Türkiye’de şu anda kadınlı erkekli on binlerce masum insan sadece burs verdiği, zekât topladığı, ihtiyaç sahiplerine yardım ettiği gerekçesi ve ‘darbe girişimi’ bahanesi ile zindanlarda. 70 milyon insan bu mezalime şahit. Ama görmezden geliyor. Kendilerini “Bunlar darbe yaptı” illüzyonuna kaptırmışlar. Yapılan mezalim başka çağlarda yapılanlarla o kadar çok benzeşiyor ki!
Fizilal-il Kur’ân isimli müstesna tefsirin müellifi Seyyid Kutup(ra) yarım asır önce idam edildi. İdam emrini veren bir Mısır Firavunuydu. Fiilen bir firavundu ama gördüğü her camide korumaları eşliğinde namaz kılıyor, meşhur kâri Mustafa İsmail’den Kur’an dinliyor, o günün Mısır ulemâsıyla oruç açıyordu.
DARBE GİRİŞİMİ
İhvan-ı Müslimin 27 Kasım 1954’de Mısır devlet başkanı Cemal Abdunnâsır’a suikast girişimiyle suçlandı. Yüzlerce insanla birlikte Seyyid Kutup da tutuklandı. Yapılan göstermelik yargılamanın neticesinde ağır işlerde çalıştırılma kaydıyla on beş sene ağır hapis cezası verildi. On sene hapis yattıktan sonra o zamanın Irak devlet başkanı Abdusselam Arif vesile oldu ve serbest bırakıldı. Hapisten çıktıktan 1 yıl sonra “Yoldaki İşaretler” adlı kitabını yayımlayınca tekrar tutuklandı. Gerekçe “devlete karşı darbe girişimi” idi.
Kutup çok ağır hapishane şartlarında maruz kaldı. Üzerine eğitilmiş köpekler salıp hapishane bahçesinde kan revan içinde bıraktılar, yaraladılar. Ellerini ayakların bağlayarak aç ve susuz bıraktılar. Yeğenini gözü önünde işkence ile öldürdüler. Kutup, uzun zindan hayatında pek çok hastalığa yakalandı. Defalarca mide kanaması geçirdi. Bütün bu işkenceler Cemal Abdunnasır’dan özür dilemesi için yapılıyordu.
Kız kardeşi aracılığı kendisinden bir söz istiyorlardı. İdam sehpasında bir defa daha tekrarlayacakları teklif şuydu: “Şimdiye kadar sarf ettiğim söz ve davranışlarımda yanılmışım, Cumhurbaşkanı Abdünnasır’dan özür diliyorum” diyecek ve serbest bırakılacaktı. Kız kardeşi bunu kendisine iletti. Cevap çok netti:
“Eğer âdil bir yargılama ile idama mahkûm edilmiş isem affedilmem zaten haksızlık olur. Ama bâtıl kanunlarla zâlim bir karara kurban gidiyorsam, zulme uğruyorum ve bu kararı verenler zâlimdirler demektir. Benim inancım, zâlimlerden af ve merhamet dilememe müsaade etmez, bir mümin, münafıktan özür dilemez.”
BUNLAR DÜŞMANLARIMIZLA İŞ TUTAN HAİNLER…
Kutup’un şehit edildiği günlerde hapishanede İhvan-ı Müslimin’e yapılanlara şahit olan iki asker şunları anlatıyor:
“Hapishaneye her gün erkekler, genç kadınlar hatta yaşlılar grup grup getirilirdi. Bize ‘Bunlar aleyhimize Yahudilerle iş tutan hainlerdir! Kesinlikle bunların sırlarını ortaya çıkartmalıyız. Bunun tek yolu onlara şiddetli işkenceden geçer’ diyorlardı. Bu ‘vatanî ve kutsal söylem’ onları coplar ve sopalar altında saatlerce inletmemize yetiyordu. Biz bu eziyet ve işkenceleri vatan adına ve mukaddes bir iş yaptığımız inancıyla yapıyorduk! Ancak bir müddet sonra kendimizi garip bir halde bulduk. Bize ‘vatan haini’diye takdim edilen bu insanlar gece yarıları kalkıp ibadet ediyordu ve Allah’ın (c.c) zikri dillerinden düşmüyordu. Hatta bazıları şiddetli cop darbelerinin ve saldırgan köpeklerin pençeleri altında can verdikleri halde yine de yüzleri gülüyor ve dillerinden Allah’ın zikri ve istiğfar eksik olmuyordu…
SABAH-AKŞAM ALLAH’I ZİKREDEN İNSANLAR
Bu gördüklerimizden çok etkilendik ve bu şekilde sabah-akşam Allah’ı zikreden insanlar Allah düşmanlarıyla iş tutan hainler alamazlar dedik ve imkân buldukça bunlara yardım edip onların eziyet ve işkencelerini hafifletmeye çalıştık.
Hapishanede bize tevdi edilen son görev tek başına bir hücrede kalan Seyyid Kutup isimli bir mahkûmu gözetlemekti. Bize bu kişinin en tehlikeli kişi olduğunu, bütün bu terör işlerini onun düşünüp organize ettiğini, dolayısıyla çok dikkatli olmamız gerektiğini sıkıca tembih ettiler! Gördüğümüzde kendisine uygulanan işkence ve eziyet her halinden belliydi. Mahkemeye güçlükle gidebiliyordu.
28 Ağustos 1966 gecesi idama götürülmek üzere hazırlanması emri geldi! Ona son olarak nasihat edip kelime-i şahadeti getirtmesi için bir hoca getirildi. Duyduğumuz kadarıyla bu hoca Seyyid Kutub’a şahadet getirmeyi telkin edince şu cevabı almış. ‘Ben bu kelimeden dolayı idam ediliyorum. Sen ise bu kelimeyi bana telkin etmekle ekmek yiyorsun!’
Sabaha karşı, askeri arabalarla idamın yapılacağı alana gittik. Darağaçları önceden hazırlanmıştı. Darağaçlarındaki ipler mahkûmların boyunlarına geçirildi. İdamlıkların ayaklarının altındaki sehpayı çekecek ve infaz işleminden sonra siyah bayrağı kaldıracak görevliler yerlerini aldılar ve işaret beklemeye başladılar.
O anlar hiç unutamayacağımız anlardı. Seyyid Kutup ve arkadaşları birbirini kutluyor, ebediyet Cennetinde Hz. Muhammed(SAV) ve arkadaşlarıyla buluşmayı umuyor ve sözlerini ‘Allahu Ekber ve Lillahilhamd’ diyerek bitiriyorlardı. Nefeslerin tutulduğu o korkunç anda, aniden bir araba geldi ve içinden üst rütbeli bir subay indi. Cellâtlara ‘durun’ dedi ve Seyyid Kutup’un yanına yaklaşıp gözlerindeki bandajın çözülmesini ve boynundaki ipin çıkartılmasını istedi.
SADECE BİR CÜMLE İLE İDAMDAN KURTULACAKSINIZ!
Sonra gayet nazikçe yaklaşarak ‘Ey kardeşim! Ben merhametli ve hoşgörülü Reis (Cemal Abdunnasır) tarafından size hayatınızı bağışlamak üzere gönderildim. Sadece bir cümle yazacaksınız, sonra kendiniz ve şu arkadaşlarınız idamdan kurtulacak.’ Subay daha cevabı beklemeden hemen dosyayı getirdi ve kalemi uzatarak ‘Hata ettim. Özür diliyorum!’ diye yazacaksınız, hepsi bu efendim.
Seyyid Kutup gözlerini kaldırdı şunları söyledi: ‘Ben kesinlikle ebediyen silinmeyecek bir yalan ve utanç lekesi karşılığında rezil bir hayatı tercih edemem’ Subay ‘Ancak efendim, bu ölüm!’ diye kekeledi ama o, ‘Allah yolunda ölüme merhabalar olsun’ diyerek kabul etmedi. İnfaz için işaret verildiğinde gökler ‘Lailahe illellah, Muhammedür’resulullah’ sadaları ile yankılanıyordu.”
SARAY YARGISI
Seyyid Kutub, o günkü Firavun’un Saray’ından verdiği emirle göstermelik bir şekilde yargılanmış ve idam edilmişti. Hukuki hiç bir delil söz konusu değildi. Kutup idamına karar verildiğinde kendisini teselliye gelenler şu sözleri söylediği anlatılır: “Üzülmeyin, rüyamda Rasûlullah’ı gördüm, beyaz bir at üzerindeydi. Bana ‘Sen üzerine düşeni yaptın, şehitlik sana kutlu olsun’ dedi.”
Merhum Kutup’tan bugüne değişen çok az şey var. Yine münafıkların Müminlere zulmü, yine ‘niye özür dileyip tabi olmuyorsunuz’ kavgası, yine ‘nasıl ederiz de bunları idam ederiz’ arayışı, yine ‘darbe girişimi’ illizyonu ve saçma sapan bahaneler…
Birkaç fark var: İntihar kılıflı onlarca infazın pervasızca yapılabilmesi ve o günkü sınırlı sayıda kadın mahkûma bedel bugün binlerce genç, yaşlı, hamile, emzikli kadına işkence ve taciz yapılması.
Son bir fark ise işkence emirlerini verenlerin ve tetikçilerinin tarihin en sefil ve en deni kadrolarından oluşması.
(Kaynak: Prof Dr. Mesut Erdal, Seyyid Kutub, Yeni Ümit dergisi; Ali Rıza Akgün, Bir Mücahidin Son Gecesi)