muhalefet partisi liderine el yazısı mektupla söven, tehdit eden, cebir imasında bulunan suçlular gördü. Fakat burada dramatik olan, bu suçluların işledikleri suçlar değil, bunun artık takip dahi edilmemesidir. Hatta, takip edilmemesini geçelim, açıkça bazı politik parti liderlerinin bu tür şahıslara destek beyanında bulunmalarıdır. Türkiye’de devlet, Türk siyasi sınıfı, Türk yöneticileri, anlaşılan artık hukukla aralarındaki bağı salt koparmakla kalmamışlar, suçlularla yakın ilişkiler içindeler. Dahası, suçlularla kurdukları ilişkileri saklama gereği hissetmiyorlar. Bunu açıkça kamuoyu ile paylaşıyorlar.

17 Aralık 2013’te yapılan yargıya sivil darbe, güçler ayrılığı sisteminin sona erdirilmesi, yürütmenin yargı tarafından kontrol edilmesinin ve denetlenmesinin son bulması yanında, yürütmenin bizzat yargıyı güdüm altına alması, yukarıda işaret ettiğim vahim sorunun ana nedenidir. Suça batmış bir iktidar, bu suçun ifşa olmasından sonra, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, kendilerinin suçunu araştıran ve kovuşturan polisleri ve mahkemeleri durdurdu, adli makamları başka yerlere sürdü, yetmedi onları görevden aldı, yetmedi hapse attı. Bugün o soruşturmalarda görev almış olan polis memurlarının tümü hapistedir. Utanmadan hala Ahmet Davutoğlu gibi politikacılar, Reza Zarrab gibi ajan-at hırsızlarını sözüm ona eleştirirken, diğer yandan 17 Aralık’ın bir “sivil darbe girişimi” olduğu iddiasını hararetle savunarak, Saray rejimine belli etmeden sadakat pozisyonuna girmektedirler.

Kemal Kılıçdaroğlu ciddi bir hakarete uğradı, tehdit edildi. Bir ana muhalefet liderinin, onu da geçtim, bir milletvekilinin böyle bir pozisyona düşmesi acıdır. Türkiye’de artık devlet ve suç arasında bir ayrım kalmadığını, dahası devletle suçun birbirleriyle bütünleştiğini ortaya koymaktadır. Bu, bir devletin başına gelecek en son kötü şeydir ve en vahim gelişmedir. Çünkü bu aşamadan sonra, devletin adaletle ve hukukla ilişkisi bitmiştir. Devlet, böylelikle devlet olma özelliğini yitirmiştir. Devlet ortadan kalkmıştır. Suç, devlete sıfır etkisi yapar, yani ona çarptıktan sonra devleti ortadan kaldırır. Devlet, artık yoktur. Devlet Bahçeli ile Alaattin Çakıcı arasında var olan ve ortaya saçılan ilişkiler, Türkiye’deki politik kanserin bir başka habis yönünü ortaya koyuyor. Biz sürekli insan hakları ve demokrasi sorunlarına yoğunlaşırken, şunu unutuyoruz: insan hakları ve demokrasi ile şeffaflık arasında, şeffaflıkla da adalet, yani hukuk arasında güçlü bağlar vardır. Yolsuzluğa bulaşılan yerlerde insan hakları ve demokrasi kalıcı olmaz, yeşermez, maya tutmaz. Adalet ve hukukun bulunmadığı yerde devlet suç aleti olur, işlevsizleşir ve sonuçta ortadan kalkar. 

Bazıları ısrarla bu gerçeği görmezden gelmeye çalışsa da, Türkiye’deki patoloji artık onarılmaz noktaya varmıştır. Tedaviye kafa yorarken, otopsi gerçeğine uyanmak cidden çok acı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. devlet ( hem devlet, hem devlet bahceli ) mafyalaşmış diyebilirmiyiz. Burdan sunu anlıyorum ben, mafya hep bazılarına aba altından gosterilen sopa olarak kullanılmış bu mafyatik tiplerce, sonuçta emniyet muduru ile kanun dışı tehdit gosnderemeyecegine gore kollanan bu tiplerle bu isi yapmışlar. Şimdi hak hukuk reformu diye ortaya cıkmalarından anlaşılıyor ki adliye eliyle yaptıkları hukuksuzlukları mafya eliyle yapacaklar. dolayısı ile adliye uzerinden tehdide gerek kalmayacak halkın dikkati adliyeye odaklanmışken aba altından tehditleri surecek. Şeytanın çırakları

  2. Mehmet Bey, bu guzel analiziniz icin tesekkur ederim. Yazilarinizi istifade ederek okuyorum. Ancak bu yazinizda zihinlerde yerlesmis olan kavram kargasasini siz de tekrar etmissiniz. Biliyorsunuz, devlet bir olgudur (sahsi manevi), dolayisiyla sahislar gibi suc isleyemez. Sucu ancak irade sahibi insanlar isleyebilir. Halkin nazarinda devlet kavrami kutsandigi icin devlet sahsi manevisini temsil eden hukumet ve idarecilerle o kutsanan devletin kendisi zihinlerde ayristirilamamaktadir. Dolayisiyla suc isleyen devlet yerine suc isleyen hukumet ve idareciler demek gecekir diye dusunuyorum. Aksi halde elestirileriniz bu ayrimin farkinda olmayan halk nazarinda kutsadiklari devlet muessesine yapiliyor zanniyla bir yanilgiya sebep olacak.
    Dgerli analizlerinizin devamini bekliyorum. saygilarimla…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin