Satranca bir de buradan bakın!

Yavuz Sultan Selim

Cübbeli Hoca diye tanınan Ahmet Mahmut Ünlü’nün, Reina’daki katliam gündemini değiştirme kabilinden yaptığı ‘Satranç oynamanın haram’ olduğu yönündeki fetvası yeni bir tartışma başlattı. Polemik süredursun bu vesile ile ilk Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim’in satranç hikâyesini hatırlatalım istedik.

Kitaplarda anlatılan ve tarihe geçen anlatılara göre Yavuz Sultan Selim Han, henüz şehzâde iken İran Şahı Şah İsmail ‘in çok iyi bir satranç ustası olduğunu duyar. Şehzadeliğinde bile rakip kabul etmeyen fıtratı, Onu Acem diyarına, bu kudretli rakibiyle müsabakaya sevk eder. Üşenmez kalkıp gider. Lakin bir derviş kıyafeti ve kisvesiyle. İran’da satranç çok meşhurdur ve neredeyse bu oyunu bilmeyen yok gibidir o dönemde. Yavuz Selim Han, handa kalan diğer yolcularla da satranç oynar ve karşısına çıkan herkesi kolaylıkla mağlup eder. Bu Osmanlı dervişinin şânı, kulaktan kulağa yayılmaya başlar. Mısırdaki sağır sultanın duyduğu haber, Şâhın sarayında da duyulur.

Kendisi de çok iyi bir satranç ustası olan Şah İsmail, bu hususta rakibi olmasına tahammül edemez ve emreder:

– Derhâl ve behemehâl o dervişi huzuruma davet edesüz. Görelim ki kâmeti kıymeti ve dahi mahâreti, rivâyet edildiğü vechile midür. Bir de biz tecrübe edelüm.

Yavuz Selim Han saraya davet edilir. Zaten Yavuzun maksadı da budur: Şah İsmaille savaş meydanlarında kapışmadan evvel satranç tahtasında kapışmak. Şah İsmail satranç diliyle sorar:

-Bre derviş! Sen misin Şahın karşısına vuruşmak için rakip diye çıkacak piyade.

Yavuz Selim Hanın cevabı da yine satranç diliyle olur:

-Bazen bir piyade dahi mat eder şâhı bu devranda bilmez misin ey hükümdar.

Kısa fakat dostça bir muhabbetten sonra müsabaka başlar. Sarayın devâsâ salonunda nefesler tutulur. Kelimeler yutulur. Lakin Yavuz Selim Han çok kısa bir süre içinde mat olur. Şehzade Selim aslında kasıtlı olarak mağlûp olmuştur rakîbine. Evvelâ bir tanımak ve tartmak ister; Metodu nedir, tarzı, tavrı, telakkîsi nicedir. Bundan sonra yapacağı hamle ona göredir. Şah İsmail, rakîbinin bu kadar kısa süre içinde mağlup olmasına bir anlam veremez. İçten içe de şüpheye düşer. Bu işte bir oyun olduğunu sezer ve tekrar oynamayı teklif eder.

Taşlar yeniden dizilir ve ikinci müsabaka başlar. Bu defa da çok kısa bir sürede Şah İsmail mat olur. Öfkelenir. Ve bu öfkeyle gürler birden rakîbine:

– Bre Derviş! Hiç Şahlar mat edilir mi?

Elinin tersiyle de bu garip dervişe bir tokat aşk eder. Tokadın cevabını birkaç yıl sonra verecektir. Ancak o tokadı unutmamak için kulağına bir küpe takar. (Kulağına küpe olsun, deyimi buradan gelir)

Şah İsmail mat olmuştur. Kızar, öfkelenir, köpürür lâkin hakperesttir.

-Verin şu küstah dervişe bir kese altın, uzaklaşsın buradan.

Şah İsmâil, hâlâ Onun Yavuz Sultan Selim olduğunu anlamamıştır. Yavuz Selim, altın kesesini alır ve Şah İsmail’in sarayını terk eder. Lakin şahı mat ettiği büyük salonun devâsâ kapısından çıkmadan önce geriye doğru döner ve tahtında oturan Şah İsmaile şu şiirini okur:

SANMA ŞÂHIM / HERKESİ SEN / SÂDIKÂNE / YÂR OLUR HERKESİ SEN / DOST MU SANDIN / BELKİ OL / AĞYÂR OLUR SÂDIKÂNE / BELKİ OL / ÂLEMDE / SERDÂR OLUR YÂR OLUR / AĞYÂR OLUR / SERDÂR OLUR / DİLDÂR OLUR.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin