Şehir Üniversitesi için kim ses verecek?

YORUM | Prof. Dr. SALİH HOŞOĞLU*

Son günlerde İstanbul’da bir üniversitenin çaresiz çırpınışlarına şahit oluyoruz. Hikaye aslında çok tanıdık. İstanbul Şehir Üniversitesi, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kuruculuğunu yaptığı, Ülker Grubunun da desteklediği Bilim ve Sanat Vakfı’nın tesis ettiği bir üniversite. Davutoğlu’nun mevcut iktidara bayrak açıp yeni parti kurma çalışmalarına başlaması Şehir Üniversitesi için pek de iyi olmadı. Şimdilerde, bir kamu bankası olan Halkbank tarafından Üniversite’nin mal varlıklarına ihtiyati tedbir koydurulması nedeniyle zor günler geçiriyor.

İstanbul Dragos’ta üniversiteye tahsis edilen araziyle ilgili ortaya çıkan bir anlaşmazlık yüzünden Halkbank tarafından üniversitenin tüm malvarlıklarına tedbir konuldu. Söz konusu arazinin üniversiteye tahsisinden sonra bu arazi üzerindeki binaların restorasyonu ve diğer işlemler için 2016 yılında Halkbank’tan 300 milyon TL kredi alınmış.

Ahmet Davutoğlu parti kurma çalışmalarına başlayınca, Halkbank verdiği kredinin geri ödemesinde problem yaşanabileceğini “tespit edip” harekete geçmiş ve krediyi geri istemiş. Bunun üzerine Üniversite ile Banka arasında yapılan görüşmelerde başlangıçta anlaşma sağlanmış, gerekli garantiler alınmış.

Buna rağmen Halkbank icraya başvurup Şehir Üniversitesi’nin mal varlıklarına tedbir koydurmuş. Üniversitenin alacakları için borçtan birkaç kat fazla taşınmazı ipotek göstermesi de ne Halkbank’ı ne de başvurdukları mahkemeyi ikna edememiş.

Son olarak Üniversite’nin Mütevelli Heyet Başkanı ve eski Bakan Prof. Dr. Ömer Dinçer yanına Ünivesite Rektörü Prof. Dr. Peyami Çelikcan’ı da alarak basın toplantısı yaptı.

Rektör’ün basına yaptığı açıklama şöyle: “2009 tarihli tahsis kararından 2015 yılında yapılan devir kararına kadar sendikalar ve bazı meslek kuruluşları tarafından 16 kez farklı dava açıldı. Bu davalardan 15’i lehimize sonuçlandı. Aleyhimize sonuçlanan bir dava dolayısıyla Danıştay tarafından arazi tahsisi iptal edildi. 2010 yılında Özelleştirme Kanunu’nda yapılan değişiklikle Özelleştirme Yüksek Kurulu yasanın verdiği yetki ile eğitimde kullanılmak şerhini tapuya işleyerek araziyi 2015 yılında İstanbul Şehir Üniversitesine devretti. Davaların neticelenmesi ve inşaat ruhsatlarının alınmasıyla Halk Bankasından temin edilen yatırım kredisi kullanılarak kampüs inşaatına 2016 yılında başlandı”.

Aynı toplantıda konuşan eski bakan Prof. Dr. Ömer Dinçer “Biz sonuç itibariyle her şeyi açık olan ve sözleşmelere dayalı olan bir borç aldık. Borcumuzu da inkar etmedik ve etmiyoruz. Borcumuzu ödeyeceğimize dair teminatlarımızı da sunduk. Öyleyse bize kanunun tanıdığı haklar tanınmalı. Aksi takdirde yapılacak çok fazla bir şey olmayacak. Bu sorunun çözümü için iki yol var. Ya bize hukuki haklarımızı kullanmak için izin verin, sorunlarımızı beraberce çözelim, çünkü borçlarımızı ödeyecek kapasiteye geldik. Yahut da öğrencilerimizi, öğretim üyelerimizi, üniversitemizin manevi şahsiyetini mağdur etmeyin, itibarını zedelemeyin gelip alın” dedi. Oldukça şövalyece bir çıkış değil mi? Evet ama yeterli olacak mı bilemiyoruz. Bu kadar tartışmadan anlaşılan konunun bu banka ile aslında doğrudan bir ilgisi yok ve çok daha başka ve ilginç bir durumla karşı karşıyayız.

Medyanın sessizliği

Şehir Üniversitesinde yaşanan bu olaylar üzerine Davutoğlu’na yakın bir gazete ve birkaç haber sitesi ile sol – Kemalist medya dışında “muhafazakar” medyada konu haber olarak bile geçmedi. Tek istisna 4 Kasım 2019 tarihli bir gazetede ve bazı haber sitelerinde çıkan “İstanbul Şehir Üniversitesi’ne usulsüz şekilde bedelsiz arazi tahsis edilmiş!” başlıklı haber. Bu tahsisin üzerinde epey zaman geçmişken bu haberin ne anlama geldiği yorumdan varestedir.

Buraya kadar anlattıklarımı açık kaynaklardan okuyabilirsiniz. Hikayenin bana tanıdık gelen kısmına gelince;

İstanbul Şehir Üniversitesi’nin başına gelenlerin yaklaşık iki buçuk yıl benzeri operasyonların çok daha ağırlarına maruz kalan ve 23 Temmuz 2016’da yarım sayfalık bir KHK ile kapatılarak bütün varlıkları gasp edilen 15 Üniversite’nin yaşadıklarından ne farkı var?

O zamanki gazetelere bakılırsa bu üniversitelere karşı nasıl bir linç kampanyası yapıldığı ve devlet gücü ile nasıl yok edilmek istendiği kısmen görülebilir. O zamanda da medyanın tavrı buna yakındı. Üstelik malum medya her türlü yalan ve iftira ile karalamalar yapıyor ve hedef gösteriyordu. Şimdi Şehir Üniversite’sinin açıklamalarını gör(e)meyen ve yok sayan medya o zaman da kurban edilmek için hedef alınan kurumların açıklamalarını ya hiç görmüyor ya da çarpıtarak veriyordu.

Şimdi karşımızda iktidar tarafından kolay bir lokma gibi görülen, borçlu ve arazisi tartışmalı bir üniversite var. Oysa 2014-2016 arasındaki operasyonlarda yıllar önce verilen ruhsatlar iptal edildi, binalar mühürlendi, hizmetler engellendi. Bu yaşananlar olurken ne yazık ki makul bir yaklaşım sergileyebilen cesur insanlar göremedik.

Benim kanaatimce İstanbul Şehir Üniversitesi bunları kesinlikle hak etmiyor. Bu Üniversite’yi hiç görmedim, ne öğretim üyelerinden ne de öğrencilerden hiç birini tanımıyorum. Gördüğümüz kadarıyla ne öğrencileri ne akademisyenleri yanlış birşey yapmadılar ve bu kavganın tarafı da değiller. Hiç görmesem de o üniversitenin binlerce genç için nasıl bir ümit kaynağı olduğunu hissediyorum. Oradaki akademisyenlerin şu anda işlerini kaybetme endişesini gayet iyi anlıyorum.

Benim de görev yaptığım Fatih Üniversitesi benzeri saldırılar yapılıp nihayetinde kayyım atandığında biz de benzer şeyleri hissetmiştik. Bütün bu insanların adeta ömürlerinden bir kısmını çalan bir süreç yaşadıklarını anlamak zor değil. Karşılarında devlet denen durdurulamaz bir güç var ve buna direnecek hiçbir mekanizma da görünmüyor. Şu anda tek yapabildiğimiz üniversitelerin siyasi kavgalara araç edilmemesi temenni etmek.

Eğitim kurumları, okullar, hastaneler, üniversiteler vs. savaşta bile hedef alınmaz. Zaten üniversiteler devletten onay almadan açılamayan, öğrenci alamayan, hizmet veremeyen kurumlardır. Öğretim üyeleri bir üniversitede siyaset yapmak için değil bir meslek icrası için çalışırlar. Akademisyenler ürkektirler, kavgalardan hoşlanmazlar. Öğrenciler de bir meslek edinmek, hayata hazırlanmak için oradadırlar. Bütün dünyada vakıf kurup üniversite açanlar, bunu insanlığa bir katkı sunma gayreti ile yapıyorlar. Bu üniversitenin kurucusu Kemalist de olabilir, komünist de olabilir, İslamcı da olabilir. Zaten Üniversite kurucuları/banileri/sponsorları fikirlerini öğrencilere enjekte edemezler. “Üniversite” bilginin evrensel düzeyde üretilip dolaşıma sokulduğu bir yerdir, en azından o iddiadadır. Bizler bu kavgalarımızla gençlere nasıl bir mesaj veriyoruz farkında mıyız?

Alman rahip Niemöller’in Nazi soykırımı hakkında sıraladığı meşhur cümlelerin ne yazık ki yine sonuna vardık:

Önce komünistleri götürdüler, Sesimi çıkarmadım, çünkü komünist değildim. 

Sonra sosyalistleri götürdüler, Sesimi çıkarmadım, çünkü sosyalist değildim. 

Sonra sendikacıları götürdüler, Sesimi çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. 

Sonra Yahudileri götürdüler, Sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. 

Sonra Katolikleri götürdüler, Sesimi çıkarmadım, çünkü Katolik değildim. 

Sonra beni götürmeye geldiler, Benim için sesini çıkaracak hiç kimse kalmamıştı…

 

*Fatih Üniversitesi eski öğretim üyesi

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin