Selman’a Mektup; Orkestra

BESTWEET | GÜLSAH ÇAVUŞOĞLU

Güneşin, müziğin ve ziyaretçin bol olsun sevgili Selman.

Biliriz ki her mektup selam ile başlar. Bense sana en çok hak ettiklerinin verilmesi temennisiyle başladım. Ve mektup devam eder hal hatır sorarak.

Tüm kalbimle soruyorum. Nasılsın Selman? Ben iyiyim çok şükür, artık ne kadar iyi olunursa… Evet sizlerle ilgili çok şey duyuyoruz ancak inan duymadıklarımızdan endişe etmek sürecin en karmaşık tarafı.

Kendimi tanıtayım sana öncelikle. Biz daha önce hiç karşılaşmadık, tanışmadık ve selamlaşmadık! Ne sen beni tanırsın ne de ben seni…  Ben yaşanılanları anlama çabasında olan; dertleri, kederleri, haksızlıkları, yalnızlıkları duydukça ‘ne yapabilirim!’ diye dertli dertli çalan bir orkestrada bağlamanın mızrabıyım. Ve sen de o orkestrada kağıttan bir flüt.

Yaşadıklarını Ahmet Altan’ın satırlarından öğrendim herkes gibi. Ahmet Altan da kendi kederinin bağrına senin yalnızlık tohumunu ekti. Ve flütünün yanık sesi eşliğinde tüm dünyaya dinletti.

Öyle bir anlattı ki bu yalnızlığı; ‘insan üstü güçleri olan yargıçların’ nasıl da sizi dinlemediklerini, nasıl da tahliye ya da müebbet kararı ile ruhlarınızı sert bir şekilde ezdiklerini dünyaya gösterdi.


▶️ Bu yazıyı Gülşah Çavuşoğlu’nun sesinden dinleyin 


Öyle detaylı resmetti ki ne yaşadığınızı içerde, kalakaldık biz de demir parmaklıkların arkasında, dışarıda… Biz de hissettik hiçbir söz hakkımız olmadığını ve ciğerimizi dolduran oksijenin hakkını da ancak var gücümüzle doğruyu haykırarak verebileceğimizi.

Biraz geriye dönmek ve geçmişe bakıp sana güzel günlerden bahsetmek istiyorum, güzel olduğuna inandığımız günlerden! Çünkü şu an insanların geçirdiği ilginç evrim ıspatlıyor ki kalplerdeki canavar tohumlar, iktidarın ampul ışığında büyüyebiliyormuş.

Gökyüzü masmaviydi eskiden, güneş huzurla yaslardı başını bulutların birinden diğerine… Okyanusta dalgalar tüm dertlerini kayalıklara dökerdi de yosun tutmazdı kayalar. Kar yağardı da çamur olmazdı. Kelebeğin ömrü belki iki değil de dört gündü… Ama şimdi yer demir, gök bakır! Dışarıda olmak özgürlükse bil ki biz de dışarıda değiliz. Buz gibi insanların, ötekileştirmenin parmaklıkları arasındayız.

Uzun uzun düşünüyorum, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varken bir ince belli bardakta içilen çayın hiç mi hatırı yokmuş? İçmiştik çayı beraber, Erzurumluyla kıtlama lezzetiyle, Edirneliyle çiğdem çıtlatarak… Ancak herkes unuttu birlikte söylediğimiz barış türkülerini, dünyanın birçok yerinde Türk bayrağının dalgalandırıldığını… Elleri patlayıncaya kadar alkışlayanlar oldu ne yazık ki ilk ihbar(!) edenler masumları…

Selman, ne çok isterdim seni dinlemeyi. Mahrumiyetini, küskünlüklerini, itirazlarını… Gerçi Ahmet Altan’dan okuduğumuz Selman kızmayan, küsmeyen, yüreği umut dolu, dindar, felsefe ile bilimi başına tac etmiş biriydi. Konuşmaya başlasan acaba ilk ne derdin hep bunu düşünüyorum. Biliyor musun, ben senin yerine de yazıyorum! Sesi olmalıyım diyorum sessiz çığlıkların. Bu satırları yazarken başım zonkluyor gecenin 02:23 ünde. Bu sana yazdığım mektubumun sancısı da değil, senin flütüne eşlik etmemim iştiyakı.

Sen o flüte üflediğinde sanma ki yalnızca  bir türkü çaldın. Sanma ki sadece etrafına neşe ve ümit verdin. Flütünün sesi öyle bir yankılandı ki kuşlar,çekirgeler sustu ve herkes seni dinledi. Rüzgar esmeyi bıraktı, yağmur durdu, denizde dalgalar donakaldılar. Sanki herkes ve herşey bir ağızdan ‘Şşşşt! Dinleyin, duyun, bu yalnızca bir flüt sesi değil! Bu ses haksızlığa uğramış, suçsuz yere hapiste ömür çürüten, bir ziyaretçisi bile olmayan ya da farklı zindanlarda bebekleriyle bilmediği ,işlemediği suçun cezasını çeken insanların çığlığı!’ dediler. Bu çığlığı duymamak mümkün müydü?

Selman! Bil ki yalnız değilsin. Yüreğinden kopan flütünden akan yanık nağmelere eşlik eden o kadar çok dostun, kardeşin, var ki! Dedim ya biz bir orkestrayız, yazıyoruz, söylüyoruz, haykırıyoruz… ‘Sabret geçer!’ demeyeceğim. Dedim ya hep düşünüyorum sen ne diyeceksin diye ve aklımdakilerini sen gibi söylüyorum. Sen flütünü çalarken diyeceğim şu ki ‘Geçecek… elbet geçecek ama bizim asıl derdimiz, geçerken bizim ne yaptığımız!’

Sevgin, ümidin ve ilhamın eksik olmasın Selman!

Gülşah

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Akrabalığı, yakınlığı, tanışıklığı olsun – olmasın, keşke birileri her şeyi göze alıp ziyaret etseydi. Vefanın sadece bir semt ismi olmadığını bütün dünyaya göstermek için…
    Evet, haklısınız, bu ben de olabilirdim, ve hâlâ olabilirim. Yazılacak cevapları şimdiden kestirebiliyorum. Ben de aynısını yazardım.

  2. Başınız zonklasa da,gözünüz ağlasa,eliniz titrese de bu satırları yazarken ne mutlu ki mazluma bestelenmiş bir şarkınız var artık sizin de. Flüt mü? Kim bilir daha neler fısıldar bize Selman söyleyemezse de…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin