Sopalı seçimleri bir kez daha hatırlamak

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU 

Türkiye yarın yapılacak seçimlerde sandık başına çok gergin bir ortamda gidiyor. Özellikle Erzurum’da Ekrem İmamoğlu’nun mitinginde yaşananlar ve çığırından çıkan propaganda faaliyetleri, demokrasimizin bir türlü emekleme aşamasını geçemediğini gösteriyor.

Daha ilk seçimlerde başlayan “kazanmak için her şeyi meşru gören” zihniyetin hala devam etmesi de demokrasimizin gelişmesinin önünde büyük bir engel oluşturuyor.

SOPALI SEÇİMLER

Osmanlı ülkesi II. Meşrutiyetin ilanıyla otuz yıl sonra bir kez daha parlamentoyla tanıştı. 1908 seçimlerinde örgütlü tek parti olan İttihat ve Terakki (İTC), henüz teşkilatlanmasını tamamlayamayan Ahrar Fırkası karşısında büyük bir başarıya imza atarak 281 mebusluğun 280’ini kazandı.

İTC’nin bu başarısına rağmen fırkadan ayrılanlar mecliste bir muhalefet oluşturdular. Muhaliflerin Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nda (HİF) toplanması ve HİF’in 1911 ara seçimini bir oy farkla da olsa kazanması üzerine İTC, meclisin dört yıllık süresini doldurmasını beklemeden seçime gitme kararı aldı. Böylece dönemin ikinci genel seçimi 1912 yılında gerçekleşti.

İTC seçime her türlü tedbiri alarak girmiş ve 284 mebustan altısı hariç hepsini kazanmıştır. Ancak İttihatçıların seçim kazanmak için başvurdukları yollar, sonraki dönemlerde büyük bir eleştiri konusu olacak ve 1912 seçimleri tarihe “sopalı seçimler” olarak geçecektir. 

1912 baharındaki seçimler, 31 Mart Olayı dolayısıyla ilan edilen sıkıyönetim nedeniyle büyük bir baskı ortamında gerçekleşti. İTC, HİF’e karşı elindeki iktidar ve örgüt gücünü sonuna kadar kullanıyor, bu yolla muhalefeti etkisiz hale getirmeye çalışıyordu.

Özellikle İtilafçı basını hedef alan İttihatçılar bir taraftan muhalif basını kapatıyor, diğer taraftan muhalefetin bastırdığı seçim broşürleri ve bildirilerini Divan-ı Harbi Örfi vasıtasıyla toplattırıyordu. Ayrıca muhalefete baskı amacıyla bir dizi geçici kanun çıkarıldığı gibi vali ve kaymakamlarda değişiklikler yapılarak İTC’ye yakın kişiler tayin edildi. Hatta Trabzon valisi, İttihatçılara seçimi kazandıracağına dair söz bile veriyordu.

Bunun seçimlere yansıması valinin seçim sandıklarının başında baskı yapması olmuş, Giresun’da kaymakam ve komiser halkı tehdit ve darp etmiş, askerlerin de tehdidi nedeniyle birçok yerde benzer hadiseler yaşanmıştı.

Seçimlerin en çok konuşulan olaylarından birisi de HİF’in Gümülcine adayı Filozof Rıza Tevfik’in Gümülcine’de İttihatçı on beş yirmi kişi tarafından dövülmesidir. Bu olay, 1912 seçimlerinin “sopalı seçimler” olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Eski bir İttihatçı olan Rıza Tevfik, seçim sürecinde daha önce de İstanbul’da verdiği bir konferanstan dolayı Divan-ı Harbi Örfi tarafından yirmi beş gün hapis cezasına çarptırılmıştı.

Bu durum 1912 seçimlerinde dayak ve sopanın ön plana çıkmasına yol açtığı gibi seçimlerde İtilafçılar aslında devlete karşı mücadele etmişler ve gücü elinde bulunduran iktidar partisi karşısında başarılı olamamışlardır. 

OTUZ ORUÇ BEŞ NAMAZ

1912 seçimlerinin diğer yönü ise iki partinin kıyasıya bir propaganda faaliyetine girişmesidir. Bu faaliyetler zaman zaman gerçeklerle ilgisi olmayan iddialara dönüşmüş ve sonraki dönemler için kötü bir örnek oluşturmuştur.

Propaganda çalışmaları, öncelikle HİF’in ortaya çıkma şekli ve gerekçesiyle ilgilidir. İTC’ye karşı muhalefetin başını da bu fırkadan ayrılanlar çekiyordu. Bu kişilere göre, İTC’de “Siyonist ve mason” küçük bir grup yönetimi ele geçirmiş olup memuriyetler partizanlıkla dağıtılmaktaydı. Muhalefetin güçlenmesinin diğer bir nedeni de muhalif gazetecilerin cinayetlere kurban gitmeleriydi.

Bütün bunlar muhalefetin birleşmesine zemin hazırlamış ve “Osmanlı Demokrat Fırkası, Ahali Fırkası, Mutedil Hürriyetperveran Fırkası” gibi partiler de bir araya gelmişti. Hatta Sosyalist Fırka da geçici olarak HİF’i destekleme kararı almış, “Rum Meşrutiyet Kulübü ve Sosyal Demokrat Ermeni Hınçak Partisi” de HİF’in yanında yer almışlardır.

Yetmiş kadar muhalif milletvekili partiye katılmış, HİF kısa zamanda yüz kadar şubeye ulaşmıştı. Partinin başkanlığını Damat Ferit Paşa, başkan yardımcılığını Miralay Sadık yapmakta, idare heyetinde Rıza Nur, Lütfi Fikri, Muhammed Hamdi (Yazır), Rıza Tevfik gibi isimler yer almaktaydı.

İTC de Bulgarların, on dört mebus karşılığında Ermeni Taşnak Partisi’nin ve Meşrutiyet Kulübü dışında kalan Rumların desteğini almıştı. Bu ittifaklar seçimin ne kadar zor şartlarda yapılacağının habercisi gibiydi. Nitekim bu çekişmeler seçim propagandalarına seviyesiz bir şekilde yansımış özellikle İtilafçılar yoğun bir şekilde dini propaganda yapmışlardı.

İTC’nin seçimde önemli amaçlarından birisi Kanun-i Esasi’nin 35. Maddesini kaldırarak padişahın meclisi fesih yetkisine son vermekti. Buna karşılık İtilafçılar 35. Maddenin kaldırılmak istenmesini, “otuz oruç, beş namaz demektir” diyerek İttihatçıların asıl amacının oruç ve namazı yasaklamak olduğu propagandası yaptılar. 

Dönemin İttihatçı Şeyhülislamı Musa Kazım Efendi halkın dini duygularını istismar eden bu tür propagandalara karşı beyannameler neşretmişti. Hatta İtilafçıların içinden bazı kişiler bile partilerinin dini istismar etmelerini eleştirmişlerdi.

İktidar partisi İTC ise memur ve askerleri kullanmış, subaylar tamamen siyasetin içinde yer almışlardır. Ayrıca İttihatçılar, İtilafçıların dini istismarına karşılık olarak camilerde konuşmalar yapmışlardır. Dolayısıyla bu seçimler hem kışla hem de camiye siyasetin girmesinin ilk örneği olarak gösterilebilir.

Gergin seçimler Eskişehir’de kan dökülmesine de neden oldu. Burada yaşananlar dinin siyasete alet edilmesinin nelere mal olacağını açıkça ortaya koymaktaydı. 

Olaylarda “Sünni-Alevi” gerginliği de etkili oldu ve halkın ikiye bölünmesiyle çatışmalar yaşandı. Hatta olaylara müdahale etmeye gelen askerler ve mülkî erkâna da halk, “din düşmanları” diye hakaret ederek saldırdı.

İtilafçıların Eskişehir ve çevresinde yaptıkları propagandalar, olayların çıkma nedenlerini de ortaya koymaktadır. Propagandalara göre; İttihatçılar çocuklara şapka giydirecekler, giymeyenleri kesecekler, halkı “dinsiz yapacaklar”, memleketi satacaklardı. Zaten onlara göre padişah dahil olmak üzere bütün memurlar dinsizdi.

Bölgede Sünni-Kızılbaş kavgası çıkarmak için de Battalgazi Tekkesi Şeyhi’ne İttihatçı hükümetin silah gönderdiği ve bunların halka dağıtılarak Sünnilerin öldürülmesinin planlandığı şayiası yayılmaktaydı. 

Seyitgazi’de seçimin başlamasından kısa bir süre sonra Tatar Hoca Abdurrahman’ın “vurun Jönlere, vurun gavurlara…” demesiyle olaylar çıktı. Sandık kurulu üyeleri de “bunları öldürmek helaldir” denilerek hedef gösterilince olaylar iyice büyüdü. Çatışmalarda beş kişi öldü ve çok sayıda kişi de yaralandı.

Benzer propaganda ve kışkırtmalar sonunda sadece Seyitgazi’de değil başka birkaç köyde de halkın kışkırtılmasıyla seçimin tamamlanamadığı anlaşılmaktadır. Sürekli olarak “Jönler (İttihatçılar) gavurdur” deniliyor ve halkın dini duyguları istismar ediliyordu.  

Hatta “bir jön öldürmek yüz gavur öldürmekten evladır” denilerek “dinsiz” kabul edilen sandık görevlilerinin “Kelime-i Şehadet” getirmeleri isteniyordu. Bazı fanatikler de sandık kurulu görevlileri ve görevli askerleri döverek başkalarının yerine oy bile kullandılar.

Hükümet de olaylar sonrasında tespit edilen suçluları yakalayarak İstanbul’a göndermiş ve Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanmalarını sağlamıştır. Olaylarda önemli rolü olan HİF’in Eskişehir şube başkanı Hacı Veli ise savunmasında olayların nedeninin, İttihatçıların ikinci seçmenlerin İTC’ye oy vermeleri için baskı yapmaları ve halka hakaret etmeleri olduğunu söyleyecektir.

Hacı Veli, 1919 seçimlerinde HİF kontenjanından Meclis-i Mebusan’a seçilmiş ve sonra da ilk TBMM’de yer almıştır. Ankara’daki mebusluğu sırasında kendisine 1912’de yaşananlar sorulduğunda “ne bileyim evlat din elden gidiyor diye hocalar beni aldattılar. Bildiğiniz hareketi yaptım. Sonradan kandırıldığımı anladım, pişman oldum ise de iş işten geçmişti. Dikkat ederseniz mecliste hocalarla hiç konuşmam ve ahbaplığım da yoktur…” diyecektir. 

ETİKSİZ SİYASET

Türkiye, 1908’den sonra ikinci büyük seçim tecrübesini 1912’de yaşadı. Ancak “vatan kurtarıcı” rolünü üstlenen İttihat ve Terakki’nin özellikle birçok partinin katılmasıyla güçlenen Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın seçim başarısından endişe ederek askeri ve sivil bürokrasinin gücünü sonuna kadar kullanması, Divan-ı Harbi Örfi’yi muhaliflere karşı harekete geçirmesi ve Gümülcine’de Filozof Rıza Tevfik’i dövdürmesi gibi gelişmeler seçimlere gölge düşürdü.

Muhalif HİF’in ise dini değerleri kullanması, İttihatçıları “dinsizlikle” itham etmesi ve bu propagandaların bazı yerlerde kan dökülmesine sebep olması da İttihatçıların “kışlaya siyaseti soktukları” gibi onların da camiye siyaseti sokmasıyla sonuçlanmış ve Türk siyasetinde bugüne kadar devam eden birçok temel sorunun da başlangıcı olmuştur.

Bütün bunlardan ve özellikle yapılan propagandalardan hareketle Türkiye’de seçimlerin, “kazanmak için her şeyi meşru gören” bir anlayışla başladığı ve en son 14 Mayıs seçimlerine giden süreçte de görüldüğü gibi bu zihniyetin günümüze kadar geldiği rahatlıkla söylenebilir. 

Herhalde bu durumda Türkiye’deki siyasete “etik ilke ve değerleri olmayan siyaset” demek yanlış olmayacaktır. En acı olan da yüz yıldan fazla bir tecrübeye rağmen hala halkın bu tür yöntem ve propagandalara çok rahat kanması ve bir türlü tepki göstermemesidir. 

Kaynaklar: A. Gelmez, 1912 Meclis-i Mebusan Seçimleri, İÜ SBE yüksek lisans tezi, İstanbul, 1995; F. Demir, Meşrutiyet Devri Seçimleri 1908-1914, DEÜ AİİTE Doktora Tezi, İzmir, 1994; İ. Güneş, “1912 Seçimleri ve Eskişehir’de Meydana Gelen Olaylar”, Belleten, Ağustos 1982, S. 216; V. Aksoy, “Yeni Bilgi ve Bilgiler Işığında Trabzon’da 1912 Seçimleri”, KARAM, 2017, S. 163; A. Birinci, “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”, DİA, C. 18. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Türkiye’deki siyasetin “etik ilke ve değerleri olmayan siyaset” olmasi sebep degil sonuc; Kurucu Babalar gibi esya ve hadiseyi mukemmel okumus ecdadimiz olsaydi demokratik cogunlugu elde etmenin tek amac olmasi gibi sikintilari olan bir sistemden ziyade siyasetin 4 yillik surelerle surdurulen bir memuriyet olmasi; yargi ve yurutmeyle beraber hepsinin bir check balance sistemiyle dengelenmesi gibi saglam iskelete bina edilseydi yozlasmislik katlanarak bugunlere gelmezdi.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin