Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Şimdi Silivri’de tutsak olan Sevgili Mustafa Ünal ile yıllar önce Turgut Sunalp’i Moda’daki evinde ziyarete gitmiştik. Hani şu 1980 darbesinden sonra askerlerin kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin Genel Başkanı olan, Ege Ordusunun kurucu komutanı, emekli Orgeneral Turgut Sunalp’ten söz ediyorum. Ölümünden birkaç sene önce yaptığımız o görüşmede hiç unutamadığım birkaç mesele olmuştu. Bunlardan birisi Milli Görüş’ün kurucusu Necmettin Erbakan’ın Türkiye’ye getirilip parti kurdurulması konusunda söyledikleriydi. Ama yazının konusu milli görüş olmadığı için o konuya girmeyeceğim. 

Sunalp Paşa o görüşmede askerlik hatıralarını, MDP’nin kuruluşunu, Kenan Evren’in kendisi hakkında söylediklerini uzun uzun anlatmıştı. Siyasetten nasıl büyük hayal kırıklıklarıyla ayrıldığını kendisinden dinlemiştik. 

Askeri geçmişinde kendince hatırı sayılır işler yaptıktan sonra, sivil hayatta başarısızlıklar yaşamanın insan ruhunu nasıl hercümerc ettiğini, onda bizzat gözlemlediğimi hatırlıyorum. Hatta o günkü konuşmadan aldığım notlar içine bunu da yazmışım. Askeri hatıralarını anlatırken “bir zamanlar, yüz binlerce asker iki dudağımdan çıkacak söze bakıyordu, şimdi apartman kapıcısına söz geçiremiyorum” demişti. Sunalp Paşa’nın konuşurken sözlerindeki öfkeyi daha dün gibi hatırlıyorum. 

İnsanoğlunun en büyük sınavı bu olmalı diye düşünüyorum. Önem yitirmek, insanın iç dünyasında hazmetmesi, kabullenmesi, ortaya çıkan travmayı atlatabilmesi en zor sınav olmalı. 

Ahmet Davutoğlu’nun altılı masayla ilgili söylediklerini siyasi hesaplardan çok, kendi iç dünyasının patlaması olarak görüyorum. Bir zamanlar ülkedeki en önemli koltuğa oturup, herkesin dikkatle dinlediği bir makamdan, şimdi neredeyse kimsenin ciddiye almadığı, altılı masada konuşurken bile kimsenin kulak kesilmediği bir insan durumuna düşmek sanıyorum Davutoğlu’nun atlatamadığı bir travmadır. 

Hele de hayatınız boyunca kendinize fazlasıyla inanmış, hatta çok önemli işler yapmak için ‘seçilmiş’ biri olduğunuzu düşünüyorsanız; bugünkü statünüzü kabullenmek, bu durumla baş edebilmek hayli zor olmalı. 

Bence Davutoğlu o sözleri herkesten önce kendine söylüyor, yani aynadaki Ahmet’e! Bir kenara atılmanın büyük hayal kırıklığını yaşayan o çok önemli kişisine. “Sakın üzülüp kendini değersizleştirilmiş zannetme biz (kendisiyle, aynadaki Ahmet) hala önemli adamız, lafım dinlenmezse öyle bir kriz çıkartırım ki, hükümet iş göremez hale gelir, seçimler yenilenmek zorunda kalır.”

Derdim bir Davutoğlu eleştirisi değil, bir tespit yapmaya çalışıyorum; çünkü bu hepimizin sorunu. Benzer travmayı yaşayan sadece Ahmet Davutoğlu ya da falanlar filanlar değil; büyük çoğunluğumuz aynı psikolojiyi yaşıyoruz.

Apoletleri, makamları, bilgiyi, başarıyı taşıyabilmek çok zordur ama asıl ölümcül olan ondan ayrılmaktır. Apoleti terk etmek zorunda kalıyorsunuz ve herkes gibi sıradan bir insan haline geliyorsunuz.

Bazen hak yolunda yürüdüğümüzü düşünürken bile egonun dondurucu soğuğu insanı mışıl mışıl bir ölüm uykusuna yatırabiliyor. 

Bu süreçte öyle zorluklar yaşadım ki bulaşıkçılık bile yaptım.” İçinde kibir saklı bir tevazu cümlesi. Oysa bulaşıkçılık yapmak basit insanların işi, benim gibi şu kadar eğitimli, bu kadar birikimli, böyle apoletli, şöyle önemli bir adam, bu basitliklerde dolaşmaması gerekirdi fakat doğru istikamet uğruna sabrettim, hepsine katlandım. 

Turgut Paşa gibi bir zamanlar şu kadar önemli ve büyük işler iki dudağımın arasından çıkacak söze bakarken, bugün önemsiz, değersiz, bir kenara atılmış sıradan birisiyim. 

Bunları ne kadar söyledik kendimize. 

Makamın verdiği imkanlarla önemli hale gelen insanlar, makamın gitmesiyle kolayca bir hiçe dönüşebiliyor. Zaten dünyada her şey bir gün mutlaka gelip geçer. Önemli insanlar vezirliğin ve rezilliğin arasında gidip gelir.

Aslolan değerli ve demli adam olmak. Değerli adamların üzerine ne urba geçirilirse geçirilsin, hangi makamda oturursa otursun kıymetini asla kaybetmez. Tıpkı altının çamurda ya da baş köşede olmasıyla kıymetinin değişmediği gibi. Her şey bir sınamaydı… İmkanlar da imkansızlıklarda Allah’ın imtihan süreçleriydi.

Ne mutlu bu sınanmalardan ders çıkaranlara.. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. -“Bu süreçte öyle zorluklar yaşadım ki bulaşıkçılık bile yaptım.” İçinde kibir saklı bir tevazu cümlesi…–

    Yukarıdaki cümlenizi malesef yerden yere vurmak zorundayım. Bu bir kibir değil.

    Ve tersten başlamak istiyorum. Bu kritiği yapanlar, aslında kibirle kritik yapıyor, benim gözlemim bu.

    Sayın Alper Fırat bey, hiç bulaşıkçılık yaptınız mı… Şaka söylemiyorum, sahiden hiç bulaşıkçılık yaptınız mı? Bir mağdur, mazlum olarak ya da ne işler yaptınız.

    Etrafımda bu bağlamda iki grup insan görüyorum.

    1-Ne olacak ekmeğimi taştan çıkartırım deyip, büyük büyük laflar edenler, ama zerre kendini yormayanlar.

    2-Hiç laf etmeyip, bu iş yapılamaz bir iş deyip, mecburen o gelip geçici işi yapanlar..

    Ekmeğimi taştan çıkarırım ne var ki diyen bir dostum örneğin, bu süreçte sabah akşam İngilizcesini geliştirdi. Türkiye de yaptı bunu dostum. İmkanı da yerindeydi. Zerre üzerine toz konmadı, patron sıkıntısı da yaşamadı. İmkanı da vardı. Bolca yürüyüş yaptım, kulaklığı taktım TED konuşması dinledim dedi. Oldukça da iyi geliştirmişti İngilizcesini.

    Parası bitmeye yakın ve cezası onanmaya yakın Avrupaya geldi.

    Bu kişiyi her aradığımda, ekmeğimizi ne var taştan da çıkartırız, gider şurada burada çalışırız diyen bu dostum, bu işlerin hiçbirinde çalışmadı.

    Avrupaya geldi, ekmeğimi taştan çıkartırım ne olabilir ki derken dudakları, amelleriyle sıkı sıkıya yeni ülkede nasıl kendime uygun iş bulurum, bu özelliklerimi rahat bir yaşama dönüştürebilirim diye uğraşytı.

    Olması gerekende buydu zaten.

    Ama eleştirdiğim, çirkin bulduğum ve aslında Kibirli bulduğum nokta şu:

    Bu kişi hiç ama hiç kendini yormadı bu güne kadar.

    …..

    Bir başka dostum, imkansızlıkları gereği zor şartlarda çalıştı, her defasında görüştüğümde, bu hayat böyle gitmez ama napalım, sürdürücez dedi ,bir yerden kapı açar Rabbim dedi. Umutluydu. Gerçekçiydi

    Ama “gerekirse ekmeğimizi taştan çıkartırız , NE OLACAK” diye hamasi konuştuğğunu görmedim.
    ——

    Ve geçen bir vazifeli dostumdan dinledim. Emek verip, nasıl şu bulunduğumuz coğrafya da kendimize uygun bir iş bulabiliriz diye konuşurken,

    “Ne olacak, gidip şoförlük yaparız abi” dedi.

    Döndüm ve şunu söyledim. Bu ortamda en son şoför olacak kişi sensin… Öyle görünüyordu da. Samimiyetine sözüm olamaz, ama o da biliyordu ki, vazifeli grubun içinde isen elin tozdan, bulaşıktan uzaktır, aridir, o da çok ama çok iyi biliyordu bunu.

    …..

    Sayın yazar,

    tersine diyorum bu nedenle, uğraşan didinen, o didinme sürecinde tecrübeleri nedeniyle, yaşadıkları zorlukları kendi dilleriyle anlatan insanları,

    fiziki şartların kendini hiç yıpratmadığı insanlar, çok yanlış eleştiriyorlar.

    Bir çeşit ezberden konuşuyorlar. Bence asıl kibir bu. Yine niza vermek, yine yön vermek, akıl vermek, yine ben bilirim demek.

    Sayın yazar,

    Eğer bulaşıkçılık veya eş benzeri ağır şartlarda çalıştınız mı siz hiç.

    Mesela, en basitinden, yurtdışındaysanız, dil öğrenmenin ne kadar zor,, yıllarını verdiğiniz, insanı çürüten, yoran, ucu bucaı olmayan bir süreç olduğunu biliyor musunuz.

    Sırf burdan bile ben size konfor alanındasınız diyebilirim. Kapalı devre Türkçe yaşamı ikame edebilmiş ve bir çeşit yaşamını rızkını da yoluna koyabilmiş insan olabilmek, bu devirde mazlumlar içindeki bence en şanslı kesim. Bunu birileri de yapmalı, itirazım yok.

    Sizi bilmiyorum, ama öyle olupta, bir başkası hakkında, bilmedği durumlar hakkında, yorum yapıyorsanız, birisi gelir size dur der.

    …..

    Sayın yazar, siz hiç bulaşıkçılık yaptınız mı? Eşdeğerini yaptınız mı? Yahut ne kadar yaptınız?

    Gençlik yıllarında öğrenciyken yine başka bir diyarda lokanta da çalışmış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim,
    bulaşıkçılık vb birer meslek değildir, duraktır. Bunu diyenin de elbette buna hakkı vardır.

    Sayın yazar, lütfen söyler misiniz, siz ne kadar yordunuz kendinizi fiziken?

    Bulaşıkçılığı, bulaşık yıkama olarak algılıyorsanız, bir statü olarak algılıyorsanız yahut, zaten daha tartışma baştan biter. Hiç çalıştınız ı bulaşıkçı olarak mesela?

    Bulaşıkçı olduğunda bir lokanta da, o silsile içinde iş yoğunluğundan çok daha öte, muhatap olduğunuz durumlar, hayatınız boyunca karşılaşmayacağınız değişik tiynetteki insanların bir çeşit amiriniz modunda sinkaflı ortamalrında çalışmayı tattınız mı?

    Siz bulaşıkçılığı yoksa sadece bulaşık yıkamak olarak mı sanıyorsunuz.

    Bu bir örnek, alın bulaşıkçılığı, benzeri başka alanlara vurun.

    …….

    Sayın Yazar, tek hitap ettiği kesim mazlumlar ve mağdurlar olan, bir çeşit kitle sitesi olan TR724 de yazarken, üstelik türkçe olarak yazma konforundayken, lütfen dikkat edin olur mu.

    Satırlarınızı severek okuyorum. Ama çok toyca bulduğumu bu yukardaki satırınızı bilmenizi istiyorum. Bulaşıkçılık bile yaptım sözü kibir değildir. Hayatı boyunca bulaşıkçılık yapan da yoktur. Amerika da Meksikalılar 5 10 yıllığına yapar ki, onlar da para biriktirip köylerine dönmek için.

    Bulaşıkçılık vb işler birer duraktır. Uğraktır.

    Lütfen alındı diye de düşünmeyin, alınmak bile aslında en doğru yazdım ama alındılar anlamına gelir. Hayır hayır. yanlış bir cümle, mantık kurdunuz, yanıldınız. Anılmak değil düzeltme duygusuyla yazıyorum.

    Etrafımızda da sık sık karşılaştığımız bu durumlara, ufaktan birileri dur demek zorunda. Bende buradan yaptım en azından.

    Kendi konfor alanlarından niza verilmemeli insanlara..

    Önce bu yollardan geçilmeli.. geçtikten sonra yazılmalı.. Başım gözüm üzerine.

    ….
    Davutoğlu üzerinden yazdığınız yazınıza tamamen katıldığımı, o bağlamda kabul ettiğimi de bilmenizi ayrıca isterim.

    Benim eleştiri okunu yönelttiğim o tek bir satırınızdı. Bütüne de katıldığımı ayrıca belirtmek isterim.

    Sürçü lisan ettimse affola..
    Hürmetle…

    • {{{Ne olacak, gidip şoförlük yaparız abi” dedi.
      Döndüm ve şunu söyledim. Bu ortamda en son şoför olacak kişi sensin… Öyle görünüyordu da. Samimiyetine sözüm olamaz, ama o da biliyordu ki, vazifeli grubun içinde isen elin tozdan, bulaşıktan uzaktır, aridir, o da çok ama çok iyi biliyordu bunu.}}}
      Yılmaz Bey…
      Gerçi yazarın meselesi ile ilgili değil ama sizin gizl/açık bu cümleniz bence çok incitici.
      Şu dönemde sürecin çeşit çeşit mağdurları ile dolu etrafımız. Görevli ile kastınız malum. Ben o görevlilerden değilim. Olmadım da. Bu ayıp yanlış bir şey değil haşa huzurdan. Eski dönemlerde haklı haksız herkesin bir gördüğü yanlış olabilir. Bunu alıp şimdiye getirmek ve hepsi böyleydi demek doğru değil (siz dediniz demiyorum).
      Şu an bu işi yapan insanlar gördüğüm kadarıyla ateşten bir gömlek giyiyorlar. Çünkü dilinin kemiği olmayan insanlar bu insanlara bazen öyle acımasızca eleştiriler yapıyorlar ki bazı yerlerde bu işi yapacak sizin tabirinizle görevli bulunamıyor ya da sürekli doldur boşalt misali biri geliyor biri gidiyor. Çünkü iftira eder derecesinde eleştiriler insanı soğutuyor her şeyden ve buna dayanmak kolay değil.
      Ve bu görevlilerden başka iş yapsa samimiyetimle söylüyorum çok daha iyi konfor alanına ulaşacak, çok daha kafası rahat olacak, muavenetini de, sohbetini de, bilmem nesini de kendisini eleştirenden daha iyi yapıp iyi de gelirlere ulaşabilecek çok insan tanıyorum. Bu insanlar Allah rızası için GERÇEKTEN sabredip bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.
      [[[Ne olacak, gidip şoförlük yaparız abi” dedi.
      Döndüm ve şunu söyledim. Bu ortamda en son şoför olacak kişi sensin… Öyle görünüyordu da. Samimiyetine sözüm olamaz, ama o da biliyordu ki, vazifeli grubun içinde isen elin tozdan, bulaşıktan uzaktır, aridir, o da çok ama çok iyi biliyordu bunu.]]]
      Sevgili Yılmaz Bey ve böyle düşünen kıymetli arkadaşalara şunu söyleyim. Ya hu tabi ki eli bulaşıktan tozdan uzak olacak. Adam görevli. Bunu biliyor ama şu an desen ki bırak kendi işine bak ertesi günü Uber’e çıkıp evini geçindirir ya da bir başka tozlu topraklı bir iş yapar. Bir sürü arkadaş biliyorum rica minnet yaptıkları Uber olsun kendi geçimlerini çok rahat temin ettikleri işleri ticaretleri olsun… bırakıp GÖREVLİ olan. Allah rızası için bir şeyler yapmaya çalışan. Dilinin kemiği olmayan arkadaşları sabırla dinleyip onlara da haklısınız deyip onların da gönlünü hoş edip dairede tutmaya veya irtibatta tutmaya çalışan, yapılan acımasız eleştirileri -nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama- içlerinde sindirip vazifelerine devam eden bir sürü güzel insanı üzmemek lazım.
      Avukatı değilim o GÖREVLİlerin, bana da düşmez ama bence dikkatli konuşmalı.
      Vesselam.

      • Değerli Hocam, Aciz rumuzlu güzel insan,

        Öncelikle bu güzel hayırhahlık için çok teşekkür ederim. Başkalarının avukatı, kendimizin savcısı sorgucusu olmalıyız sözünü söylemiş eskiler. Bir kültürden beslendik ki, kaynaktan emdik ki, o bize, o çatı altında herkesi nefsimizden bir yönüyle aziz görmeyi de öğretti. Olamasak da, bir hedef olmalı. Bu yönüyle bu hayırhahlık için ayrıyeten teşekkür ederim. Samimiyetle içimden geçen, bahsi geçen insanların da nefsimden yüce, biri giderse cennete yahu ben gidemem o gider sanırım dediğim insanlar. Hizmet insanını, satırlarımda geçen, satırlarımda geçen geçmeyen, kendimden üstte gördüğümü (lütfen bir çeşit mutevazılık saymayın, hakikatın öyle olduğunu düşünüyorum) de ayrıca söylemek isterim. Haddimi bilmem gerektiğini. Rabbim haddini bilenlerden, aşanlardan eylemesin. Amin

        Güzel insan, biraz hasbihal edelim isterseniz. Bir gönül yıkmak Kabeyi yıkmak gibi imiş der mana büyükleri bilirsiniz, gönül yapmaya niyetli sizler, bizler için incinen nefislerimizden yine bir hayır çıkartalım istiyorum bu nedenle. Sizinde o alıntıyı yaparak, sonunda incitici diye tamamladığınız nokta üzerinden, tam da o nokta üzerinden gitmek istiyorum bu nedenle. Üstünü kapatarak değil açarak, manayı yerine koyabilirsem, koyarak. Koyamazsam da niyetimden şüphe etmeyin lütfen. Nitekim, bağlamda tam o noktadan gidiyor. İnciticilik.

        Nasıl ki ben, Alper beyin o güzel yazısının içinden cımbızla bir satırı çekip, ama o satırdan yaptığı göndermenin incitici olduğunu söyleyip, ve haklı görmeyip, o sözün yanlışlığını açıklamaya çalıştım, bu bağlamda yaptım açıklamalarımı, o koca yazının ruhunu bir kenara koydum (bunu Alper beyin yazısına yaptığım yorumun sonunda izah ettim, bütününe katıldığımı, haksızlık etmemek için) sanırım sizde benzerini yapıp, yazının ruhundan öte, belki de, o noktaya kilitlenip yorum yazma ihtiyacı hissettiniz. Şahıslar, eda ettikleri görevler, şartlar vb değil, kullanılan dil üzerinden şahit olduğum durumları izah ettim.). Hoş o satırlar bu parmaklardan çıktı, sizde okudunuz ve incitici bulduğunuz, burası benim için önemli nokta. İncitici olmamak için, az teması seçtiğim şu günlerde, yanlış anlaşılacağım kaygısı nedeniyle, belki zamanın ruhu beni yanıltıyor, belki sağlıklı düşünemiyorumdeyip susmayı tercih ettiğim şu günlerde, madem o satırı yazdım, ahiret kameraları ve sizin nezdinizde şahitlik edildi, niyeti de akıbetim için açmalıyım.

        Özünde, Sizin benim ve sevgili yazar Alper Beyin (eğer okuyorsa) hissiyatı da bir yönüyle aynı sanırım. İncinmek. Konu duygusal bir tepkiden öte, benim nezdimde, hissettiğim bir zihniyet aslında. Bir bakış açısı, sevdiğim insanların bazılarında olan. Bakış açısının, olayları irdeleme tarzının, yönlendirme yönteminin, nasihat dilinin kendimce yanlışlığı aslında. Ama konu incinme ise şöyle diyeyim ki, Herkesin incindiği yerde, bu tuhaf komedi neden kaynaklanıyor aceba diye düşünmek istiyorum.

        Herkesin incitildiği bir yerde, ve kalbin kalbe sevgiyle baktığı bir yerde soru sanırım söylemdir, muhtevadır, benim analizim bu. Anlatım tarzı, ifade şekli, sohbet etme yöntemi, zamanın ruhunu görememe, akan zamanı görmeyip, ırmak olduğunu fak etmeyip, her yöne çekilebilecek cümleler, satırlar kullanmak, ezberden konuşmak, bağlamı yanlış anlaşılabilecek şeyleri koymak.

        Biraz çarpıcı olsun diye şöyle bir örnekle gideyim ve açayım biraz. Hani Merici geçmişsiniz, tuhaf bir ruh hali, dünyaya dair hiçbir bağınız yok iken, birinin gelip size büyüğümüzün “Var mısınız eşlerinizi boşamaya, bu rızai ilahi için, tam adamaya kendinizi, var mısınız” sitemli vaazını dinlettiğini düşünün. Yanlış bir manevi takviyedir değil mi. Kaldı ki öyle öğrendik ve öyle bir peygamberin ümmetiyiz ki, Hendek savaşı öncesi, hendekleri kazarken karşılaşılan sert bir taşa rastlanıldığı anda, zorlu bir hengame de yada, “Kisranın anahtarlarının verildiğini görüyorum” vb ümitvari konuşan bir peygamberimiz var. Tam o esnada efendimizin, “şimdi küçük cihaddan, büyük cihada gidiyoruz, nefislerimizle olan cihada” beyanıının sudur ettiğini düşünsek, ki etmemiş o an.

        Yerindeliği çok önemsediğimi, özellikle belirli bir anlayış kavrayış düzeyindeki insanlara söylenilen, edilen nasihatın ynünün çok zenle seçilmesi gerektiğini söylüyorum bu nedenle. Kullanılan dil ve Yön, kısaca güzel insan. Meramım aslında dönüp dolaşıp buna geliyor. Birilerin, eli öpülesi gayretlerinin ruhunu incitmekten haya ederim.

        Güzel insan, işte diyorum ki, kullanılan nasihat dili, anlatım diline bir uyarı yazmayı istedim yorumum da bir şekilde bu nedenle. Karşılaşıyorum çünkü bu günlerde.

        Alper beyin yazısından bağımsız yazıyorum tabi 🙂 Alper beyin yazısı, birköşe yazısı, o okuyorsa benim böyle bir fonksiyonum yok bu yazıda diyebilir ki, haklı da. O biraz bu hasbihalin tuhafta olsa ev sahibi oldu.

        Aslında iyi de oldu, çünkü onca yazdığım değil de, sizin dikkatinizi o ikinci durum çekti,yazımdaki bağlam yukarda anlattığım minvale dayanıyordu, benim bağlamı bir kenara koyarak bende oraya dönmek zorunda hissediyorum şu an kendimi, biraz da ordan gidelim.

        Çokta büyütülecek birşey elbette değil, bütünü herynüyle güzel bunu da ekleyerek başlayım, bazen (her zaman değil) sağda solda, bir şekilde, “suçluluk psikolojisi” hissetme ve hissettirilme üzerine yazılar okuyor, göndermeler görüyorum. Başa gelenlerin günahlarımız neticesinde olabileceği, hakim zulmetse de kaderin adalet edeceği vb minvalde satırların, görüntülü içeriklerin bir şekilde sunulduğunu görüyorum. Eğer öyle bir durum var idi ise diyelim, Hepimiz içinde yaşarken sorun edilmeyen, gündem edilmediği de ortada. Ne bir nasuhta, ne bir yazı da. Oysa, büyüğümüzün bugün izlediğimiz şeylerinin, günahlara dair anlatımlarının çoğu, o dönemlere ait. Yani, bugün izlediğmiz şeylerin aslında şu aleme çıkışı, geçmiş.

        İşin diğer yanı, hizmet insanı 10 sene önceye, 2016 şartları öncesine göre, gözlemime göre, daha maneviyatlı, daha içli, daha dünyevilikten uzak. Bir Hicreti geçmiş günahlardan arınmaya vesile olarak müjdeliyorsa Peygamberimiz, Allahu alem, şu an günahlarından arınmış, daha safi durumda. Ki gözlemim o. O masumluğu, mazlumluğu, gözlerdeki bakışlardan, ruhlardaki yorgunluktan hissediyorum eşimden dostumdan.

        Günahlardan bahsedilecek iki zaman dilimi var idi ise, sanırım buna daha layık olan geçmiştir diye düşünüyorum. Günahsızız da diyemeyiz elbette bağlamımı anladınız.

        Bir diğer dikkatimi çeken, dünyevileşme kavramının gündeme sokulması. Ve benim gözlemim böyle olmadığı. Dünyevileşme gelecek adına bir risk olabilir ki, onlarca riskten biri, bu memlekette de vardı, büyüğümüzün onca söyleminin içinden o DÜNYEVİLEŞME kavramı mesela, medyada işleniyor, evrilip çevriliyor. An itibariyle bir dünyevileşmeden değil, daha ayakları üzerinde durmayan bir mültecilikten bahsedilebilir.

        Mülteciliği aşamamış, daha göçmen dahi olamamış insanlara, bir standardı yakalayamamış insanlara Dünyevileşme kaygısını göze sokmak, zamanın ruhunu okuyamamak, bir diğer nasihat dili hatası diyorum kendimce. Büyüğümüzü bende takip ediyor, daha farklı şeyler hissediyorum oysa, zamanın fotosuna ilişkin.

        Tabi birde anlatımların geçerliliği, evrenselliin yanında lokale de hitap edebilir. Bir Amerika ayrı olur, Avrupa ayrı, bir başka kıta ayrı. Bir nasuh, kalp ehli, mesajını evrensel verir, ve zamanı aşacak derece de verir. Dünyevileşme tehlikesi her zaman olabilecek birşey, ama an itibariyle hizmet insanında grmüyorum ben. Daha farklı yaklaşıyorum olaya, ama konumuz o değil.

        Dikkat ederseniz, dönüp dolaşıp, ne duyuyoruz, ne okuyoruz, ne grüyoruza geliyor iş.

        Vazifeli insanlar nezdinde önemli görevlerden biri şu ki, Hz. İsa havarisi gibi, en nemli iş benim işim, benim gündemim deyip, bütünü ıskalamaması. Bir muavenetin, aksiyon temelli işlerin merkeze konmasının doğal olduğu bir yerde, hizmlet insanının ruhunun yanlış okunması. Çoğunlukla doğru okunduğunu elbette sylerim, ama zaman zaman, bu yazımda da belirttiğim üzere, bazı tespit hataları veya zamanının ruhunu okuyamama, bu nedenle de, nasihat dili hatası görüyorum.

        70 yaşına gelmiş bir insana gençlik hevesatından bahsetmek, tuli emelden bahsetmek, ölümcül bir hastalığa yakalanmış-dünya yaşantısı hastalığa ve o hastalığın acısına sabretmeye tahvil edilmiş birine Allah yolunda koşturmadan bahsetmek ne kadar tuhaf bir nasihat diliyse, işte kastettiğim bu nasihat dili.

        Bu bağlamda sanırım bu açıklamam yerini buluyor ki, bir yönüyle Alper beyin anlatımına verdiğim cevabı da hatırlatıyor. Nasihat ederken, her elimize geçeni okumamalı, her aklılmızdan geçeni söylememiliyiz. Bu karşı tarafı incitmeden de te, aslında hataya da sebep verebilir.

        Alper beyin yazısında çıkardığı, o KİBİR ifadesi kanaatimce benim için öyle o nedenle. Bana göre, bir Kibir değil. Ötesi, başkalarnın sözlerinde gizli şirk, gizli kibir var kararını verebilecek bir konumda hissetmek. İşte rahatsız edici olan bu. Alper beyin o satırları yazmaya hakkı olduğu gibi, benim de o satırları yazmaya hakkım var kısaca.

        Basitçe yine örnek verirsem, meramım için, Çocuğunu kaybetmiş bir kadının yanında, çocuk bakmanın erdemi, sevabı anlatılsa, sünnet ve hadiste, ne kadar tuhaf ise bu anlatım, zaten bir sürecin içine girmiş, zulmu devam eden insanlara bu günlerde kullanılan nasihat dili de tuhaf geliyor bazen bana bu nedenle. Niyet hayr olsa da, suizanna sevk edilmemeli insanlar.

        Doğru dil ne olmalı derseniz?

        Ümidin yeşertilmesi, ötesi rasyonel olarak davranılması. Başarının, hayata tutunmanın, emek vermenin gayret etmenin önemi vurgulanmalı.

        Zaman zaman da fikiralışverişi yapıyor, bir çeşit tatlı tartışmalarda yaptığım oluyor çevremdekilerle, o da şu ki, batı da hayata tutunmaya çalışan hizmet insanı, maddi dünyaya entegre olma noktasında manen yalnız bırakılıyor. Yazılı, görsel işitsel hangi tür olursa olsun, kulaklarımızdan giren şeyler sanki daha çok “ununu elemiş askıya asmış” insanlara yönelik. Dünya lezzetlerine yönelmiş, batmış, gününü gün eden insanlar varda, onlara yönelik gibi. Hakikat öyle değil oysa, hakikat, dil kurslarında, sonrasına gelenler eğitim aşamasında patinaj yapan, bunun gerginliğini, stresini yaşayan insanlar.

        Hizmet insanını diğer tüm benzerlerinden ayıran, pek çok ynüyle elbet ele alınabilir, ama bir ynüyle esas bu başarısıydı. Bu dönemde, onların çalışmalarını, gayret etmelerini, emek vermelerini, zor da olsa başarmalarını teşvik edecek bir muhteviyatla destek olunmalı.

        Destek olunamıyorsa bile, bu yönde gayret eden insanlara, sürekli tul-i emelden, dünya hayatının kısalığından, dünya sevgisinden yanlış anlaşılmayacak yönde bahsetmelisiniz. Fark etmeden köstek olmayasınız. Üzülerek söylemeliyim ki, hizmet entelijansiyansında bu yönde tek bir pozitif destekli içerik üretimi yok. Ancak, ne zaman ki başarılı biri çıkıyor, onu reklam etme, afişe etme, bakın böyle başarılı insanlarız işte gibi bir çeşit övüden de geri durmayı da bilmeyen bir mantalite hakim.

        Gidip ekmeği taştan çıkarma.. olayını da aslında bu minvalde ele alıyorum. Batıya gelmiş, gayret ederse, iyi bir networkla daha başarılı bir şekilde bu yaşama başlayacak, sonucunun da güzel bir hizmet olarak dönebileceği ortadayken, hizmet insanına sanki layık görülen yer, büyüklerimizce, az çok işte kullandıkları dilin altından çıkıyor.

        Birde üstüne üstelik, kullandıkları söylemle, anlatımla “yaptığın dünya sevgisi, tuli emel, dünya sevgisi” gibi sanki bir gönderme oluşuyor. İnsan bilinçaltının nasıl çalıştığını biliyoruz, niyet bu olmasa da, göndermelerle başarısız, gayretsiz, yeteneklerini kullanmaya teşvik etmeyen bir mana çıkıyor, subjektif diyebilirsiniz elbette, ama benim tespitim.

        İşte tam da bu nedenle, ben bu kullanılan dile karşı çıkıyorum. Daha farklı bu nasihat dili kullanılailir, daha farklı hizmetlere teşvik edilebilir. Daha farklı oryantasyonu sağlanabilir insanların. Ne amaçlandığı, bunun için ne s öylenmesi gerektiği özellikle düşünülmeli. Nikahla ilgili hükümlere nasıl ki gidip, Bakara Suresine bakmıyorsak, benzeri bir yol da burada unutulmamalı.

        Zamanın ruhunu okumak, coğrafyanın özelliklerini, toplum sistemini bilmek oldukça önemli. Başlangıçlar sonucu da etkiler. Hedef sadece birliği sağlamak, muavenet, mevcudu muhafaza olmamalı. Var olan potansiyeli insanların, canlandırıcı bir dili kullanmak, esas olmalı.

        İşte bu nedenle “gider şoför oluruz” sözü oldukça rahatsız ediyor beni. Konumunun hakkını vermemek gibi geliyor. Tersine, lütfen şu şu seçenekleri de dene, son çare olmazsa o olur denmek, gayret etmek yerine, bir çeşit, bir yola razı ediliş dili kullanılıyor. Aksini görmüyor, duymuyorum çünkü. Başarıya susamış, çözümü, çıkışı, başarıda görüyorum ben hizmet insanın. Manevi dilin çok yoğun ve ağır kullanıldığını, bunun da insanları rahatsız ettiğini, sıktığını düşünüyorum.

        Şu anki nasihat dilinin teselli olmadığını, bir çeşit köhneleştirdiğini düşünüyorum hizmet insanını. Ve şaşırabilirsiniz, bilmiyorum, ama hizmet insanını şahlalndırmanın, yolunun, GAYRETKEŞ liğe teşvik etmekten geçtiğinin, ama bunun ynünün dah açok dünyaya yönelik olması gerektiğini söylüyorum.

        Sosyalpsikolojiden uzak olmamalı nasuhlar nasihatçılar. Lokale ynelik belki farklı devalar olabilir, ama en azından benim Amerikaya ynelik gözlemim bu. Avrupa da ki dostlarım dafarklı olmadığnı söylüyorlar konuşmalarımda ilginç ki.

        Dünyevi hedefleri olmayan sistemlerin bir iddiası olmayacağını düşünenlerdenim. Hizmet, üniversite hazırlık kursu açmak zorunda değildi geçmişinde, okullarda açmak zorunda değildi, insanlara Hakkı anlatmanın yolu başkalarınca yıllardır farkıl şekillerde yapılıyordu değil mi. Ama bu fark hizmetle başladı. Öyleyse devam etmeli.

        Dünyevi bir gayret, dünyevi bir motiasyonu dudaklarına almayı, o konuma haksızlık gibi görmemeliler. Muhatap oldukları kitle unutmamalı ki, göçmen ve mülteci.

        Geçmişe takılanların başarılı olmadığını anlatıyor mülteci tarihi, birde geleceğe vizyonla bakanların sonunda başardıklarını.

        Ben bugün kullanılan Nasihat dilinin, (başka bir dengeleyici dille desteklenmemesi nedeniyle) yanlış buluyorum, pasifleştirdiğini düşünüyorum hizmet insanını.

        ….
        Konu çok uzuycak, nereden nereye geldik.. Sanırım meramım az da olsa anlaşılmıştır. Ateşten gömlek giyen yaşı benden büyük küçük fark etmez, tüm vazifelelilerden incinen incinmeyen ayrıca helalik diler, gayretleri için Allah razı olsun derim.

        Sağlıklı bir zemin olsa, keşke bunları net konuşabilsek. Ümit, oryantasyon…hizmet..

        Sosyalpsikolojiyi, ağır işleyen hayatın işleyişi ve onun içnideki insanların yerini bilmeliyiz, bunlar düşünülmeden, sadece aradan 5 6 yıl geçti, artık insanlar toparlanmıştır diye düşünmek en büyük hata.

        Travmalar sonra çıkar, sabır gayretkeşlik azalır, taş yerini bulmazsa asıl büyük sorunlar ozaman çıkar. Bunlarda işin diğer tarafı. Gittikçe azalan, alışılan değil aslında gittikçe artan ve şu yıllarda daha da zirveleşecek bir kaç yıllık, hizmet insanının ruhsal zorluğunu öngöremeyen bir nasuh dili, malesef yeniden eleştirilmeye mahkum.
        Tuli emel, dünya hayatının faniliği, gelecek kaygısı.. vb konularda öyle sağlıklı bir nasihat dili geliştirilmeli ki, insanları aslında gayretkeşlikten soğutmasın, tam tersi kamçılasın…

        Rabbim, hepimizi cennetine alsın, şirk, küfür, kibir, nefs kokan tüm cümlelerim için Allahtan af dilerim.

        Teşekkür ederim, Aciz rumuzlu güzel insan. Bu vesileyle incinme değil, güzel bir çay sohbetinde dayanışma yaşamış hissettim şimdiden. Hürmetle..

  2. Çok Çalıştım…
    Çok kısa sürede (10 yıl) hayallerimin ötesinde yerlere geldim…
    Bir ruzgar esti ve tepe takla dibe, yani on yıl önceki başlangıç noktama bir yıl gibi kısa bir sürede geri döndüm, daha doğrusu şap diye düştüm.
    Ve işte o an dehşeti gördüm ve yaşadım…..
    Tam tamına iki yıl her gün, her an adeta derime işlenmiş rütbelerim bir bir söküldü.
    O güne kadar insanlardan asla taleb etmediğim ilgi ve saygı da düşüşüm ile paralel düşüşdeydi…
    Ve işte sizinde bahsettiğiniz bulaşık yıkama aşamasını yaşıyordum. Aslında toplum ortalamasının üstündeydim. Ama vardığım zirveme göre düştüğüm seviye dip etkisi yapıyordu.
    Ve işte o anlarda anladım ki verende alanda Allah tı.
    Ve imtihan olunuyordum.
    Varlıklada,
    Yokluklada
    Hep imtihan olunuyordum.
    Yoklukla, varlıkla ve sonra tekrar yoklukla şimdide tekrar varlıkla imtihan oluyorum.
    Ve herkesin de benim gibi bu aşamalardan geçtiğini ve geçmekte olduğunu uzun yaşamımda gördüm, görüyorum…
    Hayat da bu zaten….
    Yılmaz adındaki yorumcunun da Sn Alper Ender Fırat beyefendiye neden veryansın ettiğinide anlamadım.
    Bir durum tesbitinden başka bir mana da taşımıyor. Okurken de kendi kendime ` demek herkes yaşadıklarımı yaşıyormuş..` dedim.

    • Güzel insan,Muhammed bey,

      Alper bey, “Bulaşıkçılık dahi yaptım” sözünün aslında gizlice bir kibir ifade ettiğini söylemiş. Basitçe bende hayır, o sözü söylemek kibir değildir dedim. Hatta, artık olayları bu gözle analiz etmekten vazgeçin, başkasının kibrini, gururunu, günahını sözlerinden çıkarma cüretinden vazgeçin dedim.

      Alper beye, ayrıca, yazısının tamamına katıldığımı, sadece o cümle bağlamında o yorumu yaptığımı da belirttim. Yazımın tamamını okursanız, net anlaşılır düzeyde. Bu arada eski bir bulaşıkçı olarak, bulaşıkçılık yapmış bir gönül eriyle yazışmak güzel. Rabbim mekanımızı cennet eylesin, hepimizin, Alper beyin, sizin benim ve tüm okuyucu ve yorumcuların.

  3. “Bulaşıkçılık bile yaptım” diyen biri ne kadar zor duruma düştüğünü söylemek istiyordur. Taşıdığınız vasıflar günün koşullarında para etmiyorsa bulaşık yıkamak durumunda kalabilirsiniz. O cümleyi kibir ile ilişkilendirebilmek için bulaşıkçılık yapmayı aşağılık bir iş olarak görmek gerek diye düşünüyorum. Ya da o cümleyi kuranla ilgili niyet okumada yani suizanda bulunmak gerek sanıyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin